Bu seçimleri sol bir aday kazanırsa adada barış için umutlar devam edecek ve görüşmelerin tekrar başlaması gündeme gelecek. Sağ bir aday kazandığı takdirde ise barış konusu en az beş sene rafa kalkacak. AKP’nin adada camiler ve dini okullar inşa ederek İslamlaştırma politikasının etkisiyle Kuzey Kıbrıs’ın kültürünün değişmekte oluşu Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu için büyük bir endişe kaynağıdır.

Doç. Dr. Özdemir, Kuzey Kıbrıs seçimlerini ve son gelişmeleri değerlendirdi: Sol aday kazanırsa barış umudu artar

Namık ALKAN

KUZEY Kıbrıs, pazar günü Cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandık başına gidiyor. 11 adayın katıldığı seçimlerde iki sol, beş sağ ve dört de herhangi bir partiye yakın olmayan adaylar yarışacak. Adada sağ partilerin çoğu koşulsuz Türkiye destekçisi ve kalıcı bölünme yanlısı olurken sol partiler ise Türkiye’nin Kıbrıs politikalarına daha çok şüpheyle yaklaşıp, adanın yeniden birleşmesi için kalıcı bir barış anlaşmasının gerekliliğini savunuyor.

BirGün’ün sorularını yanıtlayan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Yonca Özdemir, seçim sonuçlarını bu iki temel ayrımın belirleyeceğini söyledi.

KKTC’de bu Pazar günü yapılacak seçimler ne ifade ediyor?

Bilindiği üzere Kıbrıs adası 1974 yılından bu yana ikiye bölünmüş durumda. Güneyde, Kıbrıslı Rumlar tarafından kontrol edilen ve uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti var. Kuzeyde, Türk ordusunun koruması altında Kıbrıslı Türkler tarafından kontrol edilen ve sadece Türkiye tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) bulunmakta. KKTC tanınmayan bir devlet olmasına rağmen, “anavatan” Türkiye'ye kıyasla daha iyi işleyen ve gelişen bir demokrasiye sahip. Demokrasi derken sadece adil seçimlerden bahsetmiyorum. Güçlü sendikaları ile KKTC’de canlı bir sivil toplum ve bağımsız bir medya var. Dolayısıyla gerçek bir siyasi rekabet ortamı mevcut ve seçimleri kimin kazanacağı belirsiz. Her ne kadar adanın kemikleşmiş problemlerini şimdiye dek hiçbir yeni hükümet ya da cumhurbaşkanı çözememiş ve bu durum da adada siyasi bir bıkkınlık yaratıyor olsa da, insanlar en azından memnun olmadığı siyasetçileri değiştirmek için seçimleri ciddiye almakta. O yüzden her şeye rağmen Kıbrıs’ın kuzeyinde son haftalarda bir heyecan fırtınası esiyor diyebilirim.

Aslında seçimlerin Nisan’da yapılması gerekiyordu ama Covid-19 salgını nedeniyle 11 Ekim'e ertelendi. İlk turda hiçbir adayın oyların yarısından fazlasını alması beklenmediğinden, seçimler büyük olasılıkla 18 Ekim'de yapılacak ikinci tur oylamayla sonuçlanacak. Başa baş dişe diş bir rekabet görünüyor.

Kuzey Kıbrıs’ta halkın kendi siyasi iradesinin yansıtılmasını ve korunmasını isteyenler için bu seçimler çok önemli. “İrade” derken hem Rumlara karşı, hem de Türkiye’ye karşı yansıtılacak bir iradeden bahsediyorum. Oldukça siyasi bir konu olan ve Kıbrıslıları iliklerine kadar etkileyen “Kıbrıs’ta barış olur mu?” sorusuna cevap arıyoruz bu seçimde. Ama bu sorunun bir boyutu “federal iki toplumlu bir çözümü istiyor muyuz?” ise, öteki boyutu da “Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta daha fazla hâkim olmasını istiyor muyuz?” Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini de bu bağlamda okumak lazım.

Seçimlere Türkiye’nin herhangi bir etkisi var mı? Türkiye’nin tutumu nedir?

Türkiye ile ilişkiler Kuzey Kıbrıs siyasetinin odak noktasını oluşturuyor. KKTC ve Türkiye ilişkilerine dair geleneksel bakış açısı, Türkiye'nin 1974 müdahalesi ile Kıbrıslı Türkleri Kıbrıslı Rumlar tarafından katledilmekten kurtardığı üzerine kuruludur. O zamandan beri Türkiye, tanınmayan izole bir siyasi varlık olduğu için Kuzey Kıbrıs'ın askeri ve mali faturalarını da üstlenmiştir. Dolayısıyla tüm bu yardımları için Kıbrıslı Türklerin her zaman Türkiye'ye minnettar olması ve her koşula Türkiye’yi desteklemesi beklenir. Çoğu Türkiyelinin Kıbrıslı Türklerden gelen eleştirilere karşı şaşırıp gücenmesi ve Kıbrıslı Türkleri “nankör” olarak nitelendirmesinin altında da bu geleneksel bakış açısı yatar. Kıbrıslı olmayan Türklerin anlamakta zorladığı husus, Türkiye ile olan bu “ana-yavru”, “alt-üst” ya da “biat” ilişkisinin Kıbrıslı Türklerin çoğu için oldukça rahatsız edici ve onur kırıcı olduğudur.

Kıbrıslı Türkler, Türkiye'ye tabi ki hala müteşekkir, fakat o zamandan beri de sıkıntıları bitmiş değil. Her ne kadar Rumlardan devralınan mallar ganimet olarak dağıtılmış ve yoktan zenginler yaratılmışsa da, özellikle 1983 yılında uluslararası hukuka aykırı olarak KKTC'nin ilan edilmesiyle birlikte, Kıbrıslı Türkler uluslararası ambargolar altında ezilip dünyadan kopmaya başladılar. Bu koşullarda da Türkiye’nin hem maddi hem askeri korumasına daha çok itildiler. Ayrıca zamanla Türkiye’den gelen cömert yardımlar da iç siyasetin malzemesi haline geldi, devlet kadroları parti yandaşlarıyla şişirildi ve gelen kaynaklar doğru yerlere yatırılmayınca kendi kendine yetemeyen bir ekonomik yapı oluştu. Sonuçta bu yaratılan çarpık düzen sadece KKTC vatandaşlarını değil, Türkiye’yi de rahatsız etmeye başladı.

Türkiye’nin Kıbrıslı Türklere siyasi müdahaleleri aslında çok eskilere dayanıyor. Ama adada demokrasi geliştikçe Kıbrıslı Türkler en azından seçimler yoluyla bir nevi “reşitliğini” ispatlamaya uğraşıyor. Nitekim 1990’lı yıllarda azalmış olan direkt Türkiye müdahaleleri son zamanlarda yine artmaya ve gündeme gelmeye başladı. Bu seçim döneminde de bazı yayın organlarında ve bazı adayların sözlü ifadelerinde dile getirildiği üzere, bazı adayları desteklemek üzere adaya bir takım siyasi ekiplerin yolladığına dair söylentiler var. Yani burada sadece Türkiye’nin seçimlere etki etmek arzusu değil, KKTC’deki bazı siyasi partilerin ya da figürlerin kendi çıkarları için buna kucak açması durumu da var. Bütün bunlar KKTC vatandaşlarının KKTC’deki demokratik kurumların ve partilerin kendi iradesini yansıtmadığına dair kanaatini derinleştiriyor ve seçmenler arasında ciddi bir hayal kırıklığı, hoşnutsuzluk ve güvensizlik hissi ortaya çıkıyor. Seçimlerde oy vermeyi reddeden bir kesimin boykot gerekçesi bu.

ANKARA’NIN DESTEKLEDİĞİ ADAYLARIN OYU DÜŞER

♦ Seçime birkaç gün kala gelen ‘Maraş açılımı’nın etkisi ne olur?

Nitekim 1990’lı yıllarda azalmış olan direkt Türkiye müdahaleleri son yıllarda yine artmaya başladı. Bu seçim döneminde ise iyice gündeme oturdu. Bazı yayın organlarında ve bazı adayların sözlü ifadelerinde dile getirildiği üzere, mevcut Başbakan Ersin Tatar’ın kazanması için adaya Ankara’dan bir takım siyasi ekiplerin yolladığına dair söylentiler vardı. Son günlerde sık sık Türkiye’ye giden Tatar bu Salı günü Erdoğan ile birlikte dokuz aydır tamir edilmeyen Türkiye-Kıbrıs arasındaki su hattının tamir edildiğini ve hatta kapalı Maraş’ın bir kısmının açılacağını duyurdu. Buna diğer adaylar tepki gösterirken hükümetin küçük ortağı Halkın Partisi’nin kendisi de seçimde aday olan lideri Kudret Özersay hükümetten çekildiklerini açıkladı. Yani Ankara’nın seçimlere müdahelesi sonucu KKTC’de hükümet düşmüş oldu! Tabi burada sadece Türkiye’nin seçimlere etki etmek arzusu değil, KKTC’deki bazı siyasi partilerin ya da siyasetçilerin kendi çıkarları için buna kucak açması durumu da var. Ancak tüm bunlar KKTC vatandaşlarının KKTC’deki demokratik kurumların ve partilerin kendi iradesini yansıtmadığına dair kanaatini derinleştiriyor ve seçmenler arasında ciddi bir hayal kırıklığı, hoşnutsuzluk ve güvensizlik hissi yaratıyor. Üstelik bu tip müdahaleler zaten kendi iradelerinde sahip çıkma konusunda hassas olan Kıbrıslı Türkler nezdinde genelde ters teper ve aksine Ankara’nın desteklediği adayların oyu düşer. Pazar günkü seçimde de bu son müdahalenin etkilerini her beraber göreceğiz.

Kuzey Kıbrıs’ta siyasi yelpaze nasıl şekilleniyor?

Kuzey Kıbrıs'ta da siyaset kabaca sağ ve sol olarak ikiye bölünmüş durumda. Sağ partilerin çoğu koşulsuz Türkiye destekçisi ve adada kalıcı bölünme yanlısıdır. Fakat sağ siyasetin şöyle de çelişkili bir tutumu olduğunu görüyoruz: Bir yandan adada iki ayrı devletli bir çözümü ve KKTC’nin egemen bir devlet olduğu iddiasını savunurken, öte yandan da Türkiye’nin müdahalelerine ve hatta Türkiye’nin vilayeti olma fikrine karşı çıkmayıp KKTC’nin egemenliğini yok sayabilirler. Sol partiler ise Türkiye’nin Kıbrıs politikalarına daha çok şüpheyle yaklaşır ve adanın yeniden birleşmesi için kalıcı bir barış anlaşmasının gerekliliğini savunurlar. Onların çelişkisi ise bir yandan KKTC’nin egemen, bağımsız bir devlet olmadığını kabul ederken, öte yandan Türkiye’ye karşı ülkenin bağımsızlığını savunmaya çalışmaktır.

Sol ve sağı birbirinden ayıran konuların başta gelenlerinden biri Türkiye'den gelen göçmenler. Ankara KKTC hükümetlerine Türkiye'den olabildiğince çok göçmeni vatandaşlığa almaları için baskı yapmakta. Sağ hükümetler, Türkiye'den gelen göçmenleri kendi ana seçmen grubu olarak gördükleri için, genellikle Ankara’nın bu talebine biat ederler. Bununla ilişkili diğer bir sorun da, Kıbrıslı Türklerden açıkça daha dindar ve daha az eğitimli olan bu Türkiyeli göçmenler aracılığıyla Kuzey Kıbrıs'ın değişen dini ve kültürel yapısıdır. Kıbrıslı Türklerin çoğu yeni Türk göçmen akınlarından ve bu göçmenlerin özellikle sağ hükümetler sırasında ve seçimlerden önce vatandaşlık alabilmelerinden derinden rahatsızlık duyarlar. Bu yeni gelenlerin etkisi ve AKP’nin adada camiler ve dini okullar inşa ederek İslamlaştırma politikasının etkisiyle Kuzey Kıbrıs’ın kültürünün değişmekte oluşu Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu için büyük bir endişe kaynağıdır. Bu seçimlerde de bazı adayların vurguladığı üzere, Kıbrıs Türk toplumunun kendine ait bir kimliği var. Kıbrıslı Türkler kendilerini Müslüman olarak tanımlamakla birlikte, Kıbrıslı Rumlara veya Türkiye vatandaşlarının çoğunun aksine büyük ölçüde ve derinlemesine laiktirler. Dolayısıyla adadaki sosyal mühendislik çalışmaları Kıbrıslıları ciddi şekilde kaygılandırmakta.

Bu seçimlerde adaylar kimler ve birbirlerinden nasıl ayrışıyorlar?

Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde on bir aday var ve rekabet kızışmakta. On bir adaydan dördünün herhangi bir parti ile bağlantısı yok. Diğerlerinden ikisi sol partilerle geriye kalan beşi sağ partilerle ilişkili adaylar. KKTC için cumhurbaşkanlığı seçimleri barış masasına oturacak kişinin seçilmesidir. Dolayısıyla sol ve sağ adaylar, adada birleşme yanlısı veya bölünme yanlısı olmak üzere ayrışmış durumda. Mevcut cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı bu seçimde yine aday. Akıncı Kıbrıs sorununun iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon, yani AB içinde birleşik bir Kıbrıs olarak barışçıl çözümüne gerçekten inanan ve bu amaca hayatını adamış klasik bir sol aday. Seçildiğinden beri KKTC’nin egemenliğine, Kuzey Kıbrıs halkının kendi iradesine vurgu yapan çıkışları sebebiyle Ankara gözünde en istenmeyen aday diyebiliriz. Akıncı'nın Türkiye’nin bölgedeki ve Kıbrıs’taki eylemleri hakkında giderek daha açık sözlü hale gelmesi sebebiyle bir süredir Ankara ile ilişkileri gergin. Ana muhalefet sol parti CTP ve adayı Tufan Erhürman ise Ankara ile ilişkilerdeki gerginliğin KKTC’ye zarar vereceğini ima eden açıklamalarla daha temkinli bir siyaset izleyip merkez ve sağ seçmenlerden de oy toplamaya çalışıyor.

İkinci tura kalması kesin gözüyle bakılan mevcut hükümetin başbakanı Ersin Tatar ise büyük sağ parti UBP’nin adayı. Tatar tam bir Ankara yanlısı ve bölünme taraftarı. Sağcı politikacılar adada birleşmeyi hiçbir zaman desteklememişlerdir ama özellikle bu seçimlerde 2017 Crans-Montana görüşmeleri sonrası federal Kıbrıs için barış müzakerelerinin tükendiğini iddia ederek iki devletli çözümün artık tek yol olduğunu iddia ediyorlar. Bununla birlikte, iki devletli bir çözüm uluslararası hukuka açıkça aykırı olduğu için, propagandaları boş bir hayalden başka bir şey ifade etmiyor.

KIBRIS, SADECE TÜRKİYE’Yİ DEĞİL TÜM DOĞU AKDENİZ’İ VE AVRUPA’YI İLGİLENDİRİYOR

Adada barış görüşmeleri ne durumda? Bu seçimler barış görüşmelerine nasıl etki edebilir?

Sağ adayların haklı olduğu bir taraf var: Bitmek bilmeyen barış müzakereleri döngüsü birçok Kıbrıslı Türk'ü artık umutsuzluğa sürüklemiş durumda. Akıncı 2015 yılında seçilir seçilmez barış sürecini ilerletmeye çalıştı. 2017’de Rum tarafı başkanı Anastasiades ile katıldığı Crans-Montana (İsviçre) müzakereleri, Kıbrıs'ı bir çözümün eşiğine kadar getirdi ve herkesin beklentilerini artırdı, ancak hemen ardından görüşmeler çöktü. O günden beri tüm barışçıl Kıbrıslı Rum ve Türkler hüsrana uğramış durumdalar. Bu sebeple bu seçimlerde aslında heyecan dozu daha düşük. Sonuçta KKTC’de cumhurbaşkanın pek bir yürütme yetkisi yok. Cumhurbaşkanı müzakereleri yürüten kişi ve uluslararası arenada Kıbrıslı Türklerin temsilcisi olarak diğer devletlerin ve uluslararası kurumların resmen tanıdığı tek makam cumhurbaşkanlığı. Bu sebepledir ki bu seçimlerin de odak noktası adada barış görüşmelerin yeniden başlayıp başlamayacağı. Kıssadan hisse, bu seçimleri eğer sol bir aday kazanırsa adada barış için umutlar devam edecek ve görüşmelerin tekrar başlaması gündeme gelecek. Sağ bir aday kazandığı takdirde ise barış konusu en az beş sene rafa kalkacak gibi görünüyor.

Kıbrıs küçük bir ada ve bu konu da önemsiz gibi görünebilir. Ama Kıbrıs konusu sadece Türkiye’yi değil tüm Doğu Akdeniz’i ve Avrupa’yı ilgilendiren kritik bir konu. Dolayısıyla adadaki siyasetin sadece adadakilere bırakılmayacağı da aşikâr. Üstelik Doğu Akdeniz'de doğal gaz yataklarının keşfedilmesiyle Kıbrıs'taki duruma bir komplikasyon daha eklendi. Rum tarafının sondaj faaliyetleri nedeniyle Türkiye Kıbrıs açıklarındaki sulara kendi sondaj gemilerini gönderiyor. Bu sadece Kıbrıslı Rum yetkililerin hidrokarbon arama haklarını verdiği uluslararası şirketleri korkutmakla kalmıyor, aynı zamanda ciddi diplomatik ve askeri gerilimler yaratıyor. Kuzey ile Güney arasında silahlanma yarışı çoktan hızlandı bile. Bunlar oldukça olumsuz gelişmeler. Hâlbuki bir barış anlaşması imzalandığı takdirde doğal gaz dâhil kaynakların iki taraf arasında adil bir şekilde paylaşılması da mümkün olacak. Adada gerilimi artıracak bir “iki ayrı devlet” söylemi yerine Kıbrıs'ta barışçıl bir çözüm arayışının devam etmesi, hatta hızlandırılması, çatışmalarla dolu Doğu Akdeniz bölgesi için mükemmel bir model olabilir. Bu sebeple başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kurumların da Kıbrıs’ta barışın önemini hatırlatıp tarafları tekrar masaya çekmesi gerekiyor.