Türkiye-Suriye sınırında Ankara’nın Rus savaş uçağının düşürmesi sonrasında bir yıl süren yüksek gerilimli Ankara-Moskova ilişkileri 2016 sonbaharından itibaren adeta bir bahar dönemine girmişti. Üç yıl kadar süren bu yakınlık 2020 başında Şam ile Ankara arasında yaşanan kısa İdlib Savaşı’ndan bu yana dikiş tutmaz bir görüntü vermeye başladı.

Astana Süreci resmen bitirilmemiş olsa da o günden bu yana herhangi bir Astana mekanizmasının çalıştırıldığına da tanık olunmadı.

Libya’ya asker gönderme anlaşması, beraberinde Trablus Hükümeti ile deniz yetki alanları düzenlemesi “anlaşması” korona günlerinde Doğu Akdeniz’de Mısır’ın, Yunanistan’ın Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa ve AB ülkelerinin dahil olduğu bir dizi karşı anlaşma ve Navtex sürtüşmeleri ile devam etti. Genel tezleri ve dış siyaset yaklaşımı bakımından gerek Libya gerekse -Ege dahil- Doğu Akdeniz tartışmalarında Türkiye’den ziyade karşı taraflara yakın olan Rusya, süreci Ankara’yı doğrudan karşısına almayacak manevralarla sürdürdü.

Moskova ve Ankara ilişkilerinin Sonbaharı!

Bir sonbaharda başlayan “Türk-Rus Baharı” yine bir sonbaharda sonlanmış görünüyor. Artık Erdoğan yönetimi de Putin Yönetimi de birbirlerinin ayaklarına basmaktan sakınmıyor görünüyorlar.

Ankara Temmuz 2020 Tovuz çatışmaları sonrasında Bakü’ye çok yüksek seviyede destek vererek Kafkasya’da banisi Rusya olan statükoyu, 30 yıllık dengeyi sarsıcı adımlar atmaktan çekinmedi. Rusya henüz bu konuda son sözünü söylemiş yahut ciddi bir askeri karşı hamleye imza atmış değil. Karabağ özelinde Rusya’nın neyi beklediği ve ne zaman hangi araçlarla müdahale edebileceği konusunu bir başka yazıya bırakalım. Bu yazıda, 2019 sonbaharında sarsılmaya başlayan işbirliğinin 2020 sonbaharında nasıl yükselen bir gerilime dönüştüğüne odaklanalım. Rusya ne karşılık verecek görülecek ama şimdiden net olan Türkiye’nin Suriye’den Karabağ’a cihatçı taşıyan bir ülke olarak resmedildiği resmi Rus matbuatının 2016 Haziranı öncesindeki yaklaşımlarını anımsatıyor. “İslami terör unsurları ile işbirliği yapan Türkiye İmajı” Rus basınında uçağın düşürüldüğü 24 Kasım 2015’den, 27 Haziran 2016 tarihli Erdoğan’ın özür mektubu devamındaki Putin-Erdoğan -barışma- görüşmesine kadar devam etmişti. Soğuk savaş sonrası Türk Rus İlişkilerinin en soğuk olduğu bir yıldan bahsedecek isek, işte bu 2015 sonbaharından 2016 yazına dek süren olağanüstü gergin dönemi anmalıyız.

Şimdi ilişkilerin yeniden o dönemdeki kadar sert bir evreye ulaştığını söylemek elbette gerçek bir tasvir olmaz. Ancak düzenli olarak artan karşıtlıklar listesine her hafta yeni bir gerilim konusunun eklendiğini de dikkatten kaçırmayalım.

En zoru Suriye olan gergin başlıklarda 2016-2019 bandında yakalanan diyalogla ilerleme formülü yerini kritik “yakın çevre” başlıklarındaki karşıt konumlanışlara bırakmış görünüyor. Karabağ Savaş’ında Türkiye’nin izlemekte olduğu siyaset ise bu başlıkların sadece bir tanesi.

İlişkiler zaten yapısal nedenlerle mi işbirliğinden gerilime doğru seyretmek zorunda idi yoksa Ankara’nın en son Azerbaycan ve ardından özellikle Ukrayna ile yaptığı anlaşmalar mı bardağı taşırdı tartışılabilir. Ancak zamanlama bakımından bu iki gelişmenin Rusya’nın karşı adımlarını tetiklediği aşikar.

Mısır ile Karadeniz’de, Yunanistan’la Ege’de

Rusya Savunma Bakanlığı 14 Ekim’de Rus ve Mısır deniz kuvvetlerinin Karadeniz’de ilk kez ortak tatbikat yapacağını duyurdu. Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler arasında Mısır’ın başlıca bölgesel rakiplerinden biri olan Türkiye yer alıyor ve pek çok uzmana göre Kahire ile Ankara arasındaki güç gösterisinde bu tatbikat “niteliksel bir sıçrama teşkil edecek.”

Karadeniz’de bir ilk olan Mısır ve Rus donanmalarının ortak tatbikatı, Kahire-Ankara geriliminin arttığı bir dönemde Türkiye’ye mesaj olarak da görülüyor. Ancak bu mesajı Mısır merkezli okumaktan ziyade Ankara-Moskova denklemi çerçevesinde okumak çok daha anlamlı olsa gerek. Zira bu Moskova-Kahire denkleminden daha büyük ve etkili bir çerçeve oluşturmaktadır. Rusya’nın özel olarak Erdoğan’ın ihvan hassasiyeti nedeniyle büyük mesafe içinde olduğu Mısır’ı Karadeniz’e daveti Kahire’ye destek değil Ankara’ya açık bir ayar sinyalidir. Bu adımın geçtiğimiz şubat ayından beridir kapsamlı silah sanayi işbirliklerini içeren Kiev-Ankara yakınlaşmasının son adımları ile eş zamanlı olması elbette manidar.

Rusya’nın Mısır donanmasını Karadeniz’e buyur etmesinden sadece iki gün sonra bu kez Ege Denizi’nin tartışmalı konularında yaptığı açıklamalar ise ilkinden de manidar: Rusya’nın Atina Büyükelçiliği tarafından yapılan açıklamada Doğu Akdeniz krizine ilişkin Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi referans gösterilerek; “Bu sözleşme, tüm devletlere karasuları üzerinde 12 deniz miline kadar egemenlik hakkı sağlıyor” ifadesine yer veriliyor ve ilaveten sosyal medyada yapılan haritalı paylaşımda, “Münhasır Ekonomik Bölge’nin belirlenmesine ilişkin ayrıntıların da sözleşmede açıkça yer aldığı” açık ve net biçimde ifade ediliyor.

Türkiye ile Rusya’nın son dönemi AKP-MHP koalisyonu biçiminde ilerleyen 18 yıllık Erdoğan iktidarı öncesinde de Ankara-Rusya ilişkilerinde çeşitli gerilimler mevcut idi. Ancak bu kadar gelgitli ve prensipleri anlaşılmaz bir dönem hiç olmamıştı.

Aşırı milliyetçi ortağı ile beraber AKP lideri Erdoğan’ın çok sık tekrarladığı “Vatan savunması sınırlarımızın ötesinde başlar” tezi gerçekten sadece ülkemizin mümtaz kamuoyunda değil, Mısır, Yunan ve Rus kamuoylarında da yankı uyandırmış görünüyor. Tıpkı Erdoğan gibi Sisi de bir Afrika ve Doğu Akdeniz ülkesi olan Mısır’ın savunmasının Türkiye’nin tepesinde, ta Karadeniz’de başlayacağını düşünüyor olmalı.

Ülkenin kamu iktisadi teşekküllerini sata sata en sonunda bitiren hükümet, ülkenin askeri kapasitesine dayalı güç siyasetini de sınırlarına dayandırmış görünüyor. Dönemlik denge oyunlarını dış politika stratejisi zanneden bu aklın ülkemizin dört bir yanına tepki ve gerilim yığmasının sonuçları hiç bu kadar belirgin görülmemişti.