1976 Yılının Ağustos ayında ilk kez Bodrum’da günlük tutmaya başlamışım. Ve de birinci sayfada Montaigne’nin şu aforizması var: “Seninle her şeyi paylaşmak zevkinden yoksun kalınca hiçbir zevki tatmamaya karar verdim.” Büyük olasılıkla İstanbul’a, orada kalanlara duyulan özlemle yaptığım bir alıntı.

Yaklaşık 45 senedir günlük tutuyorum. Dile kolay. Koskoca 45 sene.

İçinde o kadar çok şey var ki. Şu anda 4’üncü ciltteyim. Ara sıra herhangi birinin herhangi bir sayfasını açıyorum. Başlıyorum okumaya.

Sanki başkasının hayatını gözetler gibi bu okumalar. Zira bunları yazan ve de bunları okuyan aynı kişi olamaz. Gerçi benim hayata bakışım da öyle çok büyük sapmalar olmamış. Hala benzer -birçoğu aynı-müzisyenler, edebiyatçılar, sinemacılar oyuncular. Ama o dönemde çok ciddiye aldığım konuları şimdi hafif bir tebessümle okuduğum da bir gerçek.

Özel hayatın gizliliğine olan inancımdan dolayı da ilk cildi açar açmaz boş sayfaya kocaman harflerle şunları yazmışım.

“Bana saygın varsa defteri kapa… Çocuklarımın bana saygı duymasını istemiyorum.” Gizli mesaj şu aslında: Bu günlüğü sadece çocuklarım okuyabilir… Öbür türlüsü düşünülemez zaten. Yazılanları biri okuyabilir korkusuyla ne kadar içten ve doğru şeyler yazılabilir ki… Dedim ve durdum… Şimdi peki.

Hepimiz yazdıklarımızı gördüklerimizi yediklerimizi içtiklerimizi herkes bilsin istiyoruz. Nereye gittik kiminle beraberiz ne satın aldık nerede denize girdik akşam hangi konserdeydik herkes bilsin… Andy Warhol bile bence işin bu denli çılgınlığa varacağını düşünmemişti. Bir nevi sosyal teşhircilik yaptığımız.

Bu gün genç bir arkadaşım 300 takipçisi olan kankasının 50 bin takipçisi olan bir kıza mesaj atmasının saçmalığından söz etti durdu. Resmen korkutucu olmasa da biraz ürkütücü bir durum.

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?"dan “Sen benim kaç takipçim olduğunu biliyor musun “a yatay geçiş. Bir nevi kast sistemi sanki. Bu durum tabii ki acayip saçma. Bu saçmalık dijital mecradaki reklam alanlarını da etkiledi. Tamamen kişisel bakım ürünlerine, kameralara video ve fotoğraf düzenleme programlarına ve de ne olmamızdan ziyade nasıl görünmemiz gerektiği ile ilgili ipuçlarıyla dolu bu reklamlar. İnsanlar sanal âlemde yaşar oldu. Bu yüzden de gerçeklik algısı da değişti. Hem yalana çok açık bir alan hem de o kadar çok bilgi kirliliği var ki eğer gerçekten de doğruya ulaşmak istiyorsak işimiz var. Ama doğru kimin umurunda?

Öyle değil mi sn. Birkan?