Seda Ünsar’ın yeni romanı Düşüş, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerini edebiyatla buluşturuyor. Yeni bir dünyanın öncelikle hayal kurmakla mümkün olduğunu söyleyen Ünsar, “Roman bir Doğu-Batı karşılaşması” diyor.

Doğu ve Batı karşılaşması
Seda Ünsar. (Fotoğraf: BirGün)

Erkin Can SEYHAN

Akademisyen ve yazar Seda Ünsar, yeni romanı Düşüş ile doğu ve batı karşılaştırmasına disiplinlerarası ve edebi bir yaklaşım getiriyor. Edebi bir kurguyu, tarihsel gerçekliklerden ve akademik unsurlardan beslenerek oluşturan yazar, kitabındaki anlatım ile farklı köklerden ve tarihsel kırılmalardan gelişen kültürleri bir arada incelerken okurlara çok yönlü bir düşünce açısı sunuyor. Düşüş’ü, kitabın yazarı Seda Ünsar ile konuştuk.

Düşüş’te farklı disiplinleri ele almanızdaki motivasyon nedir ve bu etkileşimi hangi bağlamlarda kurdunuz?

Varoluş bir düşme eylemi. Romanın akışında yer alan politik ve felsefi tartışmalar yıllardır kendi araştırmalarımdan aklımda birikmiş düşüncelerdi. S ve Ali (iki ana karakter) sofistike bir entelektüelliğe sahip, bu özellikleri tüm yaşamlarına sinmiş karakterler. Yaşadığımız çağın anlamsızlığını karakterlerden biri “ütopyasız bir dünyanın çocukları olma” şeklinde ifade ediyor. Bu durum, doğayı ve emeği metalaştıran kapitalizmin bizim tanığı olduğumuz bu postmodern döneminde, anlamda derin bir kayma, kayıp ve boşluk yaratmasıyla ilintili. Öyle ki biz insanın metalaşması sürecinin belki de son aşamasına yakın bir yerde, sadece emeğin değil, insan hislerinin ve değerlerin de metalaşmasının içinden geçiyoruz; zaten emeğin metalaşması sürecinin zorunlu sonucu da bu. Düşüş tarihin bu aşamasının içinden geçiş sürecinde bir anlam arayışı. Eşitlikle gerçek kılınabilecek bir özgürlük, erdem ve adaletle yeni bir dünya kurulabilir fakat kurulmadan önce hayal edilebilmeli. Denilebilir ki Düşüş hayali anlamsızlığa kaybettiğimiz yerde olma haliyle bir yüzleşme.

DÜŞÜŞ, SEDA ÜNSAR, İnkılap, 2022DÜŞÜŞ, SEDA ÜNSAR, İnkılap, 2022

Kitabın anlatımında ve içeriğinde sosyal bilimlerin de payı var. Edebiyat ve sosyal bilimleri buluşturmak nasıl bir anlam taşıyor?

16’ncı yüzyılda Batı’da sağlamlaşan kapitalist dünya-ekonomi, üstyapısının bir parçası olan bilimi de kompartmentalize etti. Aslında hakikat holistik bir bütün olarak düşünülmeli. Sanat ve bilim bu bütünün iki farklı fakat tamamlayıcı (aynı) yüzüdür. Öte yandan, bilimde disiplinlerarası metodoloji 20’nci yüzyılın sonlarına doğru tekrar önem kazanmıştır. Düşüş’te olan da bu bütünsellik sadece. Roman olduğu kadar romanda karakterlerin entelektüelliklerinin bir parçası olarak yaşayan içerik kesinlikle akademik bir kaynak gibi de düşünülebilir. Marksizm, Frankfurt Okulu gibi birçok teori ile Orta Çağ feodalitesi, sekülerleşmenin kapitalist modernitenin bir parçası olarak çıkışı gibi makro-tarihi süreçler altmışa yakın referansla yedirilmiş durumda.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, 16’ncı yüzyılda sağlamlaşmış olan kapitalist dünya-ekonomiye yarı-sömürge olarak entegre olmuş olmaktan mütevellit geri kalmışlık mirasıyla değerlendirilmeli. Romanda cumhuriyetin aslında Osmanlı’nın son yüzyılında açılmış olan fakat devrimlerle verimsiz kurumsal yapı ortadan kaldırılamadığı için kurulamayan verimli kurumsal yapının kurulması anlamına geldiği anlatılıyor. Bu sebeple, makro-yapısal olarak ters bir yapı içinde yarı-sömürgelikten kurtularak ve kurumsal ikiliğe son vererek verimli kurumsal yapıyı kuran cumhuriyet, Doğu ontolojisinin en devrimci hareketi olarak değerlendiriliyor. Bugün olansa, kurumsal ikiliğin karşıdevrim süreçlerinde tekrar yaratılmasıyla, verimsiz kurumsal patikaların önünün açılması ve verimli kurumsal yapının yok olma noktasına gelmiş olması.

İranlı bir karakter olan Behman’ın San Fransisco’da okyanus manzaralı evinde, görkemli bir akşam yemeği partisinde Batı ve Doğu’nun farklı kültürleri (ya da Marksist jargonla üstyapıları diyelim) üzerine bir sohbette, Ali Batı’da dürüstlük normlaşırken, aslında Doğu kültüründe dürüstlüğün normlaşması için gerek ve yeter olan değerler olduğu halde, neden riyakârlığın ağır bastığı üzerine hayli sofistike bir ekonomi-politik çözümlemeye girişiyor. Anlaşılacağı üzere roman aynı zamanda bir Doğu-Batı karşılaşması.

Kitabın edebiyat ve sosyal bilimler çevresinde gördüğü tepkiler nasıl?

İlk önce Ali Deniz Uslu’dan direkt alıntı yapayım: “Ruhsal yolculukları deşifre eden, herkesin Pandora kutusunu kurcalayan, yoğun akıcı, çok yönlü, edebi ve felsefi yönü çok sarsıcı, enfes bir ilk kitap. Her anlamda daha çok ilgiyi hak ediyor, gerçekten çok güçlü”. Prof. Dr. Vamık D. Volkan’dan kitabı bilgi açısından derin ve düşündürücü, edebi açıdan güçlü bulduğunu ifade eden bir mesaj aldım. İlk okurlarımdan Sayın Büyükelçim Özdem Sanberk bilgi ve derinlik açısından benzersiz, edebi kimliğini özgün ve büyük bulduğunu söylemişti. Boğaziçi’nin çok sevilen hocalarından Bedri Selimhocaoğlu nasıl ki Stendhal henüz edebiyatta gerçekçilik bir akım değilken gerçekçiliği başlattıysa, Düşüş’ün de bilimsel bilgiyi başarılı montajlama tekniğiyle kurguya yedirerek edebiyata bir yenilik getirdiğini, “büyük ve asil düşünceler” tartıştığını, edebi yönünü çok etkileyici bulduğunu ifade etti.