İnsanın yattığı gibi kalkamaması dehşetli bir travmadır. Kafayı yersiniz! Ya da kafayı yememek için sizi yattığınız yerden kaldırmayana dur dersiniz.

Adınız Mehmet, Hasan, Ayşe, Fatma olsun… Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Şenyayla’da doğmuşsunuz, bu yaşınıza kadar orada yaşamış ve kendinizi Diyarbakırlı bilmişsiniz. Diyarbakırlı olarak yattığınız bir gecenin sabahında uyanıyor, bakıyorsunuz ki Muşlusunuz!

“Ne olmuş yani, Şenyayla aynı Şenyayla, siz de aynı yerde uyandınız zaten. Değişen bir şey yok” diyenler olacaktır. Vardır değişen bir şey ama. Hem değişen bir şey yoksa neden değişsin ki Diyarbakır’ın sınırları?

Değişen şey, çok şey… Çok önemli bir şey: Gece yattığınız yerde kalkmama haliniz ve buna sizin dışınızda “bir”inin karar veriyor olması. Evet, “bir”inin!

Gece İstanbul Sözleşmesi ile yatıp, sabah o sözleşme olmadan uyanmanız ve Meclis’in onayladığı bu uluslararası sözleşmenin, kimi hukukçular olamaz/imkânsız dese de, “bir”inin imzasıyla yok edilmesi!

Bu bir şey, çok şey, her şey işte!

Olup biten o “bir”e de hakaret aslında. Öyle ya, İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan o olmuş ve bunu, “Kadına Şiddet Artık ‘İnsan Hakkı İhlali.’ Sözleşme, Türkiye’nin öncülüğünde hazırlandı” tivitiyle müjdelemişti.

Şimdi, sözleşmeden çekilme gerekçesini Türkçe ve İngilizce dünyaya ilan eden İletişim Başkanlığı; “… İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir. Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararı alması da bu nedene dayanmaktadır” derken, koskoca devlet ve onun bu sözleşmeyi imzalayan başkanı “eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim” tarafından teslim alındı, demiş oluyor.

Sözleşmeyi imzacısından çaldılar, demiş oluyor.

Neyse, önemli nokta burası değil.

Bir Merkez Bankası başkanı “bir”inin imzasıyla görevden alınmasına teşekkür de edebilir. Ancak, o bir imza, misal gece 100 lira ile yattıysak, sabah 85 lira ile uyanmamız ve hepimizin yoksullaşması anlamına geliyorsa, önemli. Ben yaptım oldu denilerek, bir yörede yaşayan insanlarla hiç konuşmadan sınırları değiştirmek; imzaladığınız uluslararası sözleşmelerden Meclis’i falan boş vererek çekilmek; birkaç ayda bir “bir”inin dediklerini yapamadığı için Merkez Bankası başkanı değiştirmek çok önemli şey!

Bir tivit attı diye bir vekilin vekilliğine son vermek, bir işaretle parti kapatmaya girişmek… Çok şey!

Belki bu noktada “bir”i biraz revize etmemiz lazım. Sağ olsun, bir de Bahçeli var!

Türkiye akşamdan sabaha nelerin değişeceğinin bilinmediği bir ülke haline gelmiş olsa da Bahçeli’ye bakarak bir sonraki gün neler olacağını kestirmek mümkün. Misal, Gergerlioğlu’nun “yer yatağı ile birlikte Meclis’in kapısının önüne konulmasını” mı istedi, ertesi gün oluyor. HDP’nin kapatılmasını mı istedi, o adım derhal atılıyor.

Dün Cumhuriyet, “Franco İspanyası Gibi” manşetini atmıştı. Anayasa Profesörü Korkut Kanadoğlu’nun değerlendirmesine dayanarak: “Devlet başkanı, hükümet başkanı, başkomutan, iktidar partisinin genel başkanı, yargının üst yönetimini belirleme ve kendisine tamamen bağlı bir basın yayın imparatorluğu… Franco İspanyası’nı betimleyen bu düzenin sanki bugünden pek bir farkı yok.”

Yani; Türkiye’de yatıp Franco İspanyası’nda kalkma hali! Bu çok şey işte. İstanbul Sözleşmesi ile cemaat ve tarikat yapılarına, HDP ve Gergerlioğlu üzerinden milliyetçi çevrelere çakılan selamların götürdüğü yer orası.

Yattığı yerden bambaşka bir yerde uyanmak istemeyen herkes, bir an önce uyanıp el ele vererek dur demezlerse, olacağı bu!