İktidarın önceliği ekonomik kaygılar değil de insan canı olsaydı bu iş çok daha farklı çözülebilirdi. Bu ciddiyetsizlikle turizmde büyük kayıp yaşanacak. Verilerin gösterdiği, yeni bir vaka dalgasının kıyısında olduğumuz. Eğer önlemler alınmazsa Türkiye’yi nisanda korkutucu bir tablo bekliyor. Türkiye’de vaka grafiğine bakıldığında neredeyse dümdüz bir çizgiyle seyrettiğini görüyoruz. Bu da paylaşılan verilerin gerçekçi olmadığını gösteriyor.

Doç. Dr. Emrah Altındiş: Yeni zirvenin kıyısındayız

Uğur Şahin

KORONAVİRÜS salgınında ilk “resmi” vakanın açıklandığı günden bugüne iktidar defalarca çuvalladı. Veriler hiçbir zaman net şekilde açıklanmadı, ekonomik kaygılar öne çıkartıldı, fatura ise hep yurttaşa kesildi. Türkiye, önceki gün Covid-19 tanısı konan 15 bin 503 kişiyle Avrupa’da birinci, dünyada ise dördüncü durumda. Harvard Tıp Fakültesi’nde yedi yıl çalıştıktan sonra Boston College’da kendi laboratuvarını kuran Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Emrah Altındiş, BirGün’ün salgının birinci yılına dair sorularını yanıtladı. Doç. Dr. Altındiş, “Geçen sene mart ayına göre, henüz aşılama düşük olduğu ve virüs varyantları tüm Türkiye’ye yayıldığı için çok kötü bir durumdayız” dedi ve şöyle konuştu: “Türkiye, 2020 yazını maalesef sanki Covid-19 yokmuş gibi yaşadı ve muhtemelen 2021 yazını da böyle bir rehavet yaratarak yaşatmak istiyor yetkililer.”

► Salgında bir yılı geride bıraktık. Bu bir yılda yaşananları ve alınan kararları nasıl değerlendirirsiniz?
İlk vakalar 11 Mart’ta açıklandı, o zamandan bu zamana da tablodaki sayıları binli rakamlardan aşağı indiremedik. Avrupa’da pek çok ülkede vakalar yazın 100’lü sayılara inerken, biz ilk dalgayı dahi bastıramadık; dalganın içinde, başka yükselişler gördük. Bu zirvelerden ilkini nisan ayında gördük. 27 Kasım’da ikinci zirveyi gördük ve vakalar 45 bine kadar çıktı. Daha sonra alınan tedbirlerle vakalar ocak sonunda 6 bine kadar indi. Ancak ilginç bir şekilde önlemlerin sürmesine rağmen şubatta vakalar yükselmeye başladı ve normalleşme sürecini başlattıkları 1 Mart’ta 10 bin sınırını aşmıştı. Normalleşme, vakaların arttığı bir dönemde başladı. Şubatta önlemlerde bir değişiklik olmamasına rağmen vakalarda görülen artış Türkiye’ye girip, pek çok şehre yayılan virüsün varyantları ile ya da Türkiye’ye özgü henüz sekanslanmamış bir varyantla ilgili olabilir; bu dikkatle araştırılmalı ancak buna dair bir veri paylaşılmadı. 1 Mart kararları ile vakalarda artış sürdü ve şimdi açıklanan vaka sayıları 15 binin de üstüne çıktı. Açıklanan resmi ölü ve vaka sayılarına baktığımızda da tüm bulunmuş vakaların da ölümlerin yaklaşık yüzde 30’unun son üç ay içerisinde olduğunu görüyoruz. Dolaysıyla gidişat iyi değil. Geçen sene marta göre, henüz aşılama düşük olduğu ve virüs varyantları tüm Türkiye’ye yayıldığı için çok kötü bir durumdayız.

Önemli sorunlardan birisi veri paylaşımında şeffaflığın hiç olmamasıydı. Bir Bilim Kurulu olmasına rağmen bu kurul bilimsel olmayan pek çok karara hem imza attı hem de kimi Bilim Kurulu üyeleri akıl almaz açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı ve kimi Bilim Kurulu üyeleri, geçtiğimiz mart ayından itibaren, “bu iş yazın bitecek”, “sonbaharda bitecek”, “bayramda bitecek” gibi rehaveti artıran açıklamalar yaptı. Türkiye, 2020 yazını maalesef sanki Covid-19 yokmuş gibi yaşadı ve muhtemelen 2021 yazını da böyle bir rehavet yaratarak yaşatmak istiyor, yetkililer. 1 Haziran kararlarının ve 2020 yazında yaşanan rehavetin sonuçlarını ağustos ayında “Ankara’da yoğun bakımlar doldu” çığlığıyla duyduk. TTB, başından beri bu süreçte toplumu bilgilendirmek adına önemli bir rol oynadı. Onun için devleti yönetenler tarafından sürekli tehdit edildiler. Bu bir yılın sonunda da neredeyiz derseniz; vaka yükü manasında geçtiğimiz seneye göre daha kötü bir durumdayız. Aşılamalar geliştirildiği ve uygulanmaya başladığı için ise elimizde bir korunma aracımız var artık ancak bu aşılar hızla uygulanmalı, o noktada çok önemli sorunlar yaşıyoruz; hem Türkiye’de hem dünyada.

Türkiye’de açıklanan vaka grafiğine bakıldığında vakaların neredeyse dümdüz bir çizgi ile seyrettiğini ancak Türkiye ile karşılaştırılabilir sayıda vaka açıklayan Almanya, İtalya, Fransa’dakilerin ise günlük vakaların zikzak şeklinde olduğunu görülüyoruz. Böyle bir grafiğin lineer bir şekilde, değişikliklerin her gün tahmin edilebilir aralıklarda değişmesi istatistiki olarak da pandeminin doğasından da mümkün değil. Bu da bir kez daha paylaşılan verilerin gerçekçi olmadığını gösteriyor. Bu şekilde lineer vaka, ölüm açıklayan iki ülke daha var; İran ve Rusya. Bu da aslında çok şey anlatıyor.

► Bu bir yıllık süreçte iktidarın uzmanlara kulak tıkadığına defalarca şahit olduk. Örneğin hiçbir zaman tam kapanma kararı alınmadı, erken normalleşme kararları vaka hızında artışa neden oldu. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Pandemi boyunca virüsün herkesi eşit etkilemediğini, özellikle yoksulları ve işçi sınıfını çok ağır etkilediğini gördük. Dolayısı ile dünyayı yöneten çoğunlukla eğitimli ve yüksek gelirli insanlar için virüste insan kayıpları pek çok ülkede ikincil oldu, birincil olan kapitalist ekonomik çarkların dönmesiydi ve bunun sonucundan da son bir yılda zenginler zenginliklerini yüz milyarlarca dolar artırırken, özellikle isçi mahalleleri tüm dünyada koronavirüsten kırıldı, yoksulluk çok arttı. Buna ek olarak dünyada otoriterizmle salgın yönetimi arasında bir bağlantı kurabiliriz. ABD, Rusya, İran, Brezilya, Türkiye, Hindistan virüsten çok ağır etkilenen ülkeler ve otoriter liderlerle yönetildiler. Türkiye’de neden dediklerimizi yapmıyorlar? Çünkü öncelikler farklı… İktidarın salgın yönetiminde birinci önceliği ekonomik kaygılar değil de insan canı olsaydı bu iş çok daha farklı çözülebilirdi. Aslında aldıkları yetersiz önlemler ve veri manipülasyonları, ekonomiyi daha da kötü etkiliyor, zira pandemi sürekli hale geliyor. Örneğin, turizm Türkiye’nin önemli bir gelir kaynağıyken çok daraldı. Geçen sene yabancı turistler de neredeyse hiç gelmedi. Vakaları verilerle oynayıp az gösterseler de dünya biliyor vakaların az olmadığını. Türkiye, bu ciddiyetsizlikle 2021’de yine turizmde büyük kayıp yaşayacak.

Maalesef 4 haftalık bir kapanma yazın ya da geçen baharda, kasımda yaşansa, Türkiye’de vakalar bastırılabilir, pek çok ölüm önlenebilirdi. Benim anlamadığım ve üzüldüğüm bir noktada şu: Bilim Kurulu’ndan hiçbir hoca bugüne kadar protesto edip yaşananları istifa etmedi. Örneğin şehirlerin renkleri her hafta değişirken, kurallar her 2 haftada bir değişiyor. Değil bir bilim insanı, bir çocuk dahi bunun saçmalığını anlar. Bu akıl alır gibi değil. Bu bile işlerin ne kadar bilimsel yürütülmediğine bir kanıt.

doc-dr-emrah-altindis-yeni-zirvenin-kiyisindayiz-853500-1.
Emrah Altındiş

► Peki, iktidar bu süreçte birçok hata yaptı ve yanlış politikalarda ısrarcı oldu. Yapılan en kritik hataları nasıl özetleyebiliriz?
Birinci hata hâlâ sürdürülen düşük seviyede test uygulamak ve testleri sadece semptom gösteren insanlara yapmak. Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de; Türkiye’nin 3-6 katı daha fazla günlük test yapılıyor. Bugün açıkladıkları şehirlere göre vakalarda, şehirlerde yapılan test sayısı ve pozitif test oranını açıklamaları da bir başka büyük hata. Zira az test, az vaka demek. Ayrıca kırmızı şehirlerden diğer şehirlere araç trafiğini durdurmamak da büyük bir hata. Zira İstanbul’dan Türkiye’ye her gün on binlerce insan gidiyor ve bu kişiler mavi kentleri çok az zamanda kırmızıya çevirecekler. Bir diğer hata, süreç yönetiminde şeffaf davranılmaması ve meslek örgütlerine, sağlık emekçilerine bir düşmanmış gibi davranılmasıydı. İtalya’da, İspanya’da, ABD’de, Fransa’da ve pek çok ülkede aylarca uygulanan karantinaların ekonomik kaygılar nedeniyle hayata geçirilmemesi ve ne işe yaradığı belli olmayan hafta sonu yasakları ile önlem alıyormuş gibi yapmak, özel yasaklarla 65 yaş üstü bireylerin, 20 yaş altı bireylerin mağdur edilmesi başka bir hata. Bir başka hata Covid-19 tedavisinde ise yaramadığı defalarca gösterilen sıtma ilacı hidroksiklorikin, milyonlarca insanda kullanılması ve bu ilaca milyonlarca lira paranın harcanması. Ayasofya’da Cuma namazından, AKP’nin kongrelerine yetkililerin bizzat yasakları çiğnemesi de toplumda rehaveti ve öfkeyi artıran bir başka hata. Son hata da sanırım şu anda yaşadığımız aşılamalarda yavaşlık ve vakaların hızla arttığı bir dönemde hızla bir normalleşmeye gidilmesi…

► Bugüne dönecek olursak, Türkiye’deki aşılama politikası için ne dersiniz?
Bir toplumda aşılama ile virüs yayılımının toplumda engellenebilmesi için toplumun yüzde 80’inin aşılanıyor olması gerek. Biz şu anda Türkiye’de 10 milyon üzerinde aşı yaptık. Ancak sadece ve sadece 1,3 milyon insan her iki doz aşıyı da olmuş ve şu anda korunmaya başlamış. Türkiye’de 60 yaş üstü ve sağlık çalışanlarının toplamı 12,5 milyonun üstü. Biz henüz bu insanlardan 1,3 milyonunu koruyabiliyoruz. Bunun üzerine başka kronik hastalığı olan bireyleri de eklediğimizde risk altında olanların sayısı oldukça artıyor. Dünya geneline göre, görece iyi bir noktada olsa da, bu hızla aşılamaları ancak 2 yılda tamamlayabiliriz. Yoğun bir aşılama kampanyasına ihtiyacımız var. Hatırlarsınız, Sağlık Bakanı, “Günde 1,5-2 milyon aşı yapma kapasitemiz var” diye açıklama yapmıştı. Bu durumda 10 milyon aşıyı bir haftada yapmaları lazımdı. Oysa aşılamalar 14 Ocak’ta başlamış olmasına rağmen ayda ancak 5 milyon aşı yapıldı. Bunun artması lazım. Bir de Türkiye sadece Sinovac şirketinden aşı alıyor. Diğer güvenli ve etkili aşıları da hızla getirtmeleri lazım, bunu anlayamadığım bir şekilde yapmıyorlar. Risk altında insanlar korunmamışken, virüs yayılımı bastırılamamışken bu hızla normalleşme adımları atılması da doğru değil. İnsanları büyük riske atıyoruz.

► Vakaların yeniden arttığı bir dönemdeyiz. 3’üncü dalga kapıda mı?
Geçtiğimiz nisanda bulaş artığında vaka sayılarında ilk zirveyi görmüştük. Bugün vakalar 15 bin düzeyinde ve toplumda aşıladığımız insan sayısı çok az. Kontrolsüz bir açılım olduğu için vaka sayıları çok hızla artabilir. Ben endişeliyim ve maalesef verilerin gösterdiği yeni bir vaka dalgasının, üçüncü bir zirvenin kıyısında olduğumuz. Eğer sert önlemleler alınmazsa Türkiye’yi nisanda yeniden korkutucu bir tablo bekliyor. Bizim 2 haftalık, hatta ideal olan 4 haftalık tam bir kapanmaya ihtiyacımız var; virüs yayılımını bastırabilmek için. Çok enfekte şehirlerden başka şehirlere insan geçişini durdurmamız gerekiyor. Bu esnada da devleti yönetenlerin Anayasa’da yazan sosyal devlet ilkesini hatırlayıp, bu süreçte zarar gören, zaten pandemiden önce başlayan ekonomik krizden çok ağır etkilenen, tüm insanlarımıza desteklenmesi gerekiyor. Onlar maalesef kendilerini, çevrelerini destekliyorlar; yoksulluğu ve yarattıkları yoksulluk krizini görmezden geliyorlar.

► Peki, dünyadaki aşı krizini nasıl yorumlarsınız?
Aşı krizi kapitalizmle doğru olarak bağlantılı. Patent hakkı olarak verilen haklar üretim hakkını doğrudan şirkete verdiği için başka şirketler o ürünü üretemiyor. Şu anda hem Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hem de pek çok kurum aşı üretim teknolojinin isteyen herkesle paylaşılmasını ve patent hakkından feragat edilmesi ile ilgili çağrıda bulunuyor şirketlere. Fakat buna kulak tıkanıyor. Hindistan ve Güney Afrika, Dünya Ticaret Örgütü’ne geçtiğimiz sonbaharda başvurup, bu aşıların üretim haklarının paylaşılmasını, patent haklarından feragat edilmesini istedi. Bu öneriye ABD, AB ülkeleri, Japonya ve Brezilya karşı çıktığı için bir sonuç alınamadı. Bu nedenle de aşı şirketlerinin kapasitesiyle limitli sayıda üretim yapılıyor ve dünyada aşılamalar bu kadar az sayıda sürüyor. Zengin toplumlar önceden anlaşmalar yaparak, bu aşıları sipariş ettiler. 15 Şubat itibarıyla 130 ülkede tek bir doz aşı yapılmamıştı. Bu da şu anlama geliyor; pandemi dünyada yoksul ülkelerin çoğunda 2021’de de devam edecek. Bu kolektif ahmaklığa ve ahlaki çöküşe devam edersek, pek çok yoksul ülkede 2022’de de devam edecek. Bir tek toplum bile güvende değilse, dünyada kimse güvende olamayacak.

***

Kendi aşısını üretemeyen bir ülke haline döndük

► 2011’de kapatılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün önemini bu süreçte bir kez daha anladık. Zira kendi aşımızı üretemiyoruz. Buna dair ne dersiniz?
Dünyada son 30-40 yıllık süreçte yaşadığımız dönüşüm; sağlığın bir hak değil de, alınıp satılan bir meta haline gelmesi aşıya da yansıdı. Bunun sonucunda aşıların üretimi de kamudan tamamen şirketlere geçti. Türkiye’deki yansıması da Hıfzıssıhha’daki Aşı Serum Üretim Müdürlüğü’nün kapatılması oldu. Türkiye’nin hem aşı araştırması yapmayan hem de aşı üretmeyen bir ülke haline gelmesi sağlandı. Hâlbuki ülkenin böyle önemli bir birikimi vardı. Ben de 2005’te ODTÜ’de öğrenciyken Ankara’da Hıfzıssıhha’da Erkan Özcengiz hocamın laboratuvarında bazı deneylerimi yapma şansı bulmuştum; o birikimi gördüm. Türkiye aşı üretemeyen, aşı araştırması yapmayan milyonlarca doları aşı alımı için başka ülkelere/şirketlere akıtan bir ülke haline geldi.