Diyarbakır Barosu neredeyse Türkiye Cumhuriyeti’yle yaşıt, 1927’de kurulmuş. Bizim ilk gençlik yıllarımızda hatırlarım kentte avukat sayısı hayli azdı

Diyarbakır Barosu neredeyse Türkiye Cumhuriyeti’yle yaşıt, 1927’de kurulmuş. Bizim ilk gençlik yıllarımızda hatırlarım kentte avukat sayısı hayli azdı. Olanları parmakla gösterir ve çok da kıymet verirlerdi. Avukatların hemen tümü Suriçi’nin Saray Kapı diye tarif ettiğimiz en eski cezaevi ile Adliye ve Cumhuriyet Savcılığı’nın olduğu İçkale’deki yapılar manzumesinin yolu üzerindeki İzzetpaşa Caddesi’nin sağı ve solundaki küçük dükkân benzeri yazıhanelerde otururlardı. Bir masa, önünde bir daktilo, sümen takımı ve tahta sandalyeler yetiyordu.

Yıllar geçtikçe Türkiye’de hukuk fakültelerinin sayısı arttıkça kentte avukat sayısı da artmaya başladı. Kentte yaşı kemale ermiş avukatların yerine yetmişli seksenli yıllarda artık genç avukatların adı sanı telaffuz edilmeye başlandı.

Seksenli yıllara kadar büyük ölçüde adli davalar diyebileceğimiz dosyalarla ilgilenen kentteki avukatlar; toplumsal olaylar kentin sicilinde hayli yer işgal etmeye başlayınca artık siyasal dava dosyalarıyla öne çıkmaya başladılar. Bölge ve kent ağır bir devlet taassubunun sultası altına girmişti. 12 Eylül 1980 darbesi olanca zulmu ile insanlara nefes aldırmıyordu. Sıkıyönetim askeri mahkemelerinde, sonrasında Olağanüstü Hal’de yargılananların evet bir avukatı vardı. Ama o avukatlar doğru düzgün savunma bile yapamıyorlardı. Hatta çoğu kez askeri yargıçların tehditlerine onlar da maruz kalıyorlardı.

Böylesine ağır baskı koşulları yoksul ve emekçi ailelerin çocuklarının da “hukukçu”luğu tercih edip adaletsiz hükümetlerin yakasına, devletin anladığı dille, hukuk üniformasıyla, “karşı hesap sorma”nın yolunu seçmeyi tercih etme şansını yakaladılar. Hayli de başarılı oldular. Diyarbakır Barosu insan hakları alanı ile ilgili avukatlarıyla birlikte adeta kurumsal olarak referans odası haline dönüştü. Kente gelen yerli yabancı heyetler ve kurumlar Diyarbakır Barosu ile görüşmeden ayrılmadılar kentten. Baroların, odaların, sendikaların meslek kuruluşları olması nedeniyle sivil toplum örgütleri olmadığı bilinmesine rağmen, sivil toplum örgütü kategorisinde değerlendirildiler. Çünkü muhalif kimliklerini her fırsatta dillendiriyorlardı.

Tabii ki bir kurumun bu denli “popüler” olması, tercih ediliyor olması ve kısmen de sıradan vatandaşlara göre hukuk “dokunulmazlığı”na sahipliği beraberinde getirmesi avukatlara siyaset yolunda da bir şans oldu. Öylesine bir şans oldu ki; Dicle Hukuk’a kaydını yaptıran kendini geleceğin siyasetçisi gibi görmeye başladı. Bütün bunlar olağan durumlar elbette. Ve baro yöneticiliğini tercihin artıları oldu.

Şimdi Diyarbakır Barosu önümüzdeki günlerde yeni bir genel kurulun eşiğinde. Baronun üye profiline baktığımda dokuzyüze yaklaşmış üye sayısı. Cinsiyet açısından baktığımızda üyelerin yaklaşık yüzde otuzu kadın, sayıları 250 dolayında. Buna rağmen benim bilebildiğim kadarıyla baro tarihinde hiç kadın başkan olmamış, hatta yönetimde de sayısal ve niteliksel ağırlıklarına göre temsil şansları hiç olmamış kadınların. Son on yıl içinde Barış ve Demokrasi Partisi’nde (şimdi HDP) politika yapan Meral Danış Beştaş başkanlığa soyunmuş, kazanamamış. Yönetim kurullarında bir ya da iki kadın üye ancak temsil edilir olmuş.

Kanımca bu Diyarbakır ve bölge coğrafyasında hem siyaseten hem de toplumsal cinsiyet açısından kadına bu denli özellik tercihini gündeme getiren bir dönemde Diyarbakır Barosu’na yakışmıyor. Dışardan bakıldığında çok erkek egemen bir Diyarbakır Barosu görüntüsü var. Oysa Kürt siyaseti sadece Türkiye’ye değil, dünyaya da kadın üzerinden çok farklı bir tercih sundu. Başarılı da oldu hakkını teslim etmek lazım. Sadece kentin Büyükşehir Belediyesinde değil, tüm belediyelerinde kadın ve erkek, kurumlarını birlikte yönetiyorlar, yani eşbaşkanlık kurumu var artık. Belediyelerin meclislerinde en az yüzde kırklık bir “kota” uygulanıyor kadından yana. Bunlar devasa kazanımlar.

Peki, neden kentin hukuk yüzünün yansıdığı bir kurumda bu olmasın? Sanırım bunca haktan hukuktan adaletten ve dahi gözleri bağlı elinde terazisi olan bir kadın simgesiyle adalet arayan bir toplumda artık o adaletin kurumuna da kadın eli değmeli. Bugüne kadarki bütün başkanları şimdiki de dahil, arkadaşlarım olan erkek baro başkanları kusura bakmasınlar ama artık yeter!

Kendileri bile isteyerek yapıştıkları koltuklarını lütfen artık bir kadın avukata bıraksınlar. Hele o baroya barolara bir de kadın eli değsin bakalım ne olacak. Hem bence sadece kadınlar değil, siyasal temsiliyette olduğu gibi fiili bir durum yaratarak baroda da eşbaşkanlık sistemi hayata geçmeli. Kadın baro başkanının yanında bir de erkek eşbaşkan neden olmasın? Diyarbakır’a yakışan da bu olur.

Öğrenebildiğim kadarıyla Diyarbakır Baro Başkanlığı’na mevcut başkan Tahir Elçi yeniden aday. Bir de Feride Laçin aday. Feride Laçin’i yıllardır çok yakından tanır bilirim. Dobralığı, cesurluğu ve kararlılığı ile avukat kimliğine halel getirmemiş, kente ve coğrafyaya yakışan bir kadın aday. Baro Başkanlığı’na adaylığı, doğrusu pek yakışmış. Onu o koltukta görmek isterim. Bu yazı uzun zamandır Diyarbakır Barosu üzerine yazmak istediğim yazıya Feride Laçin’in Baro Başkanlığı’na adaylığı sebebiyle vesile oldu. Umuyor ve diliyorum ki Diyarbakır Barosu yeni dönemde kadın temsiliyeti ile toplumsal cinsiyet meselesi açısından da eksikliğini giderir ve bir kadın başkanı (ya da eşbaşkanı) olur. Ve neden bu ilk kadın temsiliyeti; Feride Laçin’le olmasın!