Geçen Nisan ayının serin bir gecesi. Operet Sahnesi’ndeyiz

Geçen Nisan ayının serin bir gecesi. Operet Sahnesi’ndeyiz.  Sultan Abdülmecit tarafından Paşa unvanı verilen Osmanlı Sarayı’nın Maestrosu Donizetti Paşa’nın yarattığı notalar hala kulağımızda. Verilen aradan istifade  Aziz Hoca ( Konukman) ile ayak üstü sohbet ediyoruz.

Fuayede,  yeni – Osmanlı göyneğini zihnine giymiş, parmağı koca gümüş yüzüklü, TUSCON üyesi mütedeyyin bir tanıdıkla merhabalaşıyoruz. Kısa bir hal-hatır girişinden sonra,

“Aslında klasik müziği hele hele operayı hiç sevmem ama Richard Wagner’in yeri başka.” deyivermez mi.. Bu çelişik söylemden sonraki konuşmalardan, vatandaşın Wagner sevgisinin, özünde  bestecinin Yahudi karşıtı olmasından kaynaklandığını öğreniyoruz.

Bu günlerde ikinci bir Mavi Marmara Filosu  Gazze’ye doğru yola çıkma hazırlığında. Wagner hayranı, mütedeyyin tanışım bu filoya maddi katkı sunmuş ve benden de yardım edip edemeyeceğimi soruyor. Sonuçta hepimiz Amerikan karşıtıymışız. Espri ile karışık;” Evet, biz sizin deyiminizle kal-u beladan beri ABD emperyalizmi belasıyla  mücadele ediyoruz. Peki, siz gerçekten öyle misiniz, yoksa takiyye mi yapmaktasınız?” diye sordum. ABD orijinli Cemaat yapılanmasını ada vapuru gibi yalpalaya yalpalaya aklamaya çalıştı aklınca.  Yağmadan gürlemeyi iyi beceren Erdoğan ve Yeni-Osmanlıcılar şu seçim arifesinde  tribünlere oynamaya devam ediyorlar anlayacağınız.

Gelin görün ki yakın coğrafyamızın gerçekleri bambaşka. Obama’dan bir hafta sonra ABD Kongresi’nde, Obama’nın sözlerini ayakları altında ezen Netenyahu hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar tarafından ayakta alkışlanıyor olması gibi mesela...

12 Haziran seçimlerine sayılı günler kalmışken, seçim meydanlarında yeni-liberal politikaların yıkımından nerdeyse hiç söz edilmiyor ve başta Petro-İş üyeleri olmak üzere yüzbinlerce işçinin toplu sözleşmeleri için masadan kaçılmakta iken ortalık küfürleşmeler, siyasi tekel oyunları ve kasetlerden toz duman vaziyette. Özellikle şu kaset meselesinde ilginç olan hem Cemaat kanadından H. Gülerce’nin hem de MHP kanadından  Ö.Yeniçeri’nin bir dizayndan söz etmeleri. Gülerce "Dizayn var iki partili bir duruma gidiliyor” derken, Yeniçeri ise, "ABD’nin büyük Orta Doğu Projesi bağlamında bölge ve bu arada Türkiye’nin dizayn edilmesinin yolunun MHP’nin dizaynından geçtiği ortaya çıkmıştır.” demekte.

Aslında Wikileaks Türkiye belgeleri de böylesi bir dizayna işaret ediyor. ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı John Kunstadter’in Ağustos-2005 tarihli raporundaki şu birkaç saptamada olduğu gibi; 

“Ancak esas sorun MHP’nin ideolojisinin Türk ulus-devletinin dağılacağı korkusundan köklenmiş olması ve küreselleşmenin ve iktisadi kalkınmanın zorlu sınavıyla başa çıkmayı becerememesi.”

“Bahçeli’nin dışarıdakileri suçlama tercihi, Baykal’ın yaklaşımına benziyor. Bu yıl içinde, Baykal’da parti içinden liderliğine yöneltilen çıkışları, kendisini yerinden etme çabalarının arkasında ABD hükümetinin olduğu suçlamasıyla yanıtladı.”

“Eğer yeni bir liderlik, partinin denetimini eline alabilir, partinin ideolojisini iktisadi modernleşmenin ve küreselleşmenin sınavlarıyla ikna edici biçimde başa çıkabilecek şekilde yenileyebilirse ve bu yeniden canlanmış MHP’nin anti-Amerikanizme ne derece katkı yapacağı ise doğrudan doğruya, milliyetçilerin Kuzey Irak’taki PKK’ya karşı mücadelede ABD’nin Türkiye’nin yanında olduğunu ne kadar net algılayabileceklerine bağlı olacaktır."

Görülen o ki yetmişli yıllarda Türkiye’de MHP’ye bir hayli ihtiyacı olan ABD için artık bu ihtiyacın söz konusu olmadığı,  tam aksine seçim sonrası hayata geçirilmesi tasarlanan bir dizi planın önünde engel teşkil edeceği öngörüsüne dayanan bir dizayn söz konusu. Yeniden müzakere sürecine girecek Kürt konusu, masaya yatırılması muhtemel Kıbrıs sorunu, Ermenistan ile yapılan protokol, azınlıklar sorunu, Irak’taki gelişmeler, özellikle Kerkük sorunu gibi pek çok konuda ayak bağı olacak bir MHP istenmiyor.

Küreselleşme ve  entegrasyondan sapma belirtileri karşısında Erbakan’ın saf dışı bırakılması örneklenerek; “ya hizaya gelirsin yada yok olursun” mesajı verilmek istenmekte. Mevcut durum MHP için yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal misali bir durum.

ABD ile girilen ilişkilerde mutlak biat durumu kaçınılmazdır. Benzer bir durum AKP ya da Erdoğan içinde geçerlidir. Bir kere uzatılan biat belgesine imza attınız mı geri dönüşü yoktur. Aslında bu yeni bir durum da değildir.

Amerikan yerlilerinden Siyular bu uyarıyı yıllar öncesinde bırakın dünyalıya, Ay’dakilere bile sunmuşlardı.  1969’da ABD’nin Ay’a gideceğini duyan Siyular, NASA’ya gidip; “Ay’da Kabilemizden akrabalarımız var, onlara bir mesaj göndermek istiyoruz” deyip bir zarf bırakmak isterler. NASA Yetkilileri bunun olanaksız olduğunu, Ay’da hiç canlı olmadığını söyleyip mektubu almayı ret ederler. Siyular ısrarcıdırlar, bıkmadan, usanmadan NASA’nın kapısını aşındırırlar. NASA Yetkilileri bakarlar ki olacak gibi değil, “Peki, verin bakalım mesajınızı” deyip mektubu kabul ederler. Mektubu astronotlara vermek yerine hemen oracıkta açıp okumak ve imha etmek niyetindedirler. Okudukları mesaj oldukça kısadır;

“Merhaba akrabalarımız! Ne yaparsanız yapın ama sakın bir şey imzalamayın!”