Doğal olan ve olmayan

Doğal olmayan her şeyin zararlı olmaması gibi, doğadaki her şey de yararlı değil

Bir tatilde uzak bir akrabamızın evine misafir olmuştuk. Şeker sorunu olan eşim ikram edilen incirlerden almak istemeyince eniştemiz ısrar etmişti: “Ye ye, köy inciri bu. Şekeri yükseltmez.”

Enişte sadece bizi iyi ağırlamaya çalışıyordu; gerçekten böyle bir iddiada bulunmayacak kadar sağduyu sahibiydi. Gelin görün ki başkalarının bu tarz iddiaları ciddiyetle dile getirdiğini duyabiliyoruz. Örneğin, “köy tereyağı”nın ne kadar yenirse yensin şişmanlatmayacağı savunulabiliyor, hem de hekim ünvanlı kişiler tarafından. Bu savların alt metninde köyün doğal ortamla, doğal ortamın da sağlıkla ilişkilendirilmesi, dolayısıyla köyden gelen bir şeyin sağlıksız olamayacağı iması var. Oysa yağ, her durumda yağdır. Yağın sütten köyde veya başka bir yerde çıkarılması, onun molekül yapısını ve metabolik özelliklerini değiştirmez; fazla yenirse mecburen şişmanlatır. Eğer “doğal” köy yağı şişmanlatmıyorsa o yağda doğal olmayan bir şeyler var demektir.
Bu iddia “doğallık safsatası” olarak bilinen yanılgının bir örneği. Bu safsatayı Tevfik Uyar “herhangi bir şeyin zararlı (kötü) ya da yararlı (iyi) olduğunu gerekçelendirirken, o şeyle ilgili bilgiler ve deneyler yerine doğal olup olmadığına ya da doğada görülüp görülmediğine atıfta bulunmak” olarak tanımlıyor (Safsatalar, Destek Yay.).

Elbette doğal olanı tercih etmek her zaman bir yanılgı değil. Söz gelişi ihtiyaç duyduğumuz besinleri takviye hapları yerine dengeli diyetle almamız doğrudur. Bedenimizin doğal hareket ihtiyacı nedeniyle düzenli egzersiz yapmamız gerektiği de bir gerçek. Ama bunlar, doğallıklarının yanı sıra, somut bilimsel deneylerle de desteklenen gerçekler.

Doğallık safsatası, hiç bir destekleyici delil sunmadan doğaya atıf yapmaktır. Örneğin “Doğada hiçbir yetişkin hayvan süt içmez, biz de içmemeliyiz”, “Acımasız rekabet iyidir çünkü evrim canlıların rekabetiyle işler”, “Taş devrindeki gibi yemeliyiz, çünkü doğada öyle yapardık.” “Sezaryenle doğum yanlıştır, çünkü doğal değildir.”

Doğallık safsatasının belki en korkunç hali, çocuğunu aşılatmayan bazı ebeveynlerin kullandığı “doğal bağışıklık edinsin” argümanı. Üstelik doğal bağışıklığın tarihte veba, kızıl, çiçek gibi nice salgını engelleyemediğini bilmemize rağmen.

Doğal olanı olmayandan ayırt etmek de kolay değil. Mesela insanın gıdaları işleyerek yaptığı tereyağı, yoğurt, turşu, salça gibi mamuller doğal sayılabilir mi? Binlerce yılda zincirleme ıslahla daha verimli ve besleyici hale getirdiğimiz tahıllar, sebzeler, meyveler doğal mı? Doğal virüsün zararsız halini aşıyla vücuda zerkedip bağışıklık sisteminin doğal tepkisini harekete geçirmek, doğaya aykırı mı?

Doğal olanın iyi olduğunu savunanların da sınırları var. Mesela hastalıklara karşı “doğal bağışıklık”tan bahsedenlerin, kışın ayazında vücutlarının “doğal ısınma”sına güvenip çıplak gezdiklerine pek rastlanmaz. İlaçlar, cerrahi operasyonlar, protezler, diş dolguları da doğal değil, ama bunları reddeden çok nadir.

Doğal olmayan her şeyin zararlı olmaması gibi, doğadaki her şey de yararlı değil. Söz gelişi yüz yıl önce girişimcilerin “doğal şifa” olarak pazarladığı, radyum, toryum, radon ve benzeri kanserojen radyoaktif elementler içeren kaynak suları da tamamen doğaldı.

Keza bitkisel gıdaların da istenmeyen etkileri olabilir. Mesela az miktarda kayısı çekirdeği yemek bile, içindeki amigdalin maddesinin vücutta siyanüre dönüşmesi sebebiyle ölüme yol açabilir. (İlginçtir, sentetik amigdalin, alternatif tıpçılar tarafından “laetril” ve “B17 vitamini” adıyla sahte kanser tedavisi olarak pazarlanıyordu. Yasaklandı, ama lobisi hâlâ aktif.)

Özetle, doğallığı nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bir şey ne sırf doğal olduğu için iyi, ne de sırf doğal olmadığı için kötüdür. Doğallık safsatasından kaçınmanın yolu, doğal süper gücümüz olan aklımızı iyi kullanarak dikkatli bir bilimsel değerlendirme yapmaktan geçiyor.