Şeyh efendiyi müridlerinin uçurduğu doğrudur ama kendisi de “uçardı” aslında. Dünyanın günlerce akıbetlerini merak ettiği Şili’de göçük altında kalan madencilerin sağ salim kurtulmasının kendi marifeti olduğunu söyleyecek kadar inanırdı kendi kerametine. Hatta öyle ki göçüğün gerçekleştiği sırada Kıbrıs’tadır ama madencileri kurtarmak için Şili’ye “astral bir yolculuk” yapmış madencilerin yanında dua ederek hepsinin hayatta kalmasını sağlamıştır(!)

Dizinin dibindeki o şeyhin marifetleri!

Yeni Kuala Lumpur Büyükelçimiz Merve Kavakçı’nın bir Lonrda ziyaretinde çekildiği anlaşılan Şeyh Nazım’ın dizinin dibindeki o fotoğrafı, biat kültürünün, Recep Tayyip Erdoğan’ın Gülbeddin Hikmetyar’ın dizlerinin dibindeyken çekilen malum fotografından sonra en çarpıcı karelerinden biri olmaya aday. İtaat edilenin, peşinden gidilenin dizinin dibinde oturmak sadece saygının değil, kendini teslim etmenin de göstergelerinden birine dönüşmüş durumda. Müridin inanılan, sayılan ile kendini - bilerek- eşit görmeme tutumu bir anlamda. Saygıda kendini sıfırlama hali de dense yeridir.


Söz konusu fotoğraf karesi için davranış bilimciler neler söylerler bunu onlara bırakıp, Kavakçı’nın dizlerinin dibine oturduğu zattan, yani tam adıyla Şeyh Nazım Adil Kıbrısi’den söz edelim biraz. Mübarekle Londra’da Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı Rabıta skandalı hakkında söyleşi yapmaya çalışmışlığım vardır. 1 “Rabıta için ne düşünüyorsunuz” diye sorduğumda “biz Rabıta hakkında herkesten fazla şey biliriz” der demez etrafındaki şakirtleri ellerini birbirine kavuşturup “muhakkak” diye onaylamış, ancak muhterem soruma doğru dürüst yanıt vermeden uzaklaşmıştı. Yani , Rabıta hakkında herkesten fazla şey bilen hazretten bir yanıt alamamıştım. Nerden baksanız 20 yıl geçmiştir üzerinden.

Mübarek enteresandı bir hayli. Kardeşini bir hastalık sonucu kaybedince kimya eğitimi almış olmasına rağmen kendini dine vermis derlerdi. Zamanla etrafında geniş bir mürit kitlesi oluşturmuştur. Müritleri içerisinde Türklerden daha çok yabancıların, özellikle Kıbrıslı Rumların çok olduğu söylenirdi.

Bu yanıyla bakınca her yerde karşımıza çıkabilecek “şeyh”lerden biridir aslında ama onu önemli kılan tarafı başkaydı. Büyük devlet organizasyonlarıyla sıkıfıkılığı dillere destandır. Kıbrıs’ta ne zaman toplumlar arası görüşmeler yapılmaya başlansa bu zat hemen açıklamalar yapar, görüşmeleri baltalayacak ne varsa ortaya sererdi. Bu nedenle dünyanın her tarafından müridi olmasına rağmen, Kıbrıslı Türk müridi yok denecek kadar azdır. Doğum yeri olan Kuzey Kıbrıs’ın Lefke kazasındaki dergahının kapısını çalan bile olmamıştır bu nedenle. Sadece bundan ötürü değil tabii hemşehrilerinin kendisini sevmemesi. Kıbrıs’ta 60’lı yıllarda toplumlararası çatışmalar baş gösterdiğinde Türklere “malınızı mülkünüzü Rum’a satıp adayı terk edin” demiş olması da sevilmeyişinin nedenleri arasındadır. Kıbrıs’ta İngiliz işgaline karşı gelişen Rum kaynaklı direnişte İngilizlerin safında olması nedeniyle de o günden öldüğü güne kadar İngiliz devletinin gözdesi olarak kalmıştır da.
dizinin-dibindeki-o-seyhin-marifetleri-327875-1.
Bir ara Prens Charles’ın Müslüman olduğundan (tabii ki hidayete kendisi sayesinde ermiştir Prnes) söz eder dururdu. Bunda biraz da Prens Charles’ın müslümanları koruyup kollayan açıklamalarının etkisi de olmalı. Çünkü Prens Kral olması durumunda sadece İngiliz Anglikanlarının değil müslümanların da kralı olacağını söylerdi sık sık. İngiliz İslamı’nın Prens Charles’ı tüm İslam dünyasının “politik halifesi” yapma niyeti de kuşkusuz Şeyh’in Charles Müslümandır uydurmasını kolaylaştırmıştır. Şeyh hazretleri bu Halife meselesini bir hayli ciddiye almış, Halife’nin peygamber soyundan gelmesi gerektiği kuralı uyarınca, Prens Charles’ın peygamber soyundan geldiğini hatta adının da Hüseyin Charles olduğunu uyduruvermişti.

Toplumlararası çatışmalarda yine verdiği bir öğüt vardır ki unutulamaz: Hicret’in sevap olduğunu söyleyip Kıbrıslı Türklerin hepsinin İngiltere’ye göç etmesi gerektiğini de söylemiştir. Amacının ne olduğu, neye hizmet ettiği bugün bile anlaşılamamış garip bir adamdı bu Şeyh Nazım dedikleri. Ama kendisini hiç mi hiç sevmeyen ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük herhalde neye hizmet ettiğini fark etmiş olacak ki mübareği adadan sürgün etmişti vaktiyle.

İslam dünyasına faydası olmayan ne kadar müslüman egemen, kral, şeyh, kabile reisi varsa hepsinin yakın dostuydu.

Bunlardan biri dünyanın en görgüsüz müslüman egemeni olan Brunei Sultanı Hasan Bolkiah’dı örneğin. Londra’nın kuzeyindeki St Ann Road’da bulunan devasa büyüklükteki, geniş bir alana yayılmış dergahı Sultan’ın mübareğe hediyesidir.

Müridlerinin uçurduğu doğrudur ama kendisi de “uçardı” aslında. Dünyanın günlerce akıbetlerini merak ettiği Şili’de göçük altında kalan madencilerin sağ salim kurtulmasının kendi marifeti olduğunu söyleyecek kadar inanırdı kendi kerametine. Hatta öyle ki göçüğün gerçekleştiği sırada Kıbrıs’tadır ama madencileri kurtarmak için Şili’ye “astral bir yolculuk” yapmış madencilerin yanında dua ederek hepsinin hayatta kalmasını sağlamıştı(!). Türkiye’de ölen yüzlerce maden işçisini neden kurtarmadığı sorusunu her şeyine “muhakkak” diye onay veren müritleri soracak değillerdi tabii. Sormadılar da zaten.

Cennetin kaç kattan oluştuğu konusunda bir fikrim yok haliyle. Londra’da bir ara mübareğin müridi olmuş olan müzisyen bir arkadaşım “şeyh efendi cennetin yedinci katındadır” dediğinde hazret hayattaydı da üstelik.

Etrafı söylediği her sözüne inananlardan oluştuğu için sık sık sallardı da. 1990’ların sonuydu sanırım, Kuzey Kıbrıs’ın meşhur Magusa kalesinde günlere ne olduğu anlaşılamayan sesler duyulduğunda, “dokunmayın. Bu orada yuva yapmış büyükçe bir ejderhanın sesidir” demişti. Günler sonra o sesin kale duvarlarına sıkışmış, bu nedenle can havliyle çığlıklar atan küçücük bir kuş olduğu ortaya çıkmıştı. Kale duvarlarının akustik özelliği nedeniyle garip seslere dönmüş bir kuş çığlığıydı yani. O sıralar çalıştığım gazetenin Londra çapında basılan ekinde durumu makaraya alan bir yazı yazmış, bu nedenle şeyh efendinin müridlerinden bir hayli tehdit almıştım. Biri çok ilginçti tehditlerin, hani korkacaktım da az daha: “Bir hafta sonra çarpılmış hale geleceksin. Şeyh efendiden şimdiden özür ve şefaat dile”.

Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın dostu işadamı Remzi Gür’ün de Şeyh’in dizlerinin önünde oturup sohbet ettiği biliniyor. 2011 yılında Şeyh’in müridlerince yayınlanan bir videoda bu görüntü var. Videoda Remzi Gür’e, zamanın devlet yöneticilerini kast ederek, “T.C. öldü”, “Git onlara söyle ABD’den habersiz iş yapmasınlar” dediği de videoda duyuluyordu.

Bu dünyada yaptıklarının dışında dünya dışı işlere de el attığını söylerler Şeyh Nazım’ın. Hakkındaki iddialarda biri şudur: Ay’da camii yapmak için Şeyh Nazım Kıbrısi’nin önderliğinde “Moon Temple World Foundation” (Ay Tapınağı Dünya Vakfı) adıyla bir vakıf kurulur. Ay’da camii yapma işine de şeyh Nazım tarafından Dağıstanlı Nakşî önderler Absar Hacı ve Asadula Ali adlı kişiler görevlendirilir.

Şeyh Nazım Adil Kıbrisi hazretleri 7 Mayıs 2014’de yıllar önce İngiliz ajanı diye kovulduğu Kıbrıs’ta, Lefkoşa’da öldü. Ay’daki camii işi ne oldu bilen yok. Orada camii yapılsaydı cemaatte herhalde Şeyh gibi “astral yolculuk” yaparak gidecekti Ay’a. Tanık olamadık ne yazık ki.

ABD vatandaşı Malezya Büyükelçimiz Merve Kavakçı’nın İngiliz ve ABD hayranı Şeyh’in dizinin dibinde oturması belli ki “fıtrat”a uygundur.

Şaşırmadık tabii.

1 Rabıta skandalı: Suudi Arabistan kökenli İslami yardım kuruluşu Rabıta’nın 12 Eylül döneminde yurtdışındaki Türk imamların maaşlarını ödemesiyle ortaya çıkan skandal.