İrfan Değirmenci halkoylamasında “hayır” diyeceğini açıkladığı için işinden oldu. Şaşırtıcı değil elbet, keşke öyle olsaydı. Kelebek gecesi Okan Bayülgen’in yaptığı bir şakaya bile tahammül edemeyen siyasi iktidar, esir aldığı Doğan ailesine boyun eğdirdi ve Bayülgen’in kellesini aldı. Suç neydi? RTE’nin torunlarının sevdiği diziye dil uzatmak! OHAL böyle günler için, yeni Türkiye’nin önü açılsın diye var!

Sendikalar basın kuruluşlarından kovulduğundan beri patronlar, yani siyasi iktidar rahat! Arkadaşlarımız kovulurken sıranın bize geleceğini bildiğimiz halde bekliyoruz, ses veremiyoruz, ardından bizim kellemiz istendiğinde de kuzu kuzu uzatıyoruz bıçağa. Neoliberal siyaset tıkır tıkır işliyor. Yandaş medyanın şımarık kalemşorları bu ortamda rahatça hedef gösteriyor bizi ve kimseden çıt çıkmıyor. Neden? Çünkü artık gazetecilik temel işlevini yitirmiş halde. Bunca meslektaşın haksız yere tutsak olduğu yerde dışarda kimse özgürce işini yapamaz.

Gazeteci ancak toplumsal gereksinim, duyarlılık varsa görevini yerine getirme koşullarına sahip olur. Eğer halk hakikati görme arzusu taşımıyorsa, ekmeğini/yaşamını riske atarak haber yapan gazeteciye desteğini hissettirmiyorsa patronlar/siyasi iktidar dilediği gibi at oynatır bu ortamda. Kuşkusuz fırsatçı tipler boşalan koltuklara hızla yerleşir. Kimi Abdi İpekçi, Uğur Mumcu olur, kimi saltanat koltuğunu yeğler ve tarihin çöplüğüne atılır, unutulur.

Emre Kongar anlatmıştı, Barlas’la yaptıkları program zamanında bazı izleyiciler: “Bu adamla niçin ekrana çıkıyorsun?” diye soruyormuş. Kongar: “Ben tercih olanağına sahip değilim, o olduğu için bana tahammül ediyorlar” demiş. Haklı. Doğan grubunda Nazlı Ilıcak, Nagehan Alçı olduğu için ben ve Altan Öymen “Dört Bir Taraf” yayınındaydık. “Aykırı Sorular” çok ses getirip, etkisi büyüyünce de kapının önüne koydular. Bugün iş daha da zor…

İlkin şunu söyleyeyim, sosyal medyaya kimse aldanmasın. Bir günlük sosyal medya kahramanlığı herkese denk gelir muhakkak. “Bilmem kim yalnız değildir” diye açılan etiketler uçucu, hatta tehlikeli bir hal aldı. Herkes bir günlük kahraman oluyor, ardından unutuluyor, toplumun gazı alındığı için de gerçek tepki oluşmuyor. Bu memlekette herkes yalnızdır, çünkü kimse örgütlü değil doğru dürüst. Asıl sorun budur!

Doğan Grubu’yla son ilişkim yayınevinin yazarı olmam. Sözleşmem var, kitaplarım başarıyla yayınlanıyor. “Ben de hayır diyorum, yeni kitabım çıkıyor, ellerinden geliyorsa yayınlamasınlar” diye bir paylaşım yaptım sosyal medyada. Bir kısmı hemen saldırdı: “Neden sözleşmeni feshetmiyorsun, reklam yapma” diye. Keşke mesele onca kolay olsa! Bu oturduğu yerden sallayan zevat şunu iyi bilsin ki ben ve pek çok isim defalarca bedel ödedik. Benimki şimdilik sadece kovulmak ve üç beş dava şeklinde… Yüzlerce gazeteci mahpus yatmakta… Oturduğu yerden kahramanlığa soyunanların karnesini bir görelim, sonra konuşsunlar.

“Doğan Yayın İlkeleri” denilen işlevsiz safsata, yayınevi yazarları için geçerli değildir. Dolayısıyla bize kimse bulaşmaz. Benim amacım çalışanları yüreklendirmek ve eğer herkes yüksek perdeden ses verirse korku ikliminin ortadan kalkacağına vurgu yapmaktır. Yoksa Doğan Kitap’ta piyasa yayınevlerinden farklı değildir. Mesele bu değil ama esas olan herkesin uygulanan baskılara, çifte standarda tepki vermesidir. Bir yerden başlar, dalga dalga yayılır bu!

Fatih Çekirge “evet” deyince alkış alacak, Değirmenci “hayır” deyince kovulacak, bunun önüne nasıl geçilir derseniz, gayet kolay. Sedat Ergin, Gülse Birsel, Ayşe Arman, Şirin Payzın, Ahu Özyurt, Nevşin Mengü, Fikret Bila, Ertuğrul Özkök ve diğerleri açıklasınlar oylarını bakalım hepsini kovabiliyor mu patron? Ben bunu söylerken Emin Çapa fırsatı tepmemiş oturmuş boş bulduğu sabah koltuğuna… Bir de yalancı kahramanlar var onlara hiç ağzımı açmıyorum. Muhalefet rantını yiyen, zor dönemeçte gıkı çıkmayanlar… İnsanın “fıtrat”ı bozuk olunca er ya da geç yüzünü gösterir…

Bir çift sözüm de klavye başında “İstifa Edin” çağrısı yapıp, ona buna bulaşanlara…

Elbette kitlesel direniş başarı getirir. Gazetecilerin böyle bir görevi var mı sorusu, ayrı bir tartışma. Bana kalırsa ‘var’! Barış dili konuşmak, hakikati açığa çıkarmak, demokrasiyi güçlendirmek zorundadır gazeteci. Lâkin eleştiri yapanlardan kaçı oturduğu yerde, kendi koşullarında herhangi bir itirazı dile getirmiştir.

Bankalar fona devrediliyor hangi müdür itiraz etti? Üniversitelerden akademisyenler ihraç edildi, kaç öğretim görevlisi istifa etti? Öğretmenlerin başına badem bıyıklı müdürler geldi, okullar yobaz eğitim merkezine döndü, kaç öğretmen başkaldırdı?

Belediyelerde yolsuzluk aldı yürüdü, kaç memur yeter diye haykırdı? Askerler kumpasla içeri tıkıldı, kaç subay ses etti? Yargı çöktü, hâkimler/savcılar esir alındı kaç hukukçu cüppesinin hakkını verdi? Sağlık sektörü piyasalaştı, kaç hekim köleliğe itiraz etti?

Diyeceğim şu; kimse kimseyi kandırmasın, gerçeği konuşalım ancak böyle yol alırız. Geçen gün Barış İnce yazdı “Merkez medya kadar zengin ve güçlü değiliz ama mutlu ve özgürüz” diye. Bunun en somut göstergesi BirGün’e verilen ödüllerdir. Serbay Mansuroğlu, Erk Acarer ve Zeynep Yüncüler’i kutlarım. Mesleğin onuru oldular. Cesaret bulaşmalı mutlaka…

Doğan çalışanlarını ben istifaya davet etmiyorum, sadece biraz cesaret. Başkası için değil, kendiniz için yapın bunu. Havuz medyasının şımarıklığına, tetikçiliğine, kibrine karşı birlik olun. Oylarınızı açıklayın. Haydi demokrasi kahramanı(!) Hande Fırat öncülük et, merak etme sarayın sana borcu var! Ha diyeceksiniz ki Hande, Ahmet Hakan, Hakan Çelik ve diğerleri gazetecilikle değil başka işlerle meşgul... Bak onu anlarım işte... Sahi gizli de değil bu, Mehmet Ali Yalçındağ güzelce yazmıştı damat Bakan Albayrak’a!