Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı olan Prof. Dr. Türker Kılıç “Bağlantısallık – Yaşamdaşlık” adlı eseriyle önemli bir tartışmayı başlattı.

Doğa/hayat bizsiz de var olabilir...

Bu yazıda sizlere geçtiğimiz yıl yayınlanan, kısa sürede 3 basım yaparak -ki bu da toplam 6 bin baskı anlamına geliyor, bilimsel bir eser için önemli bir sayıdır, yeni basımların izleyeceğinden de eminim- bir eserden ve yazarından söz edeceğim. Bu önemli eserin yazarı Türkiye’de ve dünyada önde gelen beyin cerrahlarından çok yönlü çalışmalarıyla Hezarfen unvanını hak eden bir bilim insanıdır.


Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı olan Prof. Dr. Türker Kılıç “Bağlantısallık – Yaşamdaşlık” adlı eseriyle önemli bir tartışmayı başlattı. Bağlantısallığı, klasik mantığın tümevarım- tümdengelim yöntemlerinden yola çıkarak, onların bir üst katmanı olarak zenginleştiren Kılıç, “Yeni Bilim” olarak tanımlıyor. Bağlantısallığın bu iki yöntemden tümüyle farklı olduğunu söyleyen Kılıç, tümdengelimin “hipotezler öne sürüp hipotezlerin doğruluğunu kabullendiğini” tümevarımın ise “tümdengelimden farklı olarak öne sürülen hipotezi deneysel yöntemle yeteri kadar test ettikten sonra ‘bilinenlere göre doğru’ olduğunun kanıtlandığını” belirtmektedir. Prof. Dr. Kılıç bağlantısal bütünselliği ise “anlamaya çalışılan ‘şeyi’ parçalara ayırıp yapıtaşlarını tanımlayıp o yapıtaşları üzerinde deneyler yapıp bütün hakkında veri elde etmeye çalışmaz. Bu yeni yöntemde parçalar değil parçaların birbiriyle ve bütünle ilişkileri esastır” olarak tanımlıyor.

Türker Kılıç’ın bu anlatımı kitabın girişinde aktardığı Hegel’in “…Bütün, yalnızca kendi gelişim süreciyle tamlığa ulaşan doğal özdür” cümlesiyle her ne kadar kitapta kendisine yer bulamasa da bizi Marksist diyalektiğin bütün parça ilişkileri üzerindeki temel tezlerine göz atmaya yönlendiriyor.

Bütün-parça ilişkisi

Bütünlük kavramı bilimsel çözümleme yönteminin, diyalektiğin de temel taşıdır. Bütünlük tanımlanırken toplumsal olguların ve gerçeklerin, ilişkilenmişliğinden ya da bir başka ve belki daha açıklayıcı ifadeyle bir aradalığından, bağlantısallığından söz etmek mümkündür. Burada da kavramın tanımı ile yetinmemek bütünün kendisini oluşturan parçalardan ve bu parçalarla bütünün ilişkisinden söz etmek gerekiyor. Bu ilişkinin özelliği ise bütünün parçaları öncelemesidir. Önceleme derken de zamansal bir öncelik kast edilmiyor. Bütün, varoluşunu parçalara ama bu parçaların da bütünle ilişkileri bağlamında anlam kazanmalarına borçludur. Bütünlüğün yine ihmal edilmemesi gereken bir özelliği de güncellikle sınırlı olmadığı geçmişe ve geleceğe yönelik öngörülerle birlikte anlam kazanabileceğidir. Parçaların kendi aralarında ve bütünle ilişkisini, bağlantısallığını anlatırken ya da kavrarken kuşkusuz bütünle ilişkilerinin, kendi içlerindeki ve aralarındaki ilişkiye başat olduğunu da bilmek gerekiyor.

doga-hayat-bizsiz-de-var-olabilir-974425-1.



Böylece biz de Türker Kılıç’ın tezleri ile bir fikir kardeşliğinin kapısını açabiliyoruz. Bir Zoom toplantısında tanışma ve tartışma olanağı bulduğum için çok mutlu olduğum değerli Hoca’nın Marksizm ile liberalizmi birbiri ile eş tutan yaklaşımını kabul edilebilir bulmasam da, eserinin temel iki tezi bağlantısallık ve yaşamdaşlık, Marksizmden ve onun temel yöntemi diyalektikten uzak görünmedi bana.

Eserin özüyle uyumlu görünmeyen karşılaştırma ile ilgili iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi Marksizm yalnızca bir ekonomi teorisi değildir. Ekonomik, politik, felsefi bir bütünlük oluşturur. Adam Smith ile Marx arasında “yaşamın devlet ya da özel sektör tarafından sahiplenilip satılması” gibi bir karşıtlık açıklayıcı değildir. Kapitalizm söylendiği gibi “insan için yaşam” hedefi gütmez. Ama Marksist yaklaşım için söylenebilecek “insan için yaşam” paradigmasının yenilenmesi gerekliliği, eserde ayrıntılı anlatılan “yaşamdaşlık” konusu ile bağlantılı olarak verimli bir tartışma fırsatı verebilir.
Türker Hoca’nın parça bütün ilişkisi, bağlantısallığı üzerine yazdıklarının tümevarım tümdengelim mantığı üzerine bina etmesinde de yolu tıkayan, sınırlandıran bir yan olduğunu düşürüyorum. Diyalektik yöntemin kullandığı temel, başlangıç noktası somut gerçekliktir. Somut gerçeklik, yalnızca duyularımızla algılayabildiğimiz maddeden nesneden oluşmaz. Gerçeklik, duyularımızla algılayabildiğimiz nesneler kadar duyularla algılanamayan ilişkilerden de oluşur. Bu ilişkilere eylemlerimizi yönlendiren enformasyonlar demek de mümkündür. İşte bu bilincimizin dışındaki nesneler ve enformasyon ilişkilerini kavrayabilmek için somuttan soyuta daha sonra da “düşünülmüş, düşüncede yeniden üretilmiş somuta” ya da bilgiye ulaşırız. Bu yöntemin gittikçe gelişen ve bilginin derinliklerine doğru hızla yol alan yöntem olduğu her geçen gün bilim insanları tarafından daha çok başvuruluyor olmasından da bellidir.

Mülkiyeti yenebilir miyiz?

Türker Kılıç Hoca’nın beynimizin faaliyetleri konusunda yazdıklarıyla, bu alandaki gelişmeleri anlattığı bölümlerle ilgili fikir açıklamak benim boyuma aşıyor. Ama anlıyoruz ki bu alandaki gelişmeler de doğanın bir parçası olarak insanlığın geleceği açısından büyük önem taşımakta, kitapta da vurgulandığı gibi adeta bir buzkıran işlevi görmektedir. Bu gelişmeler de dünyamızın, doğanın ve doğa içinde insanın durumunu gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Bunun için de yaşadığımız doğa ile insan ilişkisi üzerinde daha çok düşünmek, doğayı talan eden ve böylelikle insanın doğa içindeki varlığını kuşkulu ve tehlikeli hale getiren sistemi de gözler önüne sermek gerekmektedir. “Tüm dünyayı kâr etmek için işlenmesi gereken, sahip olduğu bir tarla gibi gören insanlık, daha fazla satılabilir ürün için ormanları yok etti, yaşam alanı daralan yaban hayat giderek insan kalabalıklarıyla daha fazla etkileşim haline girdi.” Bu gerçeğin değiştirilmesi gereken bir gerçeklik olduğunu da ayrıntılandırdığı “yaşamdaşlık” teziyle anlatıyor Türker Hoca.

Yaşamdaşlık ne demek ya da Türker Kılıç Hoca bu yeni kavramla bize ne anlatmak istiyor? Şöyle anlatıyor Türker Hoca: “Yaşamdaşlık zihnin yaprak olmaktan çıkıp “ormanın” bağlantısallığı içine yerleşmesi demek.” Belki biraz daha açıklayıcı anlatımlara gereksinim var. Devam ediyoruz: “Uygarlığımızın yetmezlik noktasının özetlendiği ‘yaşam insan için var’ kendiliğinden kabullenişinin ‘insan yaşamın bir parçası olarak ve onun için var, ben de bu yaşam ağı için varım’ anlayışına geçiş demek.” Yaprak-orman metaforunu bir yana bırakalım ve doğrudan söyleyelim; doğa bizim için değil biz doğa için varız. Bu gerçekten de uzun bir süredir insanlığın kendisine kabul ettirmeye çalıştığı ve bugüne kadar pek de başarılı olamadığı bir sorunsaldır. Bu sorunu kapitalizm koşullarında aşmak olanağı yoktur; sosyalizm ise eğer “yaşam kimin için?” sorusuna şematik olmayan yanıtlar arayan özü ile, yeni bir bakışla yaklaşabilirse, Türker Hoca’nın ütopyasına en yakın anlayıştır.

***

Bilim, kültür, sanat dünyamız son yıllarda büyük bir tehlike ile donma- kuruma tehlikesiyle karşı karşıyaydı, Bilim dünyasındaki tartışmalar akademinin sorgu sual kabul etmez jargonu ile sınırlandırılmıştı. Gelişme de teknolojinin marifetleriyle sınırlı kalıyordu. Türker Kılıç Hoca’nın kitabı bu kapalı dünyayı açma halka ulaştırma, verimli bir tartışmayı başlatma konusunda ciddi bir adım oldu. Bu nedenle çalışmanın yaygınlaşmasında ve tartışılmasında büyük fayda var. Kuşkusuz herkese öneriyorum ama özellikle de sol kesimin önyargısız bir şekilde incelemesi ve tartışması ufuk açıcı olacaktır.

Bu yazıda, Yordam Kitap’tan, Aklın İsyanı, (Alan Woods, Marksizm ve Siyaset (Can Soyer) Sol Yayınları’ndan Anti-Dühring, Doğanın Diyalektiği, (Engels) Kutsal Aile (Marx-Engels) Grundrisse (Marx) yararlanılmıştır.