Ne zaman yeni bir yazı yazmada faydası dokunacak bir eski yazıya ihtiyaç duysam, o yazı kaybolur. Gene öyle oldu. Ama o yılları, o yıllardan hatırlamak istediklerimi (yaş haddinden ev hapsinde olsak da) hatırlıyorum. Konumuz, benim çocukluğumun en büyük hazinelerinden biri olan Doğan Kardeş Dergisi.

Yapı Kredi Yayınları, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 100’üncü yılında çok hoş bir kutlama yaptı. Yazarlarıyla, çocuklar için etkinlikler düzenledi, hatta Türkiye’nin ilk çocuk dergisi Doğan Kardeş’in ilk sayısını Internet sitesinden erişime açtı.

Bu kutlamaya cep telefonuyla kendi kendimizi çekip katılacaktık ama beceremedim. Ben de aziz köşeme çok sevdiğim Doğan Kardeş’i yazayım dedim. Annem çocuğa o dergiyi almayı uygun bulmuştu. Diğerlerini tasvip etmezdi. Çocuk Haftası’nı bazen Aral ağbim sayesinde okurdum. Bu arada, Pekos Bill’i de. Ama benim için dergi, Doğan Kardeş’ti.

En çok Belçikalı Hergé’in çizdiği Tenten’i severdim. Ayrımcılık yaptığının da farkında değildim elbet. Tenten’i, beyaz köpeği Milu’yu. Kimse de bana o köpeğe Fındık dedirtemez. Sakar dedektifler Dupont ve Dupond’u çok komik bulurdum. En komiği de Kaptan Haddock’tu. Yıllar sonra ben Doğan Kardeş’in editörüyken, Tenten’leri çizgi roman olarak yayınlamıştık.

Gene de çizgilerde en kıymetlim Selma Emiroğlu’nun Karakedi Çetesi’dir. Karakedi, Sarman, Pamuk… Ben elbette Karakedi’ydim, öbür ikisini biraz mıymıntı bulurdum. Onların da ilkokul arkadaşlarım Senar ve Ayşegül olmasını münasip bulmuştum.

Ayrıca Doğan Kardeş’e şiir de yazardım, ne yazık ki. Sonra Mine Söğüt, “Adam Olacak Çocuk” mealindeki yazısıyla masumiyet çağı kabahatlerimizi herkese aşikâr kılıp bizi rezil etti. Ama o dergide, biri herhalde yaşıtım olduğu için çok kıskandığım, öteki de büyük olduğu için kıskanmadığım iki şair vardı ki, gerçek çocukluk şairlerimin en başında gelirler. Biri, hikâyeli şiirleriyle Eser Tunçbilek’tir, öteki de “Bayram Yeri” adlı kitabını okuyup hatmettiğim Şükrü Enis Regü.

Ne yazık ki elimde hiçbir şiiri olmayan Eser Tunçbilek, şöyle şiirler yazardı meselâ… Noktalama işaretlerini bağışlayın, birkaç şiirini ezbere bilirim. “Anneanne Günaydın” da onlardan biri.

“….Kim daha evvel merdiveni çıkarsa,

Dikilir anneannenin kapısına

‘Anneanne günaydın!

Fırlar yatağından zavallı kadın

Doldurur kucağına bu ilk gelenin,

Yaşasın! Şekerleri Hacı Bekir’in.”

Doğrusu, uykusunu bölen iki torununu bir güzel pataklayacağına (o sıralar âdettendi) şeker, çikolata, kirik kırak yağmuruna tutan bu anneanneyi hep merak etmişimdir.

Doğan Kardeş roman da tefrika ederdi diye hatırlıyorum. “Çamlı Köşk”ü ilk orada, arka kapağın içinde gördüm sanki. Dünya çocuk edebiyatının örneklerini roman olarak yayınlamıştı: Issız Adada Bir Yıl, Küçük Prenses (adı Sara’ydı), Kurt Çocuk Maugli, daha da neler. Bazılarını defalarca okumuştum. Bu seriden olmayan kitaplar arasında ise hiç unutamadıklarım, Thor Heyerdahl’ın “Kon Tiki”si ile Carl Ewald’ın “Tabiat Ana Anlatıyor”udur. Kaynar suya atılınca feryat eden ıstakoz yüzünden çok uykusuz kalmış, ağzıma ıstakoz koyamamıştım. Bugün de yemem.

En iyi hatırladıklarım ise, dönemin harika çocukları. İdil Biret ile Suna Kan, bize eğitim için gittikleri yurt dışından mektuplar yazardı. Onları hiç kıskanmazdık, kardeşimizdiler çünkü: İdil Biret kardeş, Suna Kan kardeş, Ayla Erduran kardeş gibi. Tek erkek çocuk, ressam Hasan Kaptan’dı. Bu hikâyeyi bir konser sonrasında CD’mi imzalatırken İdil hanıma da anlattım. Çok hoşuna gitti, o çocukların kendilerini böyle benimsediklerini bilmiyormuş demek. CD’yi İdil Biret kardeş diye imzalamıştı.

Bir kardeşimiz daha vardı: Hindistan Başbakanı Jawaharlal Nehru’nun Türk çocuklarına armağan ettiği yavru fil “Mohini”. Ona soyadı bulmamız için bir yarışma yapılmıştı. “Birtanem” soyadı ile Sevin Nart kazandı. Yarışmaya katılmadığım halde çok kıskanmıştım. Mohini’yi çok severdim ama.

Bana dünyanın kapılarını açan Doğan Kardeş’e selam olsun!