"Doğamızı, inanç merkezlerimizi korumak kabahat değildir"

Mustafa Sarıgül
Ovacık Belediye Başkanı

‘’Küçük tenceresini ateşe koydu. Bir miktar tereyağı attı içine. Çok hafif ateşte yağ erirken, bir avuç kaya tuzunu ağır tempo ile tencereye atıp, her dökülen taneyi bir dua ile birleştirdi. Tuzu bittikten sonra daha önce kesmiş olduğu küçük bezleri yağın içine bıraktı, dualar eşliğinde tamamen yağlanana kadar çevirdi bezleri. Sonra, toparlayıp yapraklara sardı ve bez torbasının içine koydu çeralarını. Kömbesini sacın altından dualar ile çıkardı, büyükçe bir beze sararak onu da torbasına koydu.

Şalvarını giydi, belini bir güzel sardı. Puşisini başına bağladı, tülbendini örttü ve Munzur gözelerine doğru yola koyuldu. Yol boyu dualar etti.

Ziyaretgaha vardığında sesi sessizliğine sığmadı. Beden hareketleri hızlandı, heyecanı arttı, sarıldı taşlara, gözleri doldu. Bir anda ayyuka çıktı sesli yakarış ve duaları. Haneye, evlada, devri daime, doğaya, komşuya, evladı Resule, bir cümle ümmeti aleme, dualar ederek yaktı çerasını. Öptü ziyaretini ve rızalığını istedi MUNZUR BABADAN.’’

Rızalığını doğasından alan bir kültürün evlatları olarak, yanı başımızda gün olmuyor ki doğamıza, topraklarımıza dair bir saldırı ile karşılaşmayalım. Adına millilik dediğimiz ve fakat satarak, özelleştirerek neredeyse kamuya ait bir şey bırakmadığımız, bu ikircikli anlayış içerisinde, insandan kalan son zerreciklerin gereği, bir nebze vicdan beklemek hanemize suç yazılmaya başlandı.

Nedir ki bu durumun kabahati

Ülkemizde ve tüm dünyada Üretim daralmasının en üst düzeye çıktığı, insan sağlığının büyük tehditlere maruz kaldığı şu günlerde, arazilerin tekelleşmesine karşı çıkmak mı, yoksa zor koşullarda, sağlıklı, zehirsiz üretim yapmak mı kabahat.
Dua etmek mi… çera yakmak mı… yoksa doğayı kutsamak mı kabahat.

Elbette kutsayacağız doğamızı. Kabahat saysanız da; madem ki insanız, bu kabahatleri işlemeye devam edeceğiz. İnancımızın kendisidir doğayı kutsayan. Bu kutsamadır ki, ona olan saygıyı ve korumayı beraberinde getiren. Doğaya olan bağlılık bu denli üst düzeyde olmasa idi, bu cennet köşesi ser çeşmemiz, Munzur Gözelerimiz bu günlere gelebilir miydi? Bunun içindir ki, Munzur Gözelerinde başlatılan çalışmalara karşı, kör sağır dilsiz kalamayız. Kutsal mekanlarını jar-u diyarlarını evinin içinden daha çok önemseyen, gönülden bağlılık kuran insanımızın, kendi evini korumaya çalışması kadar doğal, ne olabilir ki?

Komşuluk hakkını unutmuş, kendinden olmayanı öteki kabul etmiş, başka inançlara ve fikirlere tahammülü olmayanlardan nasıl ihsan bekleyelim ki.

Şimdi ‘’evini yapmaya geldim’’ diyor. Ne bana soruyor nede izin alma gereği duyuyor. ‘’İstemem… yeter ki olanı da başıma yıkma gel gönül misafiri ol bana yeter’’ deme hakkımızın olduğunu düşünüyoruz.