Yaşar Kemal’in romanında, Shakespeare’in oyununda, Dürer’in tablosunda, Goethe’nin kitabında hep o var. Sakız olur çiğnenir, kahve olur yudumlanır, türkü olur söylenir. Kenger ya da deve dikeni bitkisi, 2 bin yıllık şifa kaynağıdır…

Doğadan çizgili hikâyeler | Cesur Yürek: Kenger

Kenger; nam-ı diğer deve dikeni, deve kengeli, sütlü kengel, akkız, Meryemana dikeni, şevkülmeryem…

Dağların sarp kayalık kısımlarında, kırların özellikle yüksek yerlerinde kendi kendine yetişen kengerler, papatyagiller familyasına ait, bilimsel adı da Gundelia tournefortii. Boyları, 30 - 100 cm yüksekliğinde, tüylü, çok yıllık, sütlü, dikenli bir otsu bitki türü kenger.

Çok zorlu şartlarda dirençle ayakta kalabilen bu bitki, aşırı sıcaklarda terlemesini azaltabilmek için yapraklarının çoğunu dikene dönüştürüyor ve suyla az buluşabildiği için gövdesini sertleştirip dimdik durmayı başarabiliyor. Aynen hayatın zorluklarına karşı yılmadan dimdik duran insanlar gibi. Kengerler; dikenleri sayesinde kurda kuşa yem olmaktan kurtuluyorlar, kenger gibi insanlar da kalplerindeki nasırlarla.

Ülkemizde Doğu, Güneydoğu Anadolu, Akdeniz Bölgesi ve Ege Bölgesi’nde sıklıkla gördüğümüz kengerler mayıs ayında baharın coşkusunu mor-kırmızı renkte çiçekler açarak karşılarlar. Bu mevsim toplanıp, taze dallarının kabukları soyularak yenilir.

Johann Wolfgang von Goethe, 3 Eylül 1789’da sabaha karşı kimseye haber vermeden Weimar’daki evinden çıkıp, çocukluğundan beri hayalini kurduğu İtalya’ya gidişini ve orada geçirdiği iki yılı anlattığı İtalya Seyahati kitabında, yolda iki adamın bu çiçeği yediklerini bakın nasıl anlatıyor:

“… Devedikeni demetlerinin önünde ayakta durup, ellerindeki keskin bıçaklarla sapların tepesini kesen bu iki ciddi adamı şaşkınlıkla fark ettik. Parmaklarının ucu ile dikenli ganimetlerini alıp sapı soyuyorlar ve içindekini zevkle yiyorlar…” Evet, bizde ve pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi İtalya’da da aynen enginar gibi yeniliyor. Zaten kenger için ‘enginarın atası’ diyebiliriz. Demek ki o yüzden Artun Ünsal, İstanbulun Lezzet Tarihi adlı kitabında, enginarın halk ağzındaki bir adının da kenger-i frengi olduğunu söylüyor.

SAKIZI DA VAR KAHVESİ DE…

Haziran ayından sonra olgunlaşma dönemine girer kengerler. Rengi sarımsı yeşile dönerken, artık tadı yenemez bir hal alır. Ama burada bitmez onun marifetleri. Gövdesi kesilir, içinden çıkan sütten kenger sakızı hazırlanır. En sonunda çiçekleri olgunlaşan ve tohumları oluşan kengerlerin başları kavrulup, öğütülerek toprak kokulu kenger kahvesi yapılır. Kahvesi bile yapılan kengerin türküsü olmaz mı?

“Gülüm seni alır dağa kaçarım
Kahve bulamazsam kenger içerim
Dağlar seni delik delik delerim
Kalbur alır toprağını elerim
Kahve bulamazsam kenger içerim”

Kahvemiz de, türkümüz de biter bitmez, A Gift of a Thistle soundtrack’i başlıyor fonda ve ben sizi Anadolu’dan İskoçya’ya götürüyorum, hem de Brave Heart filminin bir sahnesine: Küçük Murron, ileride eşi olacak çocukluk arkadaşı William Wallace’a, babasının cenazesinde bir kenger (deve dikeni) armağan eder, hatırladınız mı? Bitki Mitosları kitabına göre “… 950 yılı civarında İskoçya, İskandinavya’dan gelen atlı birlikler tarafından istila edilmişti. Gece yarısı sinsice toprakta sürünerek ilerleyen süvariler, İskoç kampına kadar gelmişlerdi ki içlerinden biri devedikenine basınca çığlığı kopardı. İşte bu sayede İskoç askerler uyanarak kamplarını korudular ve düşmanı yendiler. Bu nedenle devedikeni İskoçya’nın ulusal sembolü ilan edildi…” Deve dikeni simge olarak ilk 1470 senesinde III. James tarafından bastırılan gümüş paralar üzerinde görülmektedir. 500 yıldan fazla süredir İskoçya Kraliyet armalarında yerini almıştır.

SADAKATİ SİMGELER

“Kenger hiç bir sanat eserinde kullanıldı mı acaba?” diye merak ederken karşıma Ressam Albrecht Dürerin 1493 yılında yaptığı Portrait of An Artist Holding a Thistle (Devedikeni Tutan Sanatçı) yağlıboya tablosu çıkıyor. Dürerin 22 yaşında yaptığı bu tablo, Batı resim tarihindeki ilk otoportre! Nişanlısına armağan etmek üzere hazırladığı bu tabloda Dürer, elinde boşuna kengerler tutmuyor, çünkü Almancada deve dikeni (kenger) “sadakat” anlamına geliyor.

“Kengerin mutlaka bir mitolojik hikayesi olmalı!” diyerek yaptığım araştırmalarda Latince Acanthus olarak karşıma çıktı kenger. Acanthus’un mitolojik hikâyesinde arkeoloji ve sanat tarihinde Antik Yunan mimarisinde korint sütun başlığının ortaya çıkışının duygusal hikâyesini anlatan, genç bir kızın mezarında biten bitki olarak tam gözyaşlarımı koy verecektim ki, Yıldız Demiriz’in ‘’Türkiye arkeoloji ve sanat tarihi terminolojisine yanlış adla girmiş bitki motifi” araştırmasıyla aydınlandım. Acanthus kenger değil, ayı pençesi adında, görüntü olarak ona çok benzeyen bir bitki(imiş). Maalesef zamanında botanik bilgisi derin olmayan, ayrıca yabancı kökenli kelimeleri kullanmayı sevmeyen sanat tarihçileri, kenger yaprağı ile ayı pençesi yaprağını (acanthus) aynı kabul ederek korint sütun başlıklarındaki bezemelerdeki stilize akantus bitkisini, kenger yaprağı olarak literatüre geçirmişler. Bu yanlışlık senelerce kitaptan kitaba, öğretmenden öğrenciye bu şekilde aktarılarak devam etmiş, ediyor. Kim bilir bu şekilde fark etmediğimiz, önemsemediğimiz ne çok yanlış kavramlar, terimler kullanıyoruz. Keşke bir mistik gücümüz olsa da sihirli çubuğumuzu sallasak ve tüm bu yanlışlardan bir anda kurtulsak…

MİGRENE İYİ GELİYOR

Belki bizim yok ama eski çağlarda büyücüler kengerden sihirli çubuk yaparlarmış ve halk da bu dirayetli bitkinin mistik bir gücü olduğuna inanırmış. Eğer cebinizde taşırsanız kötülük ve melankoliye karşı korunuyorsunuz, bahçenize ekerseniz de hırsızlardan. Aynı zamanda şifalı bir bitki olan kenger. Dioskorides’in ilk farmakope sayılabilecek De Materia Medica isimli 5 ciltlik eserinde yer alan 500 bitkiden biri. 2000 yıldır da bütün şifa kitaplarında yer almış. Günümüzde bilimsel veriler bu bitkinin tohumlarından elde edilen silymarin maddesinin siroz, hepatit gibi çeşitli karaciğer hastalıklarında kullanılan karaciğer dostu bir ajan olduğunu destekliyor. Ayrıca kenger sakızı diş eti rahatsızlıklarına, ağrılarına, haşlaranak yenilince mide ağrısına, hazımsızlığa, yaprakları toz halinde demlenirse, migrene iyi geliyor.

Sapından kesildikten sonra çok uzun süre yeşil kalmaya devam ettiği için uzun yaşamın ve azmin sembolü kengerler. Adem ile Havva’nın Yaradılış kitabında cennet bahçesinden dünyaya düştükten sonra Tanrı Adem’e: “… Benim buyruğumu çiğnediğin için senin üzerinde çalışğın toprak lanetlendi. Çünkü sen onun üzerinde çalıştığın zaman sende güç ve kuvvet bırakmayacak; sana deve dikeni ve çalı verecek, alın terinle ekmeğini yiyeceksin. Birçok acı ve sıkıntı çekeceksin” der. Hıristiyan inanışına göre de İsa’nın çilesi ve günahlarının affını simgeler.

Yaşar Kemal’in romanlarında en çok adı geçen bu bitki, Shakespeare’in Kuru Gürültü oyununda da karşımıza çıkıyor ama ben bahçemin dışında kendiliğinden biten kengerlere bakarken, Türk şiirinin en yalnız şairi Enver Gökçe’nin dizelerini fısıldıyorum size: ‘’Hayatı seveceksiniz. Her yönüyle, iyilik ve kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz. Suyunu, bağını, toprağını, kenger dikenine kadar her şeyini seveceksiniz.”


Yararlanılan kaynaklar

https://tr.wikipedia.org/wiki/Kenger

https://acikradyo.com.tr/botanitopya/hem-direngen-hem-sifali-deve-dikeni

Yildiz DEMiRiZ, ACANTHUS; Türkiye'nin arkeoloji ve sanat tarihi terminolojisine yanlış adla girmiş bir bitki motifi.

http://apelasyon.com/Yazi/389-akanthus