Dizilerdeki yaşam gerçek değil, fantezi
Ekonomik kriz derinleşirken dizilerde lüks evler, arabalar, varlıklı başrol karakterlerinin onlarcasına rastlamak mümkün. Antropolog Bülent Usta, “TV dizilerinde zenginlerin hayatı, toplumsal fantezi dünyasını besler oldu” diyor.
Işıl Çalışkan
isilcaliskan@birgun.netSanat neydi? Sanatçının fikirleri ve yaratıcılığı yoluyla insanı tartışan üretim yoluydu. Bireysel ve toplumsal dertleri anlamak için o dönemin sanat üretimlerinden ipuçları bulmak mümkündü. 60’larda ve 70’lerdeki sanat üretimlerine bakıldığında eşitsizliğin ve sömürü düzeninin bir sonucu yoksulluğun izlerini görürüz.
Peki ya günümüzde sanat eserlerinde yoksulluğun ne kadarına rastlıyoruz? Toplumsal gerçekçilik eserlere ne kadar yansıyor? Bu sorgulamayı yapmak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Herkesin kolayca ulaşabildiği televizyon dizilerine bakıldığında, lüks evler, arabalar, yediği önünde yemediği arkasında başrol karakterlerinin onlarcası var. Ekonomik kriz derinleşirken bu yaşamlar maalesef yalnızca dizilerde. Peki ya gerçeklik işin neresinde? Dizi eleştirmeni Oya Doğan, Antropolog Bülent Usta ve yapımcı, yönetmen Murat Şeker’e sorduk.
BÜLENT USTA: ZENGİNLERİN HAYATI TOPLUMSAL FANTEZİYİ BESLİYOR
Televizyon dizilerinde yoksulların yok gibi olmasının nedeni, yoksulluğun başarısızlıkla ilişkilendirilmesi. Sosyal medyadaki pek çok yayında kriptodan borsaya, internet üzerinden satış yapmaktan influencer olup köşeyi dönmeye dair zenginliğin nasıl ulaşılabilir olduğu işleniyor sıkça. Yeter ki doğru tercihi yap, rasyonel ve azimli ol... Öyle olmazsan piyasa seni cezalandırır. Bir kesim içinse yoksulluk, tıpkı deprem ya da sel gibi doğal bir felaket ya da kader. Kaderine razı ol. Yoksulluğun toplumsal ve siyasi nedenleri görmezden geliniyor çoğunlukla. 60’larda ya da 70’lerde dönemin siyasi iklimine uygun olarak yoksulluk kader ya da doğal bir felaket değildi, başarısızlık hiç değildi, eşitsizliğin ve sömürü düzeninin bir sonucu olarak görüldüğü için sinemada ve edebiyatta derin bir biçimde işleniyordu. Neoliberal politikalarla toplumsal arka fon değişince yoksullar TV dizilerinde, sinemada, edebiyatta silinmeye başladı. İşin tuhaf tarafı pek çok yoksul da kendini artık yoksul hissetmiyordu, fantezi dünyasında yaşamak kolaylaştığı için. TV dizilerinde zenginlerin hayatı, toplumsal fantezi dünyasını besler oldu. Bir yandan bu zenginler de hiç mutlu değil, huzurları yok tesellisi de veriyordu.
Yeşilçam sineması ya da Charlie Chaplin’in filmlerinde insanlar yoksul olsalar dahi iyi ve insan kalabiliyorlardı. Sonrasında sömürülmeye ve zengin olmaya istekli maceracı insanlar belirmeye başladı sinemada. Maddi olmayan üretimin hâkim olmaya başlamasıyla yoksulluk cinayet ve detektiflik dizilerinde umutsuzluğun, çılgınlığın ve kötülüğün kaynağı olarak belirdi. Televizyonda gündüz kuşağındaki bazı programlarda yoksulluk ahlaki çürümüşlükle yan yana gösterilir oldu. Bu da yoksulluğu kişisel başarısızlık olarak etiketlemeyi kolaylaştırdı. Ama daha da önemlisi, gerçeklik algısının bozulup fantezilerde hayat sürmenin kolaylaşması. TV dizilerinde bence bu yüzden zenginler ve zenginlik artık daha çok var, umutsuzlukla baş etmenin kolay yolu fanteziler çünkü.
OYA DOĞAN: YOKSULUK BAŞKALDIRI OLARAK GÖRÜLÜYOR
Türk dizilerinde aşağıdan yukarı tırmanış hikâyeleri çok sevilirken, maalesef yukarıdan aşağı düşüş hikâyelerine seyirciler yüz vermiyor. Kimse zenginlikten fakirliğe düşüşü izlemek istemiyor. O nedenle yıllar içinde Türk dizi yaratıcılarının zenginlik kası gelişti. Ekranda izlediğimiz tüm ana karakterler zenginlikten geliyorlar. Onların derdi hiçbir zaman maddi yoksulluk olmadı. Karakterlerin ya ruhları yoksuldu, ya gözleri açtı. Yoksulluğun toplumun büyük bir çoğunluğuna sirayet ettiği halini uzun yıllardır ekranda izlemiyoruz. Oysa toplumun belini büken ekonomik krizde bile ekranın derdi zenginlik hatta bazen görgüsüzlük pompalamak! Tabii ki bunun pek çok sebebi var. Ancak en büyük sebebi politik… Çünkü çok izlenen bir dizide yoksulluğa değinmek bile bir direniş hatta başkaldırı olarak yaftalanabiliyor. Ardından da yasaklar yağmaya başlıyor. Bu da yaratıcılar tarafından otosansüre neden oluyor. Tüm eko-sitemini Türkiye’de dizi üretip yurt dışına satmak üzerine kuran dizi sektörü o nedenle yok sayıyor. Yine bir dizi repliğiyle söylemek gerekirse; Türkiye’deki yoksulluğa karşı dizi sektörü; “Ağzımızın tadı bozulmasın” diyor.
Ekranlarda yoksulluğu görmememizin bir diğer nedeni ise tamamen ekonomik. Bugün Türk dizileri dünyaya satılıyor. O ülkelerde ise bambaşka bir Türkiye resmediliyor. Herkesin zengin olduğu, evde sabah kahvaltısına bile tasarım elbiseler ve mücevherle gidilen, son model arabalara binilen, herkesin güzel ve kaslı olduğu bir Türkiye resmi özellikle Arap ve Latin kültüründe karşılığını fazlasıyla buluyor. Son yıllarda ekranda kendi adaletini arayan kahramanları, aldatılıp kendi gücünü bulmaya çalışan kadın kahramanları, tarikatlarin iç yüzünü, muhafazakarlık ve sekülerliğin harmanlandığı iki yüzlülüğü, travmalı zengin aileleri izliyoruz. Yoksulluk bu ailelerin kapısını bazen çalıyor ama kahramanlar kısa sürede o yoksulluğu zenginliğe dönüştürüyor.
MURAT ŞEKER: YOKSULLUĞU ANLATAN DİZİ İSTENMİYOR
Türk televizyonları için üretilen dizilerin ne şekilde olacağı, hangi temaların işleneceğinde asıl belirleyici olan özellikle Latin Amerika’daki satış potansiyeline bağlı. Son 4 yılda özellikle Güney Kore ülkelerinde tutan işlerin Türk adaptasyonları yapılmaya başlandı. Adaptasyon işine girdiğinizde zaten Türkiye gerçeğinden uzaklaşıyorsunuz. Bu işin ticari boyutu. İkinci boyutu, zaten RTÜK baskısıyla Türk dizi temaları zaten belli konulara hapsolmuş durumda. Bugünkü RTÜK kanunları gereği Tüm dünyada inanılmaz satış yapan Muhteşem Yüzyıl bugün başlasa sürdürülemeyebilir mesela. Günümüzdeki RTÜK kuralları geçtiğimiz 10 yıla göre çok daha sertleşmiş ve muhafazakarlaşmış durumda.
İşin en acı gerçeği de izleyicinin ne izlemek istediği kısmı. Yurt dışı satış potansiyelini ve oradaki ticareti, RTÜK’ün baskıcı zihniyetini de bir kenara bırakalım. Acaba yoksulluktan muzdarip olanlar yoksulluğu görmek istiyor mu? Yüzde 51 oranındaki kesim görmek istemiyor. Tam tersine varsılların hayatlarına, varsılların nasıl yaşamlarda yaşadığına, o sınıf atlama halinde kendisinin de belki oralarda neler yapacağını görmek istiyor. Belki de hiç gerçekleştiremeyeceği hayali görmek ve ona inanmak istiyor. Bu da işin acıklı tarafı. Yoksulluğu anlatan bir dizi yapılsa ne kadar tutar bilmiyoruz. Ama tabii bunu da görebilmemiz için önce bir dizi yapılması ve reytinglerdeki potansiyelini görmemiz gerekiyor. Ama günümüz şartlarında yurt dışı satış dinamikleri asıl belirleyici olan olduğu için şu an Türk diziciliği Meksikalılar ve Latinler tarafından yönetiliyor. Yapımcıların motivasyonu zaten iktidarla aralarında bir sorun çıkmasını istemiyorlar. Ama bir yandan da son 3 yılın Türkiye trendi de laik muhafazakâr çelişkisi üzerine işler yapılıyor. Sınıf çatışması meselesi zengin kız fakir oğlan aşk hikâyesi dışında çok değinilmiyor. Özetlemek gerekirse, 3 dinamik öne çıkıyor. Yurtdışı satış potansiyeli, RTÜK’ün çizdiği sınırlar ve halkın ne istediği.