Selçuk (Candansayar) geçen hafta ‘doksozof’ diye bir kelime kullanmıştı, ‘kanaat teknisyeni’ gibi bir şeyi kastediyordu. Peki, son günlerde hangi şahıslara denk düşüyor?

Bu yazı zorunlu alıntılardan ötürü zaten uzayacak, öyleyse lafı uzatmayayım, elimizin altında bir değil iki doksozof var. Birisi, jölesiz Ahmet Hakan’ın ayrıca verdiği unvanla “günümüz ulemasından Hayrettin Karaman Hoca”. İkincisi son aylarda ayyuka çıktığı üzere, ulemalıkta onun tek rakibi Nuray Mert.

Birinci doksozof 3 Ağustos’ta şöyle yazıp yeniden dile düştü:

“Ben başını örten ama göstere göstere sigara içen bir bayan gördüğümde şöyle bir intibaa kapılıyorum: Sanki farklı olanlara şunu diyor: Siz benim başımı örttüğüme bakmayın. Benden ümidinizi kesmeyin. Sizinle paylaşacak çok şeyim var.”
Burada rezil bir ima yapmıştı ama bu tür herzeleri ilk değildi. Nitekim Mayıs ayında ikinci doksozof Nuray Mert ondan şu alıntıyı yapmıştı:

“Ülkenin resmi ve anayasal düzeni İslamcı bir partinin kurulmasına ve amacını gerçekleştirmek için çalışmasına izin vermiyor. Peki, bu durumda siyaseti ve partiyi amaçları için kullanmak isteyen İslamcılar ne yapacaklar? Makul, zamanında, yerinde, usulüne uygun adımlar, söylem ve eylemlerle amaçlarına hizmet etmeye çalışacaklar… İslamcı, parti dâhil bütün araçları ve imkânları davası için kullanır, kullanışsız olanlara iltifat etmez.”

İkinci doksozof, birinci doksozofun bu herzelerine ‘demokratlık’ gereği veryansın etmekteydi:
“Bu şu demek; amaca ulaşmak için her yol mubahtır, yalan söylenebilir, sözlerine inanan insanlar aldatılabilir, kullanılabilir. … Demek ki, karşınızdaki ‘İslamcı’ ise, sözüne güvenmeyeceksiniz, çünkü sözünün arkasında durmayacak. Yalan söyleyecek, çünkü onun için sizi, sistemi, hukuku, siyaseti amaçları için ‘kullanmak’, aldatmak meşru. Amacına ulaşmak için her yolu mubah saydıktan sonra, ‘atı alan Üsküdar’ı geçecek’ siz derdinize yanacaksınız. … İtiraf ettikleri tıynetle davrandıkları için İslamcılar ile tartışmak bile mümkün değil.”

Zaten yeni bir devlet kurduklarını da ilan ettiler, daha neyi tartışacaksın ki! (Gerçi Nuray Hanım “yalanladılar ya efendim” deyiverir.)

Ama demokratlığın da sınırları varmış ve doksozof misyonu ağır basarmış. Nuray Mert, birinci doksozof’tan alıntı yapıp yukarıdaki kallavi cümleleri sıraladıktan sonra birden stop ediverdi. Burada can sıkıcı olan meşrebi belli Karaman değil elbette, can sıkıcı olan bir yandan İslamcılara veryansın edip hemen ardından İslamcı argümanları yumuşatıp sunuveren Nuray Mert. Çünkü evriminin (tartışmasının) İslami bir aşamasında takılıp kalan Nuray Mert geçen hafta ‘Müftü nikâhı ve İslami rejim’ konusunda yeni bir hamle daha yaptı.

“Yok, din eksenli düzenlemeler hiç tartışılmasın demiyorum, itirazı olan bunları açıkça tartışmalı ama…” deyip görüşlerini sıralarken sürekli “ama” demeyi de unutmuyordu: “Maalesef, muhalif çevreler de aynı değirmene su taşımak konusunda son derece hevesli. … AMA zaten Türkiye’de cihat’ı radikal tanımı ile anlayıp, soluğu radikal örgütlerde almak gibi geniş çaplı bir sorun yok.” TÜRKİYE’DE RADİKAL İSLAMCILIK TEHLİKESİ YOK! “Müftülüklere nikâh yetkisine gelince, kusura bakmayın AMA bu değişikliğin dini düşünce ve yaşam tarzını dayatma ile alakası yok.” YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERİN DİNİ DÜŞÜNCE VE YAŞAM TARZINI DAYATMA İLE ALAKASI YOK!

Bu arada “doğrusunu” söylemeyi de ihmal etmiyor: “Doğrusu, İslamcı kesim böyle bir değişimi ve genelde İslami bir rejim değişimini çok arzu ediyor olabilir. O durum, TV tartışması konusu değil, tam bir toplumsal-siyasal altüst oluş demektir, sadece laikliğin değil, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin sonu demektir. O nedenle, doğrudan tartışma konusu olmalı, tam da o nedenle, İslamcı siyasetçi ve yazarlara ‘istediğiniz, doğru bulduğunuz, hedeflediğiniz böyle bir değişim ise, gelin açık açık konuşalım, bu ülkede yaşayan herkes fikrini açıkça kamuoyu ile paylaşsın’ diye yıllardır çağrı yapıyorum.”

Yani üzerime düşeni yaptım, daha ne yapayım diyor Nuray Mert; (tartışmak bile mümkün değil dediği) İslamcı yazarlarla tartışmayı, hedeflerini açık açık söylemelerini isteyip duruyor işte! Peki, ama Mayıs ayındaki yazısında bizzat vurguladığı üzere onlar ne yapmışlardı? Yalan söylemişlerdi, çünkü onlar için sizi, sistemi, hukuku, siyaseti amaçları için ‘kullanmak’, aldatmak meşru idi. “Ama” diye devam ediyor Nuray Mert “sadece ‘Daha zamanı gelmedi’ diyenler çıkıyor ki, o da ‘biz bunu elimiz daha da güçlendiğinde dayatacağız’ demekten başka bir anlam taşımıyor.”

Velhasıl, olup biten bunca şeyden sonra onların elinin yeterince güçlenmediğini, daha zamanı gelmedi dediklerini düşünüyor. “Kısacası, bunlar ciddiye alınacak konular değil, o nedenle ciddi sorunlar arasında telaffuz edilmesi bile diğerlerinin önemini gölgede bırakmaktan başka işe yaramıyor” diyor.

Türkiye’ye bangır bangır şeriat getiriyorlar ve Nuray Mert “bunlar ciddiye alınacak konular değil” diyor. Ama bu sözler asıl adresine de gitmiş olmuyor mu? Sahi aslında ne diyor Nuray Mert, bu kez rezil değil ama içten pazarlıklı bir imayla: “Siz benim başımı ÖRTMEDİĞİME bakmayın. Benden ümidinizi kesmeyin. Sizinle paylaşacak çok şeyim var.”

Tabii ki Hayrettin Karaman kadınlara zerre saygı göstermiyor, aklına eseni hem de hakaret ederek söylüyor, toplumda böyle infial yaratıyor ve fitne çıkarıyor.

Soru: Fitne çıkaran kimsenin sözlüklerdeki karşılığı nedir? Fitne fücur! Öyleyse? Hop bakalım fitne fücur, orada dur. Soru: Saygısız, işe yaramaz, aklına eseni yapan kimsenin sözlüklerdeki karşılığı nedir? Zirzop! Öyleyse? Hop bakalım Zirzop, orada stop.

Tabii ki Nuray Mert her şeyi bilen doksozof olarak kalmak istiyor, İslamcı çevrelerdeki görüşlere itiraz eder gibi yaparken onları benimsememizi de istiyor, hatta o görüşlere hayranlık duyuyor ve onlara özeniyor, denebilir.
Soru: Seçkin (doksozof) görünmek için, bazı çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya özenen kimsenin sözlüklerdeki karşılığı nedir? Snop! Öyleyse? Hop bakalım Snop, orada stop.
(Bir vakitler kimse ona yazdırmayınca, bir gün, kendisine kucak açan BirGün’e de teşrif etmiş ama olanca kibriyle bir hışımla geçip gitmişti, hem de burada yaptığımız işleri ‘ucuz muhalefet’ diye küçümseyerek, neyse…)
Gelinen noktada laiklik ile demokrasi denklemindeki hayati bağlantıyı görmemek, demokratlıktan vazgeçmek demektir. Laiklikle kafa bulan Hayrettin Karaman’lardan hakiki ulemalar ve İslamcılar olabilir ama laikliği hiçe sayan Nuray Mert’lerden asla hakiki demokratlar olamaz.