Koronavirüs günlerinde doğa adeta nefes aldı, kendini dinledi. Bizler de her gün işgal ettiğimiz sokaklardan evlerimize çekildik, yaşamlarımızı sorguluyoruz. Bireysel sorgulamalar kadar kolektif sorgulama zamanındayız. Bu sorgulamanın merkezine de hem emeği-insanı hem de doğayı sömüren, tüketen, insanı ve doğayı yok oluş noktasına taşıyan kapitalizmi oturtmalıyız.

Bir büyüme yarışı almış başını gidiyor. Her ülke, herkes bu yarışın içinde. Büyüme oranları merakla takip ediliyor. Büyüme ile övünülüyor. Ama nasıl bir büyüme, ne pahasına bir büyüme, kimler için büyüme olduğu sorgulanmıyor. Yoksulluk ve açlık büyüyor, bir avuç sermayedar zenginleşiyor. Doğanın ve doğal yaşamın sınırlarını zorlayan bu büyüme dünyayı nefes alamaz hale getiriyor. Gayri insani ve doğayı yok eden bu büyüme alkışlanıyor.

Kapitalizmle insan, kapitalizmle doğa arasında giderek şiddetlenen bir çelişki var ve bu aynı zamanda uzlaşmaz bir çelişki. Küreselleşme süreciyle kapitalizm bu çelişkiyi bir ekolojik kriz-çöküş olarak bütün dünyaya yaymış vaziyette. İnsanlık ve doğa kapitalizmin yarattığı “büyük bir meydan okuma”yla karşı karşıya. Kapitalizm, tarihi hepimiz için aynı noktaya getirmiş durumda. Ya doğanın, dolayısıyla tarihin sonu ya da doğanın yeniden canlanışı, insan-doğa barışıyla tarihin yeniden doğuşu.

Üretimin-ekonominin insan emeğinin sömürüsüne, sınırsız, plansız büyümesine son vermek, ihtiyaca göre demokratik planlamaya dayalı, doğayla barışık bir üretim-ekonomi anlayışına geçmek tarihsel bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.

Marksizm sadece insanın özgürleşmesinin teorisi değildir. Aynı zamanda doğanın da özgürleşmesi teorisidir. Bu ikisi bir bütündür. Marksizmde sınırsız bir büyüme anlayışı yoktur. Marksizm doğanın, doğal kaynakların sınırlılığına işaret eder ve doğanın “fethi”ni değil, “doğanın yasalarına uygunluğu” esas alır. 21. yüzyılın devrimcilerinin ve sosyalizminin hedefi Marx’ın işaret ettiği gibi kapitalizme karşı “doğayı özgürleştirmek ve tüm doğayı yeniden canlandırmaktır.”

doganin-kurtulusu-icin-kapitalizm-yenilmeli-719064-1.

ÇİN’İ ANLAMAK

Çin, SSCB ve Doğu Avrupa sosyalizmlerinin yıkılmasından sonra bütün beklentileri boşa çıkartarak ayakta kaldı ve bugün Çin ÇKP tarafından yönetiliyor. Çin’in bugünkü düzeninin tanımlanması da bir tartışma konusu oluyor. “Devlet sosyalizmi” veya “devletçi kapitalizm”, “Çin’e özgü sosyalizm” veya “Çin’e özgü kapitalizm” Çin’e dair en çok kullanılan kavramlar. Ama çoğunluğun kabul ettiği bir gerçek; 20. Yüzyıla egemen olan ABD hegemonyasının gerilediği ve 21. Yüzyılın bir Çin yüzyılı olacağı yönünde. Bir nevi 21. yüzyılı anlamak Çin’i anlamaktan geçiyor.

Bu noktada BirGün okurları şanslı. Koronavirüsün dünyaya yayıldığı Vuhan’da yaşayan Kamuran Kızlak “Çin Mektubu” gönderiyor bizlere. Batı’nın düşmanca ve önyargılı Çin analizlerinin dışında ve elbette ÇKP’nin resmi siyasetinin ötesinde Çin’i anlamaya ve Çin’e dönük bir okuma ve tartışmaya ihtiyacımız olduğu bir dönemdeyiz. Kamuran Kızlak, BirGün için bir şans.

BİR HATIRLATMA

“Temel Gelir Ödemesi” önerisi içine girdiğimiz kriz sürecinde hem dünyada hem Türkiye’de önemli tartışma başlıklarından biri oldu. Temel Gelir Ödemesi “Her bireye, gelirine, medeni haline, bir iş sahibi olup olmadığına bakılmaksızın aylık veya haftalık yapılan, periyodik bir kaynak aktarımıdır.”
Türkiye’de Temel Gelir Ödemesi’ni yurttaşlık geliri olarak tanımlayan ve programında “Herkes sırf bu ülkenin yurttaşı, doğal ve fiziksel kaynakların paydaşı olma kimliğiyle toplumsal refahtan pay almalıdır. Bu anlamda herkese yurttaşlık geliri ödenmesi bir hak olarak kabul edilmelidir” diyerek yer veren parti; 2019 Aralık ayından itibaren SOL Parti olarak yoluna devam eden ÖDP’dir.

UNUTULAN MÜLTECİLER

Koronavirüs öncesi mülteciler-göçmenler-sığınmacılar meselesiyle yatıp kalkıyorduk. Gözümüz kulağımız Yunanistan sınır kapısındaydı. Salgın sonrası mülteciler unutuldu. Fakat basında mültecileri unutmayan, mültecilerin sorunlarını sol bir perspektifle takipten vazgeçmeyen bir gazeteci var: Dost Evrensel gazetesinden Ercüment Akdeniz. Sorunun hem fikri hem de politik takibinden vazgeçmiyor.

***

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

14 Nisan 1987, Türkiye devrimci gençlik mücadelesinde önemli bir tarihtir. 12 Eylül karanlığına üniversiteli gençliğin ilk büyük, kitlesel karşı koyuşudur. 1984-85’lerde üniversitelerde gelişen gençliğin dernekleşme örgütlenmesine karşı ANAP hükümetinin getirdiği tek tip dernek yasasının geri püskürtüldüğü bir tarihtir. Bir nevi gençliğin 15-16 Haziran’ıdır.

Eylemin konusu üniversite alanının her yerinde konuşuldu, tartışıldı, geniş öğrenci kitlesi özne kılındı. Tartışma açık ve geniş, eylem ise gizli ve dar örgütlendi. Polisin Beyazıt’ta beklediği öğrenciler Aksaray’dan yürümeye başladı. Beyazıt’a varıldığında sayı 2500’ü bulmuştu. Önleri kesilen öğrenciler Zülfü Livaneli’nin “Kısarlar sesini, boğmak isterler” şarkısıyla polis barikatına hep bir ağızdan yanıt verdi. Sonuçta 100 öğrenci gözaltına alındı, 31 öğrenci tutuklandı. Ertesi gün Ankara, İzmir, Eskişehir başta olmak üzere her üniversitede öğrenciler ayağa kalktı ve Murathan Mungan’a onun şiirini yazmak, Yeni Türkü’ye de söylemek düştü:

“…Yollardan sonra, yıllardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar.
Yollardan sonra, yıllardan sonra
Yeniden yan yana onlar…”

***


NOKTA ATIŞI

“Siz içeridekiler affediliyor sanıyorsunuz ya… Aslında ahlak direğini yanlış tepeye dikmiş, namus atını yanlış yöne sürmüş, terör damgasını yanlış yere vurmuş, ürettiğini yanlış şekilde paylaşmış bir düzen, adaletsizliğin bahşişini veriyor.” (Barış Terkoğlu, 16 Nisan 2020, Cumhuriyet)

***

USTALARDAN

“Umut imgelerinde illüzyon-olmayan, reel-mümkün olan her şey Marx’a götürür ve dünyanın sosyalistçe değiştirilmesine hizmet eder-her zamanki gibi duruma göre çeşitlenerek koşullara uygun uyarlamayla… Daha iyi bir yaşamın düşlerinden her zaman, ancak Marksizmin önünü açabileceği, ‘bir mutlu olma’ sorgulaması vardı…

…Marx genel ve soyut değil, adresi belli bir insanlığın izini sürer-yüzünü ona muhtaç olanlara dönmüş bir insanlıktır bu…

…Marksizm başından itibaren eylem halinde insaniyettir…”

Ernst Bloch

***

HAFTANIN ŞİİRİ

Tuhaf
“…bana bir de tuhaf gelen
Neron’ların Hitler’lerin sandıklardan çıkması
seçenlerin seçilenden korkması
rüşvetin papaz gibi girip çıkması
suçun ülke yönetmesi örneğin
ve zincire vurulması suçlunun
bana hep tuhaf gelir nedense
tuhaf da değil hatta
bana hep komik gelir
demokrasi oynaması bir diktatörün
ve sırtlanın/ağzında zeytindalı tutması…”
Hasan Hüseyin