Futbol evrenseldir. Dilini hiç bilmediğiniz bir Afrika ülkesine gitseniz, iki taşı yere koyup bir meşrubat kutusunun üzerine bassanız oyun başlar. Kimse, “Ne yapıyor bu?” demez. Tıpkı oyun başladığında kuralları sormayacakları gibi. Belki de bu yüzden takımımızda oynayan her oyuncu ‘bizdendir.’ Dünya futbol tarihinde bilinen ilk transfer 1900 yılında Uruguay-Şili arasında gerçekleşti. İkinci Dünya Savaşı’na kadar çok popüler bir durum olmasa da 1950’lerden sonra ülkeler arası oyuncu değişimi futbolun bri parçası olmuştu. Türkiye yıllar içinde futbolcu almakta ustalaşsa da pek veren taraf da olamadı. Belki de bu nedenle son yıllarda Avrupa kulüplerine transfer olan futbolcularımızı hep göğsümüz kabararak takip ettik.

Bunların arasındaki bir isimse ‘buradan’ transfer olmamıştı belki ama adıyla sanıyla ‘bizdendi’: Mesut Özil. Şimdilerde göçmen ırkçılığının ortasında duran adam. Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirdikten sonra Almanya’nın Dünya Kupası’ndaki başarısızlığı üstüne yıkılan adam. Ve onca badireden sonra Alman Milli Takımı’nı bırakan adam.

Daha önce de ırkçılık gördük. Afrika kökenli futbolcuları aşağılamak için sahaya muz da atıldı, maymun posterleri de açıldı. Sakın bizde yok demeyin. Bizde de defalarca tezahürat şeklinde ırkçı söylemler oldu. Mesut Özil’in başına gelense bambaşka çünkü futbol siyasidir de. Göçmen problemi tüm dünyanın problemiyken Almanların çözemedikleri bir problemleri daha vardı: Almanya’daki Türkler. 60 yıldır çözülemeyen “Türklerin Almaya’daki adaptasyonu” konusu Mesut ile bir nebze olsun çözülmüş gibiydi sanki. En azından biz öyle sanmıştık. Değilmiş. Milli takımı bıraktığını açıklayınca da hayal kırıklığına uğradık, Mesut’a yapılan haksızlık için bağırdık.

Mesut Almanya’da doğmuş büyümüş bir adam. Verdiği röportajda, “Kendimi bildim bileli bana ne olduğum soruldu. Ben sadece o ya da bu değilim. Ben ikisiyim. Evde Türk kültürüyle büyüdük. Dışarıda, okulda, futboldaysa Alman kültürüyle. Böyle olunca ortaya benim gibi bir adam çıkıyor.” deyip milli takım olarak Almanya’yı seçerken ne kadar zorlandığını anlatıyordu. Sonuçta tam adapte olmuş bir Türktü ve hatta Alman milli takımını seçmek için Türk pasaportunu iade etmek zorunda kalmıştı.

İşte şimdilerde Mesut için bağıran, sahip çıkanlar Alman Milli Takım’nı seçtiğinde ayaklar altına almıştı. O dönem çifte vatandaşlık olmadığı için Türk vatandaşlığından çıkmak için konsolosluğa gittiklerinde bile kötü muameleye maruz kaldıklarını anlatmıştı Mesut. İlk maçına çıktığında yuhlanması da cabası. Neredeyse vatan haini ilan edilmiş ve “bizden değildir” denmişti. O zaman da Almanya kol kanat germişti Mesut’a. Aynı şimdi bizim yaptığımız gibi.

Fakat yıllar önce yaptıklarımızı unutup da kimse Almanya’ya kızmasın. Konu futboldan çok siyasi. Göçmenlik konusunun dünyanın hızla çözmesi gereken bir problem olduğunun en canlı kanıtı. O topraklarda doğmuş, sıradan bir vatandaştan çok daha başarılı olmuş, dünyanın birçok yerinde Almanya deyince akla gelen biri bile ne atalarının topraklarına ne de doğduğu topraklara yaranamayıp, “Kazandığımda Alman, kaybettiğimde göçmenim” diyorsa durup bir düşünmek lazım. Sadece Mesut’u değil vatansız ve kimliksiz bıraktığımız tüm göçmenleri...