Bazı şeyler dışarıdan çok basit görünür. Örneğin bisiklete binmek. Oturur ve pedal çevirirsiniz. Bir kez öğrendikten sonra sahiden de basittir. Çoğu kez nasıl öğrendiğimizi, bunun için nasıl pratik yaptığımızı da unuturuz. Çocukken bir ara öğrenmişizdir. Gelgelelim bisiklete binmek bir denge işidir. O denge, düşe kalka öğrenilir. Bir daha da hiç unutulmaz. Bisiklete binmeyi öğrenip öğrenmediğimizi anlamak kolaydır. Binersin, eğer bindiğin gibi yere kapaklanmadıysan işler yolundadır. Oysa insanlık tarihine girişinin üzerinden taş çatlasın 20 yıl geçmiş bir yenilik olan ‘sosyal medya’ söz konusu olunca bu kadar şanslı değiliz. Dengeyi kaybettiğimizi zaman zaman hissetsek de ne zaman düştüğümüzü tam olarak anlamıyoruz. İşin kötüsü sosyal medya kullanmayı bilmediğini bilmeme hali, bireyleri ayrı ayrı etkilediği gibi toplumu da toptan etkiliyor. Geçen haftaki yazıda sorumluluğu teknolojiye atıp işin içinden çıkmanın yeterli olmadığını ilişkin bir görüşü de savunmuştum. İnsan olarak bizim de zaaflarımız vardı ve bu da bir sorumluluk yaratıyordu. Bu yazıda o sorumluluklarımızı yerine getirmek için üç stratejiden bahsetmek istiyorum.

DİNLEMEK

Tanıl Bora’nın çok yakın bir tarihte, Birikim Dergisi’nin web sayfasında “Dinlemeyen konuşma akışı”na dair bir yazısı yayınlandı. O yazıda Bora, edebiyattan ve hayattan çeşitli örneklerle dinlemenin kıymetini ve ne kadar kıt bir kaynak olduğunu anlatıyordu. Yazı sosyal medya ile hiç ilgili olmasa da bana, sosyal medyada ‘timeline’ dediğimiz akışın tam anlamıyla bir dinlemeyen akış olduğunu düşündürdü. Hepimizin her konuda bir fikri var ve bunları bir an önce üzerimizden atıp onaylanmanın peşinde koşuyoruz. Birbirimizi onaylıyoruz ama birbirimizi ve özellikle karşıt görüşü dinleme konusunda asla fikirlerimizi aktarma konusunda olduğu kadar istekli değiliz. Algoritmalar bizim bu konudaki zaaflarımızı çok çabuk öğrendiği için bize kendi görüşümüzün versiyonlarını sunuyor. Bu da bizi mutlu ediyor ve hatta dinlediğimizi düşündürüyor ama gerçekte dinlemiyoruz. Sonra dönüp algoritmaları suçluyoruz. Evet algoritmaları suçlamakta bir yere kadar haklıyız. Çünkü algoritmalar şeffaf değiller ve seçemiyoruz. Bununla birlikte, çoğunlukla kendi sesimizin bir yankısını oluşturuyorlar. O yüzden bence doğru sosyal medya kullanımı için ilk stratejiyi dinlemeyi ve kimi dinleyeceğimizi öğrenmek. “Kendi sesimizin yankısını dinlemek bir dinleme sayılır mı?” sorusu özellikle önemli.

NEREDE OLDUĞUNU BİLMEK

Yakın zamanda Wired dergisinde çıkan Nabeel Gilani imzalı bir yazıda internetin nerede olduğumuzu anlamamızı sağlayacak haritalara ihtiyacı olduğu görüşü savunuluyordu. Hani müzelerde ya da bazı turistik yerlerde gezerken bazen harita panoları görürsünüz. O haritalarda “buradasınız” diye kırmızı noktalar olur ve gezerken işimiz kolaylaşır. Gilani, sosyal medyanın ya da internetin böyle bir haritasının olmamasının insanların işini zorlaştırdığını tespit ettikten sonra bir grup meslektaşıyla geliştirdiği ‘Sosyal Ayna’ projesini anlatıyordu. Bu proje henüz uygulanabilir olmasa da hepimizin nerede olduğu üzerine bir düşünmesi önemli. Sosyal medya takip listelerimizi neye göre oluşturuyoruz, aslında birer harita olan bu listeler bizi nereye götürüyor? Kaynak olarak seçtiğimiz haber sitelerinin rotası ne? Biz nasıl bir yöne gitmek istiyoruz, hakikate gerçekten ulaşmak istiyor muyuz? Belki önyargılarımızı besleyen bir topluluğun içinde olduğumuz için fazladan mutsuz oluyoruzdur. Bunu aşmak için benim geçmişte kendi adıma yaptığım şey farklı uzmanlık alanlarından ve farklı görüşlerden insanlardan oluşan bir “sağlama” grubu oluşturmak oldu. Hepsini açıktan takip etmesem de belli gündemlerde yaptıkları yorumlara bakıyorum. Ne kadar faydası oldu bilmiyorum ama en azından daha “sakin” bir sosyal medya kullanımı sağladığını söyleyebilirim.

BEKLEMEK

İnternetin ilk yıllarını kimimiz unuttu kimimiz de zaten o yıllarda hayatta değildi. Bir web sayfasının yüklenmesinin ne kadar sürdüğünü hatırlıyor musunuz? Bazen dakikalarla ifade edilirdi. Oysa şimdi hıza öyle alıştık ki bir sayfanın yüklenmesi birkaç saniyeyi aştıysa hemen sekmeyi kapatıyoruz. Bu durum bir konu hakkında kanaate varıp yorum yapma hızımızı da değiştirdi. Ne mutlu ki artık otobüs duraklarında bile otobüsün ne zaman geleceğini aktaran dijital panolar var. Eskiden olduğu gibi bir belirsizlik içinde beklemek hepimiz için kabusa dönmüş durumda. Sosyal medyada gördüğümüz bir haberle hemen alevlenip yorumumuzu yapıyor, etkileşimimizi alıyoruz. Bir süre sonra yaptığımız yorumun yanlış olduğunu aktaran bir doğrulama geliyor. Silsek veya düzeltsek de bizim de harladığımız ateş çoktan yangına dönüştü bile. Oysa bir doğrulama çabasına bile girmeden birazcık beklesek bunların hiçbiri olmayacaktı. Dolayısıyla sadece bekleyerek bile sosyal medya kullanımımızda fark yaratabiliriz. Buna vaktimiz yok. Peki bir konu hakkında yorum yapmamız neden bu kadar acil bir mesele oldu? Kendi yorumumuzu bu kadar önemsiyorsak, onun bir hakikate dayanıyor olmasının hiç mi önemi yok?

Bu köşedeki yazılarda sık sık platformların çalışma biçimini, bu alandaki düzenleme eksiğini, devletlerin bu konuyu kendi çıkarlarına kullanmasını eleştiriyorum. Sistemin tasarımı elbette önemli ve öncelikli dikkat çekilmesi gereken konu. Ancak insanlık olarak bu sistematik saldırı karşısında bizim de savunma stratejilerimiz olmalı. Bu yazı o konuya birlikte kafa yormak için yazıldı.