Düşlerime giriyor, tir tir titriyorum. Pek akıl etmezler de hani olur a, belki birisi arar, hangi TV ise, orada bir izlenceye katılmamı ister ki “eyvah” işte o zaman. Kendimden kuşkum yok, iyi konuşmacı sayılırım da hangi konuda ne diyeceğim ben, hele şu günlerde. Birbirleriyle bağlantılı “hayır” diyeceğim onca şey var ki saymakla bitmez; “açık ve net” böyle söylüyorum ve bunu derken, genelde kimi pek bilmiş siyasetçilerin yanlış kullanımlı aynı anlamda ikili sözcükleri dinlemek zorunda kalıyorum TV’de. ”Net” nedir? “Açık”ın Fransızcası. “Türkçe açık” diyorsan “Fransızca net” deme; yabancısını yeğliyorsan o zaman “açık” deme; ikisini bir arada, hayır, hiç deme…

1980 yılı mıydı, sanırım; Ortaoyuncular kuruluyor ve ilk oyun Şahları da Vururlar. Ferhan Şensoy, Ulvi Alacakaptan, Tarık Pabuççuoğlu, Zeynep Tedü, Ayla Aslancan, Halit Akçatepe, müzikleri ve çalgılarıyla Fuat ile Özkan, sahne arkadaşlarım… 7-8 yıl önce Halit’le karşılaşıyoruz. “Hah,” diyorum, “kafamdaki soru, ben anımsayamıyorum, bizim ilk oyunda 8 izleyici mi vardı?” “Ne sekizi oğlum, o dediğin: 8 x 0=0” “Bilmece mi?” “Açıklayayım: Sekiz oyunu oynayamadık çünkü gelen seyirci sayısı: 0 idi…” Sonra olay patladı. Ben şahı oynamayı bıraktığımda sayı 372’ye ulaşmıştı… Bugün aynı gazetenin bir sayfasında ”hayatını kaybetti”, bir diğer sayfasında “yaşamını yitirdi” biçiminde duyuruluyor Halit Akçatepe’nin ölümü. Ey basın, ikili saçmalığa “hayır” deyip, yargıya varsanız artık Arapça mı, Türkçe mi yazacaksınız? “Çok değerli bir oyuncuydu Halit, birlikte çalışmışlığımız vardı,” diyor, şimdi dizi yazan(senarist) bir arkadaşım. “Bir ‘hayır’ da bizden” diyerek, 97 uğraştaşın(meslektaşın) imzaladığı Senaryo Yazarları Derneği’nin bildirisinden kimi bölümleri aktarıyor: “İzleme süresini imkansız kılan 120-150 dakikalık diziler yazmaktan dolayı şiddetli mutsuzluk içindeyiz. 30 küsur hafta boyunca, hikâye anlatmaya çalışırken, dramanın gereği olan tüm temel ögelerden verdiğimiz tavizlerden ötürü, temposuz, akmayan, uzun bakışmalar, müzik-altılar ve flashbacklerle şişirilmiş bölümler yazmaktan ötürü mutsuzuz. (…)Dünyanın hiçbir yerinde bu sürelerde dizi yazılmaz ve üretilmezken; yıllar önce 90 dakikaya hayır dediğimiz ‘Yerli Dizi, Yersiz Uzun!' eyleminden bu yana yayın süreleri 150 dakikalara çıkmış olduğu için; mesleğimiz, işimize olan saygımız, hikaye ve senaryo üretirken sahip olduğumuz profesyonel görüşler ve insani şartlarda çalışma arzumuz yok sayıldığı için mutsuzuz.(…) Uzun süreler yüzünden hikayesini sezon finalinden önce tüketen, tükettiği için sezon ortasında final yapan diziler ve işsiz kalan bütün dizi çalışanları adına mutsuzuz…” “Son tümce bence en önemlisi, ne dersin?” diyorum… “Doğru” diyor, “Oyuncular, onlar için zor ama esas sette çalışanlar; hadi sen de bir çarpma yap, her birini ortalama en az 3’le çarp, eşi çocuğu. Dizi kaldırılınca kapı önüne koyuluyor insanlar; eve ekmek nasıl gidecek?… Bildirinin devamında şu var: 60 dakikadan uzun süren diziler yazmamak için bir araya geldiğimizi, güç birliği oluşturduğumuzu ve görmezden gelinemeyecek, gözden çıkarılamayacak bir çoğunluğa ulaşmak için çalıştığımızı sektöre ve kamuoyuna ilan etmek isteriz… Böyle duyuruldu fakat ben esas çözümün ne olduğunu biliyorum, bir KHK ile biter bu iş, başbakandan isticem valla, bak baba diyeceğim…” “Ne babası ya?” “Biz saygımızdan büyüklerimize öyle sesleniriz. Evet, senaristlere kıyak yap baba, istediğine çıkarıyorsun zaten KHK…” “Dur sus! Ne yapıyorsun, yerin kulağı var!” diyorum. “Ben kötü bir şey söylemiyorum ki, herkesin iyiliğini istiyorum. Evet baba; kırk yılda bir yapılan içerikli dizilere laf etmiyorum, o garibanlar başladıkları gibi bitiyorlar; ben dizi mizi derken, diğerlerinden söz ediyorum, esas onlarla oyalanıyor insanlar baba. Ancak şimdilerde durum vahim; vatandaş saatlerce uzayıp gitmelerinden yorgun düşüyor, TV başında uyukluyor. Böyle giderse dertler sorunlar nedir, onlara yönelecekler biraz. Ama dizi koşulları düzelince halkım zıpkın gibi olacak yeniden; izleyici öyküyle, kahramanlarıyla daha sıkı fıkı olacak, tam özdeşleşme yaşanacak baba; yani demek istediğim: biz kurtulacağız, siz kurtulacaksınız, onlar kurtulacak, herkesin çıkarına yani. Onun için hemen yapımcılarla, kanallarla, şu patronlarla görüşsen!? Hani acilen bir 60 dakikalık KHK rica etsem baba…” “Sen ne dileniyorsun Şam babası?! Şaka mı yapıyorsun kaka mı, anlayamadım da, bildiklerim var içinizde, herkes senin gibi düşünmüyor babasını! ” diyorum yazar arkadaşa “Ne varmış?” diyor. “Yazmayı bırakmalı tez elden, denenmeli bu…” diyorum. “Hadi yaa…” diyor giderayak, “97 çarpı...” Konuşturmuyorum gerisini, bir çarpı koyuyorum yüzüne kaparken kapıyı…