Bugün ülkemizin dört bir yanını saran karabasanlara inat, eşit ve özgür bir yaşam umudu taşıyabiliyorsak bu baharı örgütleme sevdası ile yola çıkanların sayesindedir. Bu yola çıkanlardan birisi de kuşkusuz Doğan abimizdir

Doğan Şahiner: ‘Hem de nasıl!’

Öner Tarım - Saadettin Murat

Doğan abimiz 1957 yılında Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde doğar. 3 yaşındayken Ankara’ya taşınırlar, ilkokula burada başlar. Henüz o yaşlarda sıra dışı biri olacağının sinyallerini verir. Hava astsubayı olan babasından İngilizce öğrenmeye başlar. Yarı İngilizce yarı Türkçe konuşur. Bütün çocuklar kar yağdığında kardan adam yaparken Doğan abi snow elephant (kardan fil) yapacağım der ve yapar.

Ortaokula da yine Ankara’da başlar. Bu dönemde annesi Nur teyzeden aldığı harçlıklarının hepsini kitap ve plak alarak bitirir, ertesi gün Nur Teyze’den otobüse binmek için tekrar para alır. Kitap okumayı, klasik müzik dinlemeyi çok sever.

Bir gün Doğan abi sıraya orak çekiç çizer ve bu nedenle müdür muavini annesini okula çağırır. Okula Nur teyze ile birlikte Doğan abinin dayısı da gider. Dayısı bugün de gururla andığımız yıldız yumruklu bayrağın elden ele taşınmasını sağlayan neferlerden öğretmen Mustafa Şahbaz’dır. Müdür muavini Doğan abiyi okuldan atacağını söyler, Mustafa Şahbaz da Nur teyzenin deyimiyle ağzının payını verir “Sen istesen de ben yeğenimi burada okutmam” der ve yeğenini görev yaptığı Çankırı’nın Eldivan ilçesine götürür, Doğan abi ortaokulu orada tamamlar.

Daha o yaşlarda dünya görüşünün bedelini ödemeye başlamıştır. Lise öğrenimi için tekrar Ankara’ya döner. Lise dönemi aynı zamanda örgütlü mücadelesinin de başladığı dönemdir. İlk kavgasında gözlüğünü kaybedecek ama yoldaşlarıyla birlikte Ankara’nın sokaklarını kazanacaktır. Liseyi bitirdikten sonra ODTÜ İnşaat Mühendisliğini kazanır. Tüm zamanını politik faaliyete vermeye başlar. 24 Aralık 1976 yılında faşist Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinin baskısıyla dönemin ODTÜ rektörü Ilgaz Alyanak mütevelli heyeti tarafından görevden alınmış, yerine 13 Şubat 1977 de faşist Hasan Tan atanmış ve ODTÜ’de aylarca sürecek kabus başlamıştı. Hasan Tan’ın rektörlük binasına girişiyle protesto gösterileri başlar, bu gösterileri haftalarca sürecek boykotlar takip eder. Hasan Tan, rektörlüğü döneminde 200 civarında sivil faşisti işçi görünümünde üniversiteye sokar. Bu sivil faşistler, jandarmanın da yardımıyla öğrencilere, öğretim üyelerine saldırırlar, ölenler, yaralananlar olur. Yine bu dönemde Ertuğrul Karakaya jandarma tarafından öldürülür.

Bu büyük sarsıntılarla dolu dönem öğrencilerin, akademisyenlerin mücadelesiyle sona erer. Doğan abi bu faşist işgalin kırılmasında pay sahibi olanlardan birisidir. Faşist saldırılara karşı yapmış olduğu meşru müdafa eylemlerinden dolayı firari konuma düşer. 1977 yılının ortalarından 1981 yılının başına kadar böyle yaşar. 1981 yılında yakalanır. Nur teyze o günü şöyle anlatıyor: "Doğan yakalandığında annemlerdeydim, babamın benden bir şeyler sakladığını hissettim. Bilgi kesinleşince bana söyledi. Komşunun minibüsüne bindik, Doğan’ın olduğu cezaevine gittik.
Annemle birlikte nerede bir kapı görsek içeri dalıyorduk. Sonra Doğan’ın sesini duydum 'Anne buradayım, anne biz buradayız.' Uzunca bir aradan sonra ilk defa görüyordum oğlumu. Asker geçişime izin vermedi. Annem oradaki subaya ‘Oğlum, annesi bir kere sarılsın’ dedi. Sağolsun subay izin verdi, oğlumun yanına gittim, sarıldım."

Doğan abinin 10 yılı Metris, Ulucanlar, Nazilli, Eskişehir ve Çanakkale cezaevlerinde geçmiştir. Cezaevinde de matematik, felsefe ve İngilizceyle uğraşmaya devam etmiş, bol bol satranç oynamıştır. Cezaevinden çıktıktan sonra da hayatının temel faaliyeti haline gelen felsefe çevirilerine tutuklu olduğu yıllarda başlamıştı.

Metris Cezaevi'nden Nur teyzetye yazdığı mektubunda şöyle diyor: "Gece uyusaydım öğleye kadar İngilizce çalışacaktım. Öğle yemeğinden akşama kadar ya matematik ya felsefe ya da başka bir işle uğraşacağım. Akşam yemeğinden sonra satrançta kimin canı bana yenilmek istiyorsa onu yeneceğim."

Doğan abi yine Metris Cezaevi’nden büyükbabasını kaybetmesi üzerine anneannesine yazdığı mektupta şunları dile getirir: "Şimdi bu güzel bahçemizde yeni fidanlarımız var. Büyükbabamın, küçükken oynamaktan çok hoşlandığım bir makası vardı. Artık onun makasını alıp, fidanlarımızı sarabilecek olan kötü otları budamak en başta sana düşüyor." İşte bu cümleler Doğan abinin bütün hayat felsefesini ortaya koyuyor, onun hayatı da diğer devrimciler gibi fidanları saran kötü otları budama çabasıyla geçti.

Bugün ülkemizin dört bir yanını saran karabasanlara inat, eşit ve özgür bir yaşam umudu taşıyabiliyorsak bu geçmiş devrimci mücadelenin, Fatsa’nın, Yeni Çeltek’in, Gültepe’nin, Tariş’in, ODTÜ’nün, kendi idam sehpalarını tekmeleyenlerin ’Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik’ diyenlerin, kısacası baharı örgütleme sevdası ile yola çıkanların sayesindedir. Bu yola çıkanlardan birisi de kuşkusuz Doğan abimizdir. Onunla 10 yıl kadar önce tanışma fırsatı yakaladık. Mücadeleyi, dünü ve bugünü daha iyi kavramak, yarınları oluşturmak için arkadaşlarla teorik çalışmalara ağırlık verilmesini kararlaştırdık. Bu çalışmalarda tanıdık Doğan abiyi. Çalışma tarzına ve içeriğine ilişkin toplantı yaptık. Çalışmanın didaktik ve tepeden olmaması yönündeki isteğimizi kendisine ilettik. Doğan abi ‘Eli sopalı bir öğretmen olurum’ diyerek bizleri şaşırttı. Lakin felsefe sohbetlerine başladığımızda hiç de öyle bir tarzı olmadığını gördük. Bizler sohbetlere başlarken daha çok George Pulitzer okuyarak felsefeyle tanışan bir topluluk olmamızdan kaynaklı olsa gerek, materyalizm nedir, ilkeleri nelerdir, diyalektiğin şu kadar ilkesi vardır bunlar: şunlar, şunlardır gibi klişe bir sohbet bekliyorduk. Daha ilk sohbetimizde yanıldığımızı anladık.
Bir arkadaşımızın kitabi ve mekanik anlatışına onu kırmamaya özen göstererek ‘BirGün gazetesinin arka sayfasında, şöyle bir yazı okumuştum: Bana alıntılarla gelme. Sen ne biliyorsun onu söyle’ demişti. Onun birikimini gördükçe sohbetlerden aldığımız keyif artıyordu. Hayatımıza yeni kavramlar, yeni kişiler, yeni fikirler giriyordu. Ezberlerimizi bozuyor, birbirleriyle hiç karşılaşmamış, tarihi kişilerin hayali sohbetlerini, tartışmalarını yapıyor, anlaşılması zor görünen konuları hayatın içinden basit örneklerle anlatıyordu.

Doğan abi bizlere ezcümle mücadelede kal diyordu: ‘Teori de pratik de orada. Somutu ıskalamadan, ancak mücadelenin içinde devrimci bir yol inşa edilebilir.’ diyordu. Bizlere kattıkların için teşekkürler Doğan abi. Büyüttüğün özlemi, kavgayı bugünlere taşıdın. Peki bizler yarınlara taşıyabilecek miyiz?

Bunu Doğan abinin kafasını iki yana sallayarak, hırıltılı içten gelen sözüyle cevaplayalım:

"HEM DE NASIL, HEM DE NASIL."