Ülkenin pek çok kenti gibi Diyarbakır da 31 Mart Yerel Seçimleri’ne kilitlenmiş durumda. Fakat Diyarbakır, diğer seçim bölgelerinden farklı bir gerçekliğin içinde. 1,7 milyon nüfusa ve yaklaşık 1 milyon seçmene sahip şehirde, 2014 yerel seçimlerinde yönetimi halkın oylarıyla belirlenen 11 belediyeye kayyum atandı. Başta Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, bu 11 belediyenin tümü Demokratik Bölgeler […]

Diyarbakır, kendine ait olanı geri istiyor

BERKANT GÜLTEKİN

Ülkenin pek çok kenti gibi Diyarbakır da 31 Mart Yerel Seçimleri’ne kilitlenmiş durumda. Fakat Diyarbakır, diğer seçim bölgelerinden farklı bir gerçekliğin içinde. 1,7 milyon nüfusa ve yaklaşık 1 milyon seçmene sahip şehirde, 2014 yerel seçimlerinde yönetimi halkın oylarıyla belirlenen 11 belediyeye kayyum atandı.

Başta Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, bu 11 belediyenin tümü Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) tarafından kazanılmıştı. Büyükşehir Belediye Eşbaşkanlığı için bu kez Hülya Alökmen Uyanık ve Adnan Selçuk Mızraklı’yı aday gösteren HDP’nin burayı seçimle kaybetme riski neredeyse yok ancak 31 Mart’ın Diyarbakır halkı açısından ‘kendilerine ait olanı geri almak’ gibi özel bir anlamı var. Hiçbir siyasi söylem, vaat ya da yerel sıkıntı bu gerçeğin üzerini örtemiyor. İnsanlarla seçim hakkında konuşmaya başladığınız ilk andan itibaren söz konusu psikolojiyi hemen hissetmeye başlıyorsunuz.

Hasan Paşa Hanı

‘RÖVANŞ’ ATMOSFERİ

Kuşkusuz Diyarbakır halkının bu hissiyata sahip olmasında, büyükşehir belediye başkanlığına hükümet tarafından kayyum olarak atanan Cumali Atilla’nın, 31 Mart seçimlerinde de iktidar partisinden aday gösterilmesinin büyük payı var. Atilla tercihi ister istemez bir ‘rövanş’ havası yaratıyor. Kentte sohbet ettiğimiz insanlar, kayyum yönetiminin halkın gözünü boyamak için iyi belediyecilik yapmaya çalıştığını belirtseler de, kendi iradeleriyle seçtikleri belediye başkanlarının yerine tepeden bir başka ismin atanmasını asla kabullenmeyeceklerini söylüyorlar. Zaten sohbet kısa bir süre sonra yerel gündemden çıkarak, ülkenin genel atmosferine bağlanıyor ve yurttaşlar, seçme-seçilme hakkına el uzatan bir iktidarı ödüllendirmeye asla sıcak bakmadıklarının altını kalın kalın çiziyorlar. HDP’nin “Ya me ye” (Bizimdir) olan kampanya sloganı da, esas olarak Kürt seçmenin bu halet-i ruhuyesine sesleniyor.

Diyarbakır’da 31 Mart, yerel sorunların tartışıldığı bir ‘yerel seçim’ zemininden çıkarak, halkın yeniden kendi varlığını ispatlamak için sabırsızlandığı bir süreç halini almış. Öte yandan kayyum Cumali Atilla’nın aday gösterilmesi hem AKP’nin Diyarbakır’a kayyumdan başka bir gelecek sunamadığının hem de Diyarbakırlıların duygularını önemsemediğinin sağlaması olarak değerlendiriliyor. Duygusal kopukluk seçim çalışmalarında da kendini belli ediyor. Sur’da HDP’nin ses araçları tur üstüne tur atarken, AKP’nin seçim araçları ise misafir gibi seyrediyor. Aralarında yaklaşık 100 metre olan seçim bürolarından HDP’ninkinde şenlik havası hakimken, yakınına yaklaşmadan müziğin sesini bile duyamadığınız AKP’ninkinde ise daha çok tükenmişlik göze çarpıyor.

Sur

DİNGİNLİĞİ BOZAN ZIRHLI ARAÇLAR

Şehirde dikkat çeken bir başka olgu da polis araçlarının görünürlüğü. Üstelik batı illerinden farklı olarak burada polis araçları oldukça hızlı ve tehlike arz edecek biçimde ilerliyor. Kimi zaman sokak ve caddelerdeki dinginlik, zıpkın gibi hareket eden zırhlı bir polis aracı tarafından bozuluyor. İşte o an, yakın zaman önce sönmüş ve külü hala sıcak olan bir yangının ertesinde olduğunuzu anlıyorsunuz. Kentin caddelerinde kalabalığa rağmen itidal hali fark ediliyor. Birbirine bağıran, birbiriyle kavga eden insanlar bir yana, hararetli konuşanların sayısı bile oldukça az. Bu durumu sorduğumuz Diyarbakırlılar, tahmin edileceği üzere, birkaç yıl önceki yıkıcı sürece ve son dönemde artan politik baskılara işaret ediyor. Acı olayların bıraktığı iz, kent insanının beden diline fazlasıyla yansıyor.

Diyarbakır mahalleleri, caddeleri ve sokaklarıyla baştan aşağıya politize olmuş bir şehir. Dışarıdan gelip kente bakan biri bu ruh halini rahatlıkla kavrayabiliyor. Ancak Diyarbakır’da iktidar aleyhine esen rüzgarı besleyen sadece bu politizasyon değil. Kentte konuştuğumuz AKP seçmenleri de, en az muhalifler kadar ekonomik gidişattan şikâyetçi. Besicilik yaptığını söyleyen bir yurttaş, hükümetin çiftçiyi savunmasız bıraktığından dem vuruyor: “Karkas etin kilosunu 30 liraya mal edip, 4 lira zararla satıyorum. Her hayvanda aşağı yukarı 1500-1600 lira zarar ediyorum. 3 senedir böyle. Eskiden dağ-taş hayvandı, şimdi kimsenin hayvanı yok. Birçok kişi traktörünü satıp işi bıraktı. 5-6 aya kalmaz hepimiz batacağız.”

‘ÜLKEYİ DIŞA BAĞIMLI YAPTILAR’

Meselenin çarpıcı olan kısmı ise kendilerini “AK Parti seçmeni” olarak nitelendiren bu huzursuz kişilerin, muhalif kesimin son yıllarda sıklıkla yaptığı “Ülkeyi dışa bağımlı hale getirdiler” eleştirisini benimsemeleri… Ziraat Bankası’ndan kredi almak için şartların ağır olduğunu belirten üreticiler, devletin çiftçiyi yüksek faizle yabancı bankaların kucağına ittiğini dile getiriyor.

İŞSİZLİK BÜYÜK SORUN

Kentteki en büyük sorunlardan biri de işsizlik. Toplu taşıma araçlarında kulak misafiri olduğunuz telefon konuşmalarından bile işsizliğin ne kadar yaygın bir problem olduğunu anlayabiliyorsunuz. Yurttaşlar birbirlerine aylardır iş aradığından, ‘işsiz işsiz gezdiklerinden’ söz ediyor. Diyarbakır’ın Bağlar ve Kayapınar’ın ardından en kalabalık üçüncü ilçesi olan Yenişehir’in işlek semtlerinden Ofis, genelde üniversitelilerin vakit geçirdiği bir bölge. Ofis’teki üniversiteli gençler, gelecekleri konusunda oldukça endişeli. Şehirdeki iş imkanlarının kısıtlı olması ve fabrika eksikliği gibi faktörler, üniversiteli gençlerin kendilerini ‘potansiyel işsiz’ olarak görmelerine yol açıyor. Sur Belediyesi’nin açtığı 147 kişilik kadroya 3 binin üzerinde başvurunun olması ve mülakat kuyruğunun caddeye kadar taşması, Diyarbakır’da işsizliğin boyutunu gösteren en önemli örneklerden biri.
Yerel seçim sonuçlarının Türkiye’de yeni bir siyasal denklem yaratacığı yönünde yorumlar yapılırken, Kürtlerin bu yeni denklemin en önemli paydaşlarından biri olacağı su getirmez bir gerçek. Ancak tarih boyunca feodalite, yoksulluk, ayrımcılık ve yok sayılma gibi binbir türlü sıkıntıyla bunalan bir halk için, bir seçimin yaratacağı olanaklardan daha fazlası gerekiyor. Bu da Türkiye’de demokratik alanın genişlemesi; ülkede adil ve eşitlikçi bir iklimin hâkim kılınmasıyla mümkün.

***

‘Kayyum tehdidi sadece bize değil’

HDP’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan adaylarından doktor A. Selçuk Mızraklı ile seçim sürecini konuştuk.


Diyarbakır, bugün HDP adına seçime giren adaylar için sandıkta kazanılması kolay bir kent. Kabaca HDP’nin yüzde 70 civarında oy alacağını tahmin edebiliriz. Siz bu sigortaya mı güveniyorsunuz, yoksa belediyecilik anlamında ortaya atacağınız farklı fikirleriniz var mı?

Diyarbakır, içinde hem travmaların olduğu hem de umutların çok fazla biriktiği bir şehir. Sadece son 10 yıla baksak, bu 10 yılın içinde şehrin ne tür sıkıntıları ve umutları içinde barındırdığını görebiliriz. Son 100 yılına bakarsak, o 100 yılın içinde de olağan yönetimlerin ve hukuk disiplininin olmadığı yaşanmışlıkları görürüz. Dolayısıyla böyle bir şehirde siyasi atmosfer, daha çok devlet politikaları (buna sadece hükümet politikaları diyemiyorum) ve halkın beklentileri arasındaki aksta belirleniyor.

DEVLET HUKUKTAN VAZGEÇERSE…

Burayı biraz açar mısınız?

Devletler hukuksuzlaştı mı, kaba bir güç aygıtı haline gelirler. Zoru meşrulaştıran, o araca yegane sahip olan ve hukuk disiplini çerçevesinde, herkese eşit mesafede durması gereken aygıtın adı devlettir. Dolayısıyla devletin bireylerle kurduğu ilişki tarafsız, bağımsız ve eşitlikçi olmalıdır. Hukuk kurumu da adalet dağıtmalıdır. Yani vicdanlarda karşılığı olan bir sistem olması gerekir. Ama burası 100 yıldır olağanüstü yöntemlerle yönetilmiş bir coğrafya. Böyle bir süreçten sonra, bu ülkede birlikte ve bir arada yaşama gayesi, umudu ve kararlılığı olan kitlelerin, her şeyden önce bir adalet ve hukuk beklentisi vardır. Bu noktada ciddi anlamda örselenmişliklerin olduğu bir şehirdir Diyarbakır. Örneğin sizler, başka kentlerden buraya geldiğiniz zaman, diğer illerde görmediğiniz şekilde devlet binalarının etrafında kocaman bariyerlerin olduğunu görürsünüz. Zırhlı araçların çok sayıda olduğunu ve bunların çok daha hızlı hareket ettiğini fark edersiniz. O nedenle çocuklar bu coğrafyada çok sık zırhlı araçların altında kalırlar. Şimdi böyle bir iklimde ve ortamda, kaçınılmaz olarak burada yaşayan yurttaşın bir adalet arayışı vardır. Diğer yandan, Diyarbakırlılar, bu ülkenin eşit ve özgür yurttaşları olarak kıvanç içinde yaşamak istiyorlar. Sosyal eşitsizliklerden mümkün oldukça kurtularak, daha hakça paylaşım talepleri var. Kendi kimliğinde, dilinde ve inancında yurttaşlar olarak yaşamayı bekliyorlar. Bu eksende baktığımız zaman, devlet dediğimiz aygıt bu taleplerin hepsinin orkestra şefi konumunda olmalı. Özellikle son 3-4 yılda yaşanan durum oldukça talihsizdir. Hele hele bölgemiz açısından düşünüldüğünde, daha talihsiz olayları da hatırlayabiliyoruz. Siyaset burada doğru ve hakça, herkes açısından kabul edilebilir ve beğeni toplayan birtakım politikaları sunabiliyorsa daha caziptir, değilse cazibesini kaybeder. Herkesin bildiği gibi, son zamanlarda yapılan seçimlerde, tüm zor politikalarına karşın toplumun umut ve beklentilerinin geriletilemediğini görüyoruz. Burada hayatın hakikati, işte bu taleplerde ifadesini bulan gelecek arayışıdır. Yerel yönetimlere talip olmuş partiler veya bu temelde sorumluluk almış adaylar, toplumun bu beklentilerini iyi analiz etmek ve bulunduğu pozisyon dairesinde de, onları karşılayabilecek çözüm politikalarını üretmek zorundadır. Bugün Diyarbakır sokaklarında gezindiğiniz zaman, HDP’nin halkın sadece siyasi aksı olmadığını, aynı zamanda toplumun vicdanına dönüştüğünü görürsünüz. O nedenle HDP siyaseti bu coğrafyada güçlü bir şekilde kök salmıştır.

MEDYA KONUYUYANLIŞ ELE ALIYOR

Bir süredir seçim çalışması yapıyorsunuz ve insanlara temas ediyorsunuz. Bahsettiğiniz konular dışında, burada halkın öne çıkan beklentilerinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Mesela belediyelere kayyum atanması, hazmedilen ve kabullenilen bir icraat mı oldu Diyarbakır’da?

Medya, kayyum meselesini yanlış ele alıyor. Bu bakış açısından kurtulması gerekiyor. Çünkü kayyum normalde, zorda olan kurumlara, işletilemezlik durumu ya da bilançolarında ciddi sorunlar varsa atanır. Dünyanın neresinde olursa olsun, ister askerler eliyle ister siviller eliyle, seçilmişlere dönük yapılan bu türden müdahalelerin hepsi darbedir. 2016’nın sonlarında yaşanan, HDP’nin eşbaşkanlarından başlayarak, milletvekillerine, belediye eşbaşkanlarına ve beraberinde binlerce siyasetçinin tutuklanmasına kadar varan, onbinlerce kişinin kamu kurumlarından ihraç edildiği, yüzlerce kurumun kapatıldığı bir süreci, isterseniz 12 Eylül’ün bilançolarıyla karşılaştırın. 12 Eylül’ün adına darbe diyorsak, bir de bu uygulamalara bakalım. Artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bile hiçleştiriliyor. Bu seçimler ya darbeden yeniden halk iradesinin tasarrufunun güçlendiği şekilde sonuçlanacak ya da darbeci düzenek saldırılarına devam edeceği alanı bulacak. Kayyumluk darbe sürecinin anahtar kelimesidir. 31 Mart, kayyumluğa karşı halkın iradesini hem içeriye hem de dışarıya gösterdiği bir süreç olacaktır.

Erdoğan, kayyumu tekrar kullanabileceklerini söyledi. Eğer seçilirseniz, Türkiye’nin mevcut konjonktüründe kayyum tehdidi hâlâ karşınızda duruyor olacak. Buna karşı bir planınız var mı?

Bu antidemokratik durum ve hukuksuzluk devam edecek olursa, bırakın yerel yönetimleri, hiç kimsenin yeri sağlam değil demektir. Bu hükümetin bakanlarının yeri de sağlam olmayacaktır. Çünkü Sezarlaşan her yapı, çevresinde de Brütüslerin olduğunu düşünür. Dolayısıyla kayyum tehdidi, bütünüyle hukuk devletine ve demokrasiye yöneliktir. Yani herkesin oturup düşünmesi gerekir. Eğer HDP’li belediyelere dönük böyle bir tehdit kullanılıyorsa, bilin ki bugünlerde kim susarsa sıra ona gelecektir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu ülkenin cumhurbaşkanı, Taksim’deki polis baskısına karşı ıslık çalan kadınların tutumunu, ezana karşılarmış gibi gösterecek kadar durumdan fayda sağlamak için birçok yolu kullanıyorsa, bu, hukuk dışılık düzeninin hiç kimseyi tanımadığı anlamına gelir. Bu tehdit sadece bize değildir, Türkiye’deki bütün yurttaşlara ve seçilmişleredir.

KALİFİKASYON ŞART

Ekonomik kriz, yurt genelinde olduğu gibi burada da büyük bir problem. Seçilirseniz, aklınızda yurttaşları ekonomik krizden korumaya dönük bir önlemler zinciri var mı?

Ekonomik kriz, siyasal krizden kaynaklanıyor. Ekonomi biliminde zaten kavram “siyasal-iktisat” olarak geçer. Dolayısıyla ben ekonomik kriz kavramını hiç doğru bulmuyorum. Türkiye’deki birçok iktisatçı da mevcut durumdan kurtulmak için, ilk önce bir hukuk rejimine ihtiyaç olduğunu söylüyor. Güven ortamı tesis edilmeli. Hukukun herkes için işler olması gerekiyor. Siyasal aksın yarına ilişkin umut verebilir olması ve üretici sektörlerde bir yoğunlaşma sağlaması şart. Aynı durumu Diyarbakır ölçeğinde düşünmeye başladığımız zaman, bu coğrafyanın sürekli kriz durumunda olduğunu söyleyebiliriz.

Özellikle genç nüfusun bu kadar yoğun olduğu yerde, genel olarak kalifikasyon diyebileceğimiz adımların atılması gerekiyor. Ayrıca bu bölge tarım açısından gelişkin hale getirilmeli ve tarımda ileri teknolojiler kullanılmalı. Özellikle eskiden pamuk denilince Çukurova akla gelirdi. Ruhu şad olsun, Yaşar Kemal’in romanlarından ötürü herkes pamuğun merkezini Çukurova zanneder ama Türkiye’de üretilen pamuğun yarısı Urfa ve Diyarbakır’dan çıkıyor. Dolayısıyla tekstil konusunda çalışmalar yapacağız. Bölge, tarihsel yapı stoğunun zenginliğinden ötürü turizm açısından oldukça elverişli. Bunun önünün açılması ve kentin buradan gelir kazanmasını amaçlıyoruz. Organik tarıma kazandırılabilir havzalar var, buralar için de gerekli çalışmaları yapacağız. Bununla birlikte bilim üslerinin oluşturulmasını hedefliyoruz. Kentimizde bu kadar genç nüfusun olduğu, dünyanın da ‘Endüstri 4.0’ı tartıştığı bir dönemde bilişim üslerinin kurulmasının yanı sıra, gerçekten buranın hem ülke içinde hem de uluslararası eksende güçlü bir duyurusunu yapmak istiyoruz.

Belediyecilik anlayışınız hangi temellere oturuyor?

Adil, şeffaf, hakça ve halkçı… Katılımcı, cinsiyet eşitlikçi, ekoloji dostu gibi birçok kavramı Amed belediyeleri savunmaktadır. Ama bir noktanın da altını bir kez daha kalın şekilde çizmek istiyorum. HDP siyasetine baktığımız zaman, Türkiye’de bugün şekillendirilmek istenen fikriyatın yıllarca önünden gidiyor. Bizler bu coğrafyada, kadın-erkek eşitsizliği başta olmak üzere, toplumun yaşadığı birçok eşitsizliği telafi etmeye dönük politikalar geliştiriyoruz. Bu seçimlerde HDP’nin diğer partilere oranla daha fazla kadın aday çıkardığını, problemi kökten çözerek yüzde 50-50 cinsiyet kotası getirdiğini görürsünüz. Ama basın yayın organları bunu görmüyor. Medyanın tutumu ayrımcılığı da geçti, artık tamamen yok sayılıyoruz.

***

Sur’da inşaat sürüyor

Tarihi M.Ö. 7500’lere kadar dayanan; Hititler’den Roma’ya, Selçuklular’dan Osmanlı’ya kadar toprağında birçok uygarlığın izlerini barındıran Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Çözüm Süreci’nin sona ermesinin ardından yaşanan çatışmalarda en fazla zarar gören yerleşim yerlerinden biri olmuştu. Sur’un tarihi evleri, haftalar süren bu şiddet ortamında bir daha kullanılamaz hale geldi. Yaşanan yıkımın ardından, Sur bugün bir şantiyeye dönüştü. Evleri yıkılan insanlar, başka yerlerde yaşamak zorunda bırakıldı. İlçede yıkılan evlerin yerine tarihe dokuya uygun olduğu iddia edilen ancak uzmanların sert eleştirileriyle karşılaşan yeni konutlar yapılıyor. Sur’un kadim sakinlerinin ise tekrar evlerine dönüp dönmeyecekleri meçhul…

***

Plakaların şifresi

Diyarbakır’da en dikkat çekici detaylardan biri, kentteki yabancı plakaların fazlalığı. Bunun nedeni yerli turist akını değil, ayrımcılık. Diyarbakırlılar, araçlarıyla başka şehirlere gittiklerinde ayrımcılığa uğradıklarını, bu nedenle Diyarbakır’ın plaka numarası olan 21’den farklı olarak, Ankara (06), İstanbul (34) ve İzmir (35) illerinin plaka numaralarını taşıyan arabaları kullanmayı tercih ettiklerini söylüyorlar. Yani Diyarbakır’da plakalar bile tam olarak özgür değil