Almanya’nın yeni Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Kiev ve Moskova ziyaretleri, Alman medyasında, Erich Maria Remarque’nin neredeyse bir asır önce yazdığı romanına gönderme yapılarak “Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!” başlığıyla yer aldı. Remarque, naziler tarafından meydanlarda yakılan, ama hem bunun öncesinde, hem de sonrasında milyonlarca kişi tarafından okunan kitabı “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”ta savaşın korkunçluğu ve anlamsızlığını işliyordu. Aradan 90 yıldan fazla bir zaman geçti, insanlık bu arada iki büyük dünya savaşının ve yüzlerce irili-ufaklı savaşın yıkımlarını yaşadı, yaşıyor. Ama başta ABD olmak üzere “medeni batı” dünyasının yöneticileri Ukrayna’daki krizin bir savaşa doğru evrildiğini dile getirebiliyorlar.

Aynı zamanda Yeşiller Eşgenel Başkanlığı’nı da yürüten Baerbock’un ziyaretlerinin Rusya ve Ukrayna (daha doğrusu Rusya ve Amerika) arasındaki ihtilafların çözümü konusunda büyük bir değişiklik yaratmayacağı baştan belliydi.

Ancak Avrupa’nın doğusunda savaşın başlayacağına dair senaryoların iyice yaygınlaştığı bir ortamda diplomasinin devrede olması tercih edilir bir durum.

Rusya’nın Ukrayna sınırına asker yığmasını Hitler’in Orta ve Doğu Avrupa saldırıları öncesinde yaptığı hazırlıklara benzeten (tabii bunu yaparken Putin’i Hitler’e eş koşan) senaryoların tüm sükûnet çağrılarını bastırdığı ortamda yürütülen görüşmeler, “en kötü barış savaştan iyidir” görüşünü savunanların elini kuvvetlendirebilir.

Alman Bakan, önce Ukrayna’yı ziyaret etti. 1991’de bağımsızlığını ilan eden Ukrayna’yı ilk tanıyan devletlerden biri de Almanya. Ancak iki ülkenin ortak tarihini asıl olarak II. Dünya Savaşı’nda Hitler işgalinin yarattığı yıkımın hatıraları belirliyor. Almanya’nın bu bölgede yaşanan acıların sorumluluğunu taşıdığını belirten Baerbock, sonsuza kadar Ukrayna ile dayanışma içinde olacaklarını söyledi. Ayrıca çözüm için sekiz yıl önce Almanya, Fransa, Ukrayna ve Rusya arasında başlatılan görüşmelerin sürdürülmesi gerektiğini savundu. II. Dünya Savaşı’nın en önemli kavşaklarından Normandiya Çıkartması’nın 70’nci yıldönümünde başlatıldığı için ‘Normandiya Dörtlüsü’ ya da ‘Normandiya Formatı’ adıyla anılan bu çözüm arayışında Amerika doğrudan yer almadığı için sonuç çıkması mümkün görülmüyor. Ancak bunun dile getirilmesi, tıpkı Soğuk Savaş yıllarındaki gibi Almanya’nın bir yandan Amerikancı politikaları sürdürürken, diğer yandan bağımsız bir yol arayışından vazgeçmeyeceğini de gösteriyor.

Nitekim Baerbock’un Kiev’deki diğer açıklaması da bu doğrultuda. Yani Almanya diğer batılı müttefikleri gibi Ukrayna’ya silah vermeyeceğini açıkladı.

Aslında Yeşiller’in diğer Eşgenel Başkanı Robert Habeck, eylüldeki seçimden önce ziyaret ettiği Ukrayna’da bu konuda tam tersi yönde mesajlar vermişti. Ancak parti tabanından gelen tepkiler üzerine bu açıklamasını geri almak zorunda kalmıştı.

Almanya’da sosyal demokratlar, yeşiller ve liberallerin koalisyonuyla oluşan hükümetin kısa bir süre önce kararlaştırılan programında da bu konu tartışmaya yer vermeyecek bir kesinlikte yer alıyor.

Ancak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok NATO ülkesi (başta ABD ve İngiltere) Ukrayna’ya modern silah sistemleri vermeye devam ediyor. Bu durum Almanya hükümeti de bu politikadan vazgeçmesi yolunda hem müttefiklerinin, hem de muhafazakar ve liberal medyanın ağır baskısı altında. Bu amaçla uydurulan “savunma silahı” gibi gülünç kategorilerin yardımıyla yürütülen kampanyayı koalisyonun liberal kanadı da destekliyor. Hükümet, önümüzdeki dönemde bu konudaki “devlet politikası”nı değiştirip, Ukrayna’ya silah göndermeye başlayabilir mi – tabii bunların da sadece “savunma silahları” olduğu gerekçesiyle – göreceğiz.

Baerbock, Kiev’deki temaslarını sürdürürken Başbakan Olaf Scholz da İspanya’yı ziyaret ediyordu. Scholz’un Rusya’ya yönelik sert açıklamaları, Almanya’nın silah konusundaki aykırı tutumunu dengelemeye çalıştığını gösteriyordu. Scholz, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi halinde ağır bir bedel ödeyeceğini söyledi. Madrit’teki bu sözleriyle neyi kastettiği ertesi gün Berlin’de anlaşıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’le Berlin’de yaptığı görüşmede, bu ağır bedelin ‘Kuzey Akım 2’ doğalgaz boru hattını da içerdiğini açıkladı ki bu, yeni bir durum. Şimdiye kadar Almanya’nın gelecekteki ucuz enerji ihtiyacının büyük bölümünü karşılayacak ‘Kuzey Akım 2’ doğalgaz hattının dış politikayla ilgisi olmadığını, aksine bir ‘özel sektör girişimi’ olduğunu savunan Scholz, bu konudaki görüşünü değiştirmişti.

Bilindiği gibi Amerikalılar, en az 10 milyar euro harcanarak tamamlanan enerji hattını engellemeye kararlı. Ortalıkta dolaşan „Doğal gaz“ın hiç de ucuz olmayacağı, Putin’in ileride gaz dağıtımını ve fiyatlarını siyasi koz olarak kullanabileceği iddiaları, bu hattın işletilmesiyle „Rusya‘daki Putin Diktatörlüğü‘nün Almanya tarafından finanse edileceği“ tezleri de Amerikalıların işini kolaylaştırıyor.

Scholz Berlin’de bu açıklamaları yaparken Baerbock da ziyaretinin ikinci durağı olan Moskova’da mevkidaşı Sergej Lawrow’la görüşüyordu.

Oradaki görüşmeler de tarafların geri adım atmaması halinde çözümün çok zor olduğunu gösterdi. Moskova’da da ‘Normandiya Dörtlüsü’ görüşmeleri gündeme geldi. Bu arada Baerbock da Rusya’nın Ukrayna’ya karşı saldırgan tutumunun doğalgaz hattının geleceğini etkileyeceğini açıklayarak, bu konuda Almanya’nın tutum değişikliğinin altını çizmiş oldu.

Baerbock’un temasları sürerken ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de Avrupa’ya doğru yola çıkmıştı. Önce Kiew’de Ukrayna’ya yönelik Amerikan desteğini tazeledi. Bugün Berlin’de Alman, İngiliz ve Fransız mevkidaşlarıyla buluşacak. Ardından da Cenevre’de Lawrow’la bir araya gelecek.

Bu gelişmeler, içinde ABD’nin olmadığı Normandiya Dörtlüsü görüşmeleri gibi çözüm arayışlarının başarı şansı olmadığını gösteriyor.

ABD, Rusya’nın tehdit altında olduğuna dair stratejik endişelerine rağmen NATO’yu Ukrayna’yı da içine alarak genişletme konusunda kararlı. Sosyalizmin çökmesinin ardından peş peşe NATO’ya üye olan Orta Avrupa ve Baltık ülkelerini ağır silah sistemleriyle teçhiz etmeyi de sürdürüyor. Rusya, oralara konuşlanan ve her birinin menzili Moskova’yı da aşan füzelerin aslında İran tehdidine yönelik olduğu açıklamasını tabii ki kabul etmiyor. Ama bunların bağımsız ülkelerin kendi kararları olduğunu savunan ABD, bu konunun tartışılmasını bile kabul etmiyor.

Kimileri yaşanan krizi 1962’deki Küba Krizi’ne benzetiyor.

Hatırlanacağı gibi o dönemde Küba’daki sosyalist yönetim Sovyetler Birliği’yle adaya nükleer başlık taşıyan füzelerin yerleştirilmesi konusunda anlaşmıştı. Bunu ABD’ye yönelik bir saldırı olarak yorumlayan dönemin Başkanı Kennedy, SBKP Genel Sekreteri Kruşçev’i arayıp, füzeleri taşıyan gemileri bombalamakla tehdit etmişti. Dünya atom bombalarının da kullanılabileceği bir savaşın eşiğine gelmişti. Kruşçev’in gemileri geri çağırması, ABD’nin de Türkiye’de konuşlandırdığı füzeleri sökmesiyle savaş önlenmişti.

Sorun Washington ve Moskova arasında çözülmüştü. Ne Küba’nın ne de Türkiye’nin fikri sorulmamıştı bile. Tabii bu arada birçok ülke, daha iyi bir gelecek için harcanabilecek milyarlarca dolarlık kaynaklarını silah harcamalarına aktarmaya devam ediyordu.

Avrupalıların, daha doğrusu Almanların şimdiki krizi çözmek için gösterdiği çabalar önemli.

Ülkeler arasındaki sorunlar silahsız yöntemlerle de çözülebilir.

Doğu cephesinde yeni bir şeyler olabilmesi için Almanların diplomaside direnmesi gerekli.