“Diyarbakır surlarında bir Samsun sigarası yakıp düşündüm.” Böyle diyordu iki yıl önce Diyarbakır Dengbêj evinde dinlediğimiz bir dengbêj. Diyarbakır’da dengbêjler otobüse para vermezler. Bunca yılın yarasını anlata anlata gazi mertebesine erişmişler.

Şimdi dengbêj evi kapalı. Değil surlara çıkıp bir Samsun yakmak, sura uzaktan baksanız polis gelip soruyor; nereye geldin?

Barış İçin Kadın Girişimi’nin öncülüğünde düzenlenen Barışa Bin Kadın başlıklı barış nöbeti bu Cumartesi Diyarbakır’da gerçekleşti. Yazar- doktor arkadaşım Ayşegül Tözeren’le bir gün önceden gittik. Birkaç gün önce dokuz mahallede sokağa çıkma yasağı kalkmış. Diyarbakır sokaklarının son halini görmek istiyoruz. Uzaktan bakmanın suçluluk duygusundansa yakından bakıp tanık olmak istiyoruz.

Kaldığımız otele de patlama sesleri geliyor. Yolda taksiciye soruyoruz, hangi mahallelere girilebiliyor? Pek tavsiye etmem hocam, diyor.

Belediye önüne varıyoruz. Amed Sağlık Platformu’nu oluşturan doktorların sağlık koridoru talebiyle başlattıkları beyaz nöbetin 45. günü. Barış Anneleri ve Haber Nöbeti için gelen gazeteciler de yanlarında. Doktorlar çatışma olan bölgelerdeki hastaları alamadıklarını, ölüleri dahi çıkaramadıklarını anlatıyor. Beyaz önlüklerinin kollarını sıvayıp ısınmak için yakılan ateşe odun atıyorlar…

Arada soruyorum; Suriçi’ne nasıl gideriz? Akşam oldu zaten, diyorlar. Güvenliğimizi düşünüyorlar.

Akşam Diyarbakır’da yaşayan yazar arkadaşlarımız, Murat Özyaşar ve Kemal Varol’la buluşuyoruz. Ben û Sen’de… “Yarın Suriçi’ne gider miyiz?” Tam olarak açılmadığını, içeri girildiğinde de sürekli kimlik ve üst araması yapıldığını söylüyorlar. “Diyarbakır’a gelip bir plastik sandalyede oturup İstanbul’a dönmek istemiyorum” diyorum. “Suriçi’ni mi görmek istiyorsun?” diyor Murat, “yürü gidiyoruz…” Boylu boyunca polis barikatları sur çevresini kuşatmış. Apartmanların, otellerin ışıkları sönük. Barikatın arasında yarım metrelik bir parça, kapı kanadı gibi ayrılıp içeri doğru açılmış. “Bak” diyor Murat; “Suriçi açıldı dedikleri de bu” öylece kalakalıyoruz. “Sen devleti görmek istiyorsun değil mi? Kızmak istiyorsun. Bak işte onu yapmanın bile önüne geçiyorlar.”

Bin filmin birden en vurucu sahnesi kuvvetinde kısacık bir an…

Geri dönüyoruz. Bir gün sonra eylem var. Memleketin 13 şehrinden kadınlar otobüslerle yola çıkmış. 25 saati bulan yollardan gelip barış diyecekler. Çok ferah bir eylem… O yüzden biraz korkuyorum. Suruç’taki gençler çocuklara oyuncak götürmeye gidiyordu. Ankara’ya insanlar barış demeye gitmişti. Masaya bir hüzün çöküyor. Bu gece sabaha çıkar da yarın akşama çıkar mı? Halbuki ne var, barış deyip döneceğiz.

Murat’ın son kitabının adı Sarı Kahkaha… Ölü evinde, mevtanın ardından iyi şeyler anlatılıp gülündüğü dönem demek sarı kahkaha… Kemal’in son kitabının adı, Ucunda Ölüm Var… Ağıtçı bir kadının hikâyesini anlatıyor. “Ben ölülere değil hikâyelerine ağlarım” diyor romandaki kadın. Biz masada birbirimizle ilgili anılarımızı yad ediyoruz. Ardımızdan atılacak sarı kahkahada anılacak hikâyelerimizi anlatıyoruz sanki. Halbuki utanmalıyız. İnsanların evine bomba düşen şehirde bir eyleme geldik diye korktuğumuzdan… Biz böyle değildik bu ülkede yaşarken olduk.

Ertesi gün 11.00’de eylemin yapılacağı Sümerpark’a varıyoruz. Diğer şehirlerden gelecek otobüsler yol boyunca ve en son Diyarbakır girişinde GBT için sürekli durdurulduğundan buluşma saatine yetişemiyorlar. Diyarbakırlı kadınlar orada. Birlikte bekliyoruz. Soğuk odada insanların birbirinin nefesiyle ısınması gibi, kalabalığı görünce korkumuzu unutuyoruz.

Beyaz bir gülüş, hoş geldiniz hocam diyor: Bahtiyar. Diyarbakır Kitap Fuarı’nda tanışmıştık. Taşsız pirinç gibi beyaz beyaz gülümser… Biraz muhabbet ediyoruz Bahtiyar’la. Hocam bir isteğiniz var mı? Aslında Suriçi’ni gezmek istiyorum ama… Ben sizinle gezerim hocam…

13.00 gibi, diğer şehirlerden gelen bütün otobüsler Sümerpark’a varıyor. “Ölümden değil yaşamdan yanayız” sloganıyla yürüyen yüzlerce kadın... Kimi mor fular takmış, ağzında düdüğü; kimi beyaz yemenisini bağlamış, elinde tuzluğa doldurulmuş pirinçle yaptığı çıngırakla barış için ses veriyor. Türkçe ve Kürtçe… Zılgıtla, şarkıyla, türküyle… Dünyanın neresinden duyulsa ancak iyi niyet diye çevrilebilecek bir lisandan ses veriyorlar. O kadar bir olmuşuz ki, en fazla “kız sen barışın neresindensin?” diye sorulabilir.

Bahtiyar’la parktan çıkıp yürümeye başlıyoruz. Yol boyunca patlama sesleri, barut kokusu… Surlar görünüyor. Eskiden hatırladığımız, sur çevresindeki günlük yaşamın hayhuyu yok. Polis barikatları sur boyunca uzanıyor. Polis kelimesi Yunanca’da ‘şehir’ anlamına geliyor. Eskiden surlar şehri korumak için yapılırmış. Şimdi polis, bir manada sesteş olduğu şehri korumak için kurulmuş surları zapt etmiş. Polis ‘polis’e girilmesine kota koyuyor.

Polis soruyor: Niye geldiniz? Arkadaşımla geldik. Tamam da niye? Mahalleye gireceğiz. Neden?.. Bahtiyar, evim burada diyor. Tam nerde? Falanca yerde. Çantalarımızı - üstümüzü arıyorlar, giriyoruz. Her taraf polis, TOMA, akrep, barikat…

Diyarbakır etrafında bağlar, eşrafında polis var. Otobüse bedava binip dengbêj evine giden dengbêjler yok artık. Kırmızı ışıkta tank bekliyor. Surun dibindeyiz. Sura çıkış serbest mi Bahtiyar? Tabii ki hayır hocam.

Alipaşa’nın ara sokaklarına giriyoruz.

Buradaki hayatı hatırlıyorum. Tekerleğin içine girip oyun niyetine yol boyunca yuvarlanan çocukları, kapı önünde çekirdek çitleyen kadınları, el arabasını yavaş yavaş iterek yürüyen esnafı… Birhan keskin diyor ya; “Bir çingene şarkısında kederli bir cümle şimdi bunlar.”

Sokaklar viran, evlerin çoğu boş, bir kısmı harap edilmiş. Dükkânlar kapalı. Sokaktan 10 dakikada bir biri ya geçiyor ya geçmiyor. Sokağa çıkma yasağı kalkmış. Mahallede sokağa çıkacak neredeyse kimse kalmadıktan sonra.

Kilisenin kapısında asma kilit var. Sokağa çıkmak serbest ama Allah’ın evi kilitli.

Bir bakkalın önünde çocuklara albenili gelsin diye olanca süslenmiş bir dondurma dolabı. Sokakta çocuk yok, bakkal kapalı.

Çarşıdaki dükkanlar kapalı. Sokağa çıkma yasağı kalkmış ama bir sokaktan diğerine yürüyemiyorsun. Bütün ufuk çizgileri bir polis barikatıyla bitiyor.

Peki Hasanpaşa Hanı yıkıldı mı Bahtiyar? Sülüklü Han? Tam olarak bilemiyoruz hocam, oralara giremiyoruz.

Diyarbakır’dakiler kafalarında birkaç haritayla yürüyor. Diyarbakır sokakları, Diyarbakır’ın girilmesi yasak sokakları, Diyarbakır’ın girilebileceği ilan edilmiş ama can güvenliği için girilmenin pek tavsiye edilmediği sokakları…

Bir kez daha… Devletle tanıştığımıza hiç memnun olmuyoruz.

İstanbul’a varınca taksici soruyor: Yolculuk nerden abla? Diyarbakır. Havalar nasıl? Dün güneşliydi bugün yağmurlu. Diğer havalar nasıl? Parçalamak istedikleri için bulutlu…