Can Göknil, “Öykünün kurgusal yapısı, tablonun kompozisyonuyla tokalaşırken, çizgiler de sözcük seçimiyle benzeşiyor. Bir de anlatış biçimi, yorum var tabii. O da dil kullanımındaki ustalığa bağlı, resimdeki renk seçimini andırıyor” diyor

‘Doğanın kuralları samimi’

ÇİLEM HÖKELEK

Ülkemizin önemli ressamlarından Can Göknil’in Can Yayınları’ndan çıkan üçüncü kitabı Göz ve Söz geçen günlerde raflardaki yerini aldı. ““Öyküleriniz resimleriniz gibi,” diyenler var, Gerçekten resimlerim gülümsetir izleyiciyi. Umut doludur, çocuklar gibi” diyen Göknil ile son kitabını, doğayı ve hayatı konuştuk.

>>Can Hanım ressamlık ardından çocuk kitapları ardınan da yetişkin öyküleri. Öncelikle hayatınızda bunlar nasıl gelişti anlatır mısınız?
1970’lerin başına götürdünüz beni. O yıllarda eşim ve ben NewYork’ta yaşamaktaydık. İkimiz de yüksek lisansımızı tamamlamış olup kendi alanlarımızda çalışmaktaydık. Resimlerimle New York galerilerinde ilk sergilerimi açıyor, bir yandan da renkli baskı yapan bir matbada çalışıyordum. Aynı zamanda pek çok müze ve galeri geziyordum. Böyle günlerin birinde Brentano’s adlı kitapçının vitrininde beyaz kapaklı bir kitaba gözlerim takıldı. Kapaktaki gri fare elinde tuttuğu kırmızı gelinciği uzattı bana, göz kırptı üstelik! Leo Leonni’nin Frederic adlı faresiymiş meğer. Hemen kitapçıya girdim, kitabı çantama, gelinciği de ruhuma aldım! Sonraki yıllarımda o gri fare sanatıma bir kapı daha açtı. Çocuk dünyasının da resssamı oldum.

Derken, memlekete döndük. İstanbul’daki ilk sergimi 1974 yılında Melda Kaptana Sanat Galerisinde açtım. Aynı yıl Redhouse Kirpi Masalı adlı kitabımı 5000 adet yayımladı. Böylece ülkemizdeki resimli çocuk kitaplarına öncülük etmiş oldum. Ne şanslıyım ki o gün bugün çok sevdiğim bu konularda çalışmalarımı sürdürebiliyorum.

>>Göz ve Söz Deniz Kokusu’ndan sonraki ikinci öykü kitabınız . Daha önce de çocuk kitaplarınız vardı. Öncelikle çocuk öykülerinden sonra büyüklere öykülere geçişi anlatır mısınız?
Yurtdışında uzun yıllar yaşamak, hele New York gibi çok ünlü bir sanat merkezinin iş dünyasında çalışmak epey eğitici olmakla beraber öz kültürüme katkı sağlamıyordu. Bu beni rahatsız ediyordu açıkcası. Yirmili yaşlarımın ucundaydım ve sanatçı kimliğime kendi topraklarımızdan, tarihteki yaşam biçimimizden, inanç ve davranışlarımızdan birşeyler katmak istiyordum. Batı sanatını tanımakla yetinemeden arkeoloji odaklı kültür tarihimizi, mitolojimizi, folklorik motiflerimizi öğrenme çabasına girdim. Uzun araştırma dönemimde okuduklarımı çizmeye başladım. Söylenceler resim başlıklarım olmaya başladı. Mitoloji konulu sergiler düzenledim. Okuduklarım bana ilham veriyordu. Göz ve söz sanatımın ana unsurları olmaya başladı. Hepsini Gölgem Renkli mi? adlı ilk “büyük” kitabımda anlattım (Can Yayınları, 2007). Mitolojinin öyküsel yapısı bana öyküyü sevdirdi. Böylelikle çağdaş edebiyatımızdaki öykücülerin kitaplarıyla buluştum. Atölyemden uzak olduğum anlarda yazmaya başladım ama bu alanda sadece meraklı bir öğrenci olduğumu belirtmek isterim.

>>Siz aynı zamanda ressamsınız da. Öykülerinizde de bir ressamın bakış açısı açığa çıkıyor. Resimle bu kadar yoğun ilginizin olması öykülerinizi nasıl etkiliyor?
Evet, öncelikle ressamım, eğitimimi bu alanda tamamladım.
Edebiyat ve resim eşittir sanat diye düşünürsek, gözlem ve algı yani görsellik ve yorum, hem öyküde ve de resimde çok farklı değil bence. Faklılık ifade şeklinde. Bana göre öykünün kurgusal yapısı, bir tablonun kompozisyonu ile tokalaşırken, çizgiler de sözcük seçimi ile benzeşiyor. Bir de anlatış biçimi, yorum var tabii. O da dil kullanımındaki ustalığa bağlı, resimdeki renk seçimini andırıyor. Duyumsatmak istediğim ruh halini renklerde buluyorum. Yorum konusunda yaklaşımım duygusal ve sevecen çünkü hayat bana şefkatli davrandi, sevecen kişiliğim, çocuksu ruhum incinmedi. Belki de bu nedenle sanatçı oldum.

>>Doğa öykülerinizde yoğun olarak öne çıkan bir tema. Öykülerinizdeki karakterler doğanın içinde yaşayan insanlar. Doğayla olan ilişkinizden de bahsedebilir misiniz?
Eşimle doğa içinde yaşamayı seviyoruz. Doğanın kuralları samimi. Eşimin eli yemyeşil; bahçe, bostan, çiçek, ağaç dostumuz. Yetiştirdiğimizi yeriz çoğunlukla. Huzur duyarız hayvanlarımızı sevince. Kaptan, miço denizlere çıkarız. Kent soyluyuz ama bizim yaştakilerin büyüdüğü ortamlar çok doğaldı, evler bahçeliydi, çilek, kızılcık, kiraz, vişne, incir bahçeden toplanırdı. Apartmanlar az, siteler hiç yoktu. Biz büyürken komşular gerçek komşuydu.

>>Göz ve Söz bir yandan da umut dolu bir öykü kitabı öyle değil mi?
Umarım öyledir. “Öyküleriniz resimleriniz gibi,” diyenler var, Gerçekten resimlerim gülümsetir izleyiciyi. Umut doludur, çocuklar gibi.

>>Mitler ve fantastik unsurlar var öykülerinizde. Bunlar da daha çok yine doğadan beslenen mitler söylenceler öyle değil mi?
Evet, tarih öncesinde inançlar böyleymiş. İlksel insan bilimsel değil ki. Doğa olaylarını anlamlandırmak için, yaradılışı, doğumu, ölümü anlamak için mitler uydurmuş, inançlarını öyküleştirmiş. İnançlarla ilgili davranışları da toplumun folklorik yapısını oluşturmuş. Hepsi hayal gücü ve benim için yeni düşlere yol açıyor. Yapıtlarımda (öykü olsun, resim olsun) düş gücüm okuduklarım ve duygu dünyam ile besleniyor açıkcası.

>>Öyküleriniz her zaman umut dolu sakin bir ses tonuna sahip sanki. Bu yaşadığımız dönemde insanın içini ısıtan .
Teşekkür ederim böyle düşündüğünüz için. Bağırgan kişiliğim yok. Doğaya ve onun parçası olan insana saygılıyım, bu nedenle yapıtlarım sakin ve huzurlu diyebilirim.