Geçen haftaki yazımı kaç kişi okudu(B01) bilmiyorum; ama şaşkınım, tek bir ses de mi gelmez dizicilerden, emekçilerden?! Neyse, söyleşiyi(alıntılarla) sonlandıralım. Halil Eraslan soruyor, Esra Yıldız yanıtlıyor:
Siz tabii dizi sektöründeki bu işleyişi biliyorsunuz, bir iş güvencesi olmaksızın, bunu bilerek ve isteyerek çalışıyorsunuz değil mi?


İsteyerek denemez ama evet, bilerek çalışıyoruz. Açıkçası üç yıldır bu şartlarda çalışıyorum. Çalışma şartlarıyla alakalı ağlamayacağım. Herkes her şeyin farkında zaten. Bizim günde kaç saat ve ne şartlarda çalıştığımızın, ödemelerle ilgili nasıl sıkıntılar yaşadığımızın… Bizim sektörde aldığımız ücrete “kaşe” denir. O da bir bölüme denk düşer. Bir bölüm, bir haftada çekildiği için haftalık para alıyoruzdur ama haftalık bir para elimize geçmez. (...)Sonuç olarak artık işsiziz ve daha ödemeleri yapılmamış ama yayınlanmış bölümler var. Ne zaman ödeme yapılacağına dair de bir fikrimiz yok.
Ekip arkadaşlarınızın bu duruma tepkileri nasıl oldu? Sadece siz değil, bütün set çalışanları?

Açıkçası kimsede bir tepki yok. Çünkü insanlar bu durumu bir şekilde kanıksamışlar. Bu sektörden bir arkadaşımla konuştum, “E alışmadın mı hâlâ?” dedi. Bu duruma alışmak mı gerekiyor, ben alışmak istemiyorum açıkçası.(...) Siz bu meslekten para kazanıyorsunuz ve yeni bir işe başlıyorsunuz ama aslında yapım şirketi biliyor belki de o işin gitmeyeceğini ya da ne zaman biteceğini. Sonra siz de sezon ortasında işsiz kalıyorsunuz ve nereden baksanız üç dört ayda bir iş arıyor durumunda oluyorum.

Birçok insan bu durumdan etkilendi ve çeşitli mücadele yolları geliştirmeyi deniyorlar. Siz herhangi bir sendikal çalışmaya destek verdiniz mi? Üç yıldır bu sektörde çalışıyorum ve son bir yıldır bu durum beni rahatsız etmeye başladı. Bize, gerek üniversitede gerekse sektöre ilk başladığımızda “Bu sektör böyle, çalıştığın zaman para var, vaktinde ödeme yapılmaz, çalıştığın süre boyunca sigortalısın, bu sektör böyle, bu sektör şöyle...” diye öğretiliyor ve sanki her şey normalmiş gibi bir algıya kapılıyoruz. Tabii sendikaları biliyorum ama ben üç yıldır bu sektörde çalışan biri olarak sendikaların varlığını görmedim.

Peki bu sendikalar size hiç ulaşmadılar mı, hiç görmediniz mi?

Geçen yıl bir sanat asistanı arkadaşımız yaşamını yitirdi, Selim. Sendika toplandı ne yapabiliriz diye. (...)Hiçbir şey olmadı, herkes ağladı ve dağıldı...

Çalıştığınız işin sona ermesiyle kaç kişi bu durumdan etkilendi?
Oyuncuları saymazsak, yani yalnızca teknik ekip, kamera arkası günlük ortalama sette bulunan 60 kişi vardı diyebilirim. Daha büyük projelerde bazen 100 kişi bile olabiliyor...
Peki, bu 60 kişi her gün bir araya geldiğinizde bu sektörün sorunlarını konuşup, bir çözüm üretmek üzere sohbet ediyor musunuz?

Maalesef sadece ideolojik olarak yakın olduğum insanlarla konuşabiliyorum. Çünkü diğerleri zaten anlaşılamayacak, uzlaşılamayacak insanlar ve sektörde “akademililer ve alaylılar” diye bir ayrım var. Alaylıların itiraz etme durumları maalesef bize göre daha az. (...) Günde ortalama on beş saat çalıştığımız bir yerde, sırf set adabı diye hakkımızın yenmesine seyirci kalmak sinir bozucu.
Siz bu edindiğiniz deneyimlerle bundan sonra nasıl bir tavır almayı düşünüyorsunuz?
Kişisel olarak geliştireceğim tavır konusunda çok emin değilim. Ne yapmam gerektiği konusunda. (...)İstanbul şartlarını da düşünürsek, telefonum çalsa ve bir iş teklifi gelse ben mecburen kabul edeceğim. Yarın sabah 5’te gel deseler kalkıp gideceğim. Çünkü hayatımı devam ettirmem bu işe bağlı. Bu işin eğitimini aldım ve bu iş maalesef bu şartlarda yapılıyor. Ama her defasında “artık ben mesleğimi yapmak zorunda değilim, hayatımı devam ettirebilecek başka ne iş yapabilirim” diye çıkış yolları da arıyorum...