AKP-MHP iktidarının eskiden beri büyük korkuları oluğu biliniyor.

İktidar, düşünce ve basın özgürlüğünden; bağımsız yargıdan; bağımsız denetleme ve düzenleme kurullarından; bağımsız Merkez Bankası’ndan, güçlü sendika ve meslek örgütlerinden; özerk üniversiteden; bilimin ışığından sürekli olarak korkuyor.

İktidarın arada sırada korktukları da saymakla bitmez. Osman Kavala’nın yıllardır hapiste tutulması iktidarın yalanlarla sarıp sarmaladığı Gezi Parkı korkusunun somut kanıtıdır. Sonrasında, başta maden emekçileri olmak üzere gösteri ve yürüyüş yaparak haklarını arayanlardan çok korktuğu Anayasa Mahkemesi-AYM bu hakkı teslim eden kararı karşısında İçişleri Bakanı S. Soylu’nun, Başkan Z. Arslan’a “korkmuyorsan sokağa korumasız çık” diye efelenmesinden görülüyor. İktidar, Kanal İstanbul’a karşı çıkanlardan, ormanlarını, tarlalarını ve derelerini, iktidarın acımazsızca üzerlerine saldığı sermayeden korumak için yollara düşenlerden de korkuyor. Meclis’te temsil edilen yasal bir parti olan HDP’nin eş genel başkanları; seçilmiş milletvekili ve belediye başkanlarının haklarında kesinleşmiş yargı kararı olmadan, hapiste tutulmasında iktidarın barıştan korkusunun payı yok mu sanıyorsunuz?

İktidar, ayrıca, Türkiye İstatistik Kurumu-TÜİK’in ürettiği istatistiklerin gerçeği yansıtmasından, İstanbul Sözleşmesi sonucu kadın haklarının güçlenmesine uzanan birçok konuda korku yaşıyor.


Kısaca, korkudan beslenmeye doymayan bir iktidarımız var.

Ancak, son bir haftadır, iktidarı bütün bu korkularını bastıran, çok özel bir korku, doktor korkusu sardı.

Önce, iktidarın, sayısal olarak küçük ancak etkili ortağı MHP, Türk Tabipleri Birliğini –TTB ağır bir biçimde suçladı; bununla da kalmadı, yöneticileriyle ilgili soruşturma açılmasını ısrarla istedi. İktidarın büyük ortağı AKP, geri kalır mı, TTB’yi şöyle cezalandırdı. Bu hafta sonu TTB’nin genel kurulu vardı; toplantı yeri olarak haftalar önce Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı CerModern salonu seçilmiş ve taraflar arasında sözleşme imzalanmıştı.

Doktor korkusu iktidarın her tarafını tamamıyla sarmış olmalı ki, toplantıya birkaç gün kala Bakanlık TTB ile yaptığı sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiğini açıkladı.

Ortada saklanamayacak bir gerçek var. Sağlık emekçileri görevlerini canları pahasına yapıyor. Yüze yakın sağlık çalışanı COVİD-19 salgını nedeniyle yaşamını yitirdi (Fotoğraflı tam liste için bkz: Birgün 18 Eylül). Sağ kalabilenler de geçen hafta Keçiören’de yeni bir örneği yaşandığı gibi hasta yakınlarının saldırılarına karşı kendilerini yine kendileri koruyor!

Toplumun sağlık sorununu iliklerine dek duyumsadığı bu olağanüstü ortamda doktorları suçladığına göre, hiç kuşku yok ki, iktidarın gerçekten bir sağlık sorunu vardır.

İktidarın sağlık sorunu doktor korkusuyla da sınırlı değil. İktidar, özellikle eğitim ve ekonomide de giderek ağırlaşan sağlıksızlığının farkına da varamayacak duruma gelmiş bulunuyor.

Eğitim yılının başlamasıyla birlikte uzaktan eğitimin alt yapısı Eğitim Bilişim Ağı-EBA çöktü. Gerçekte çökmüş olan cemaat ve tarikatlara bırakılmış olan eğitimin tümüdür. Kaldı ki, çalışsa da EBA’ya bilgisayarı olmayan 1,5 milyon dolayında öğrenci ulaşamıyor. Öğrenciyi müşteri olarak görüyor olmalı ki Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Z. Selçuk, EBA’nın çöküşü üzerine “olumlu haber; inanılmaz talep var” diyebiliyor, bu sözler tam bir sağlıksızlık göstergesidir.
İşsizliği, pahalılığı ve döviz kurundaki artışıyla ekonomi de o kadar hastadır ki uluslararası değerlendirme kuruluşu Moody’s geçen hafta Türkiye’nin notunu, “yatırım yapılabilir düzeyin beş basmak altına” düşürerek B2 yaptı. İktidarın asıl korkması gereken, ülkenin doktorları değil, bu düşük nottur. Aynı günlerde, bu konuya hiç değinmeyen Hazine ve Maliye Bakanı B. Albayrak ve diğer iktidar sözcüleri, geçekleri yansıtmayan istatistiklere dayanarak ekonomi olumlu işaretler veriyor diye düş görüyordu.

Ülkesinin doktorlarından korkan bir iktidar sağlığını da tamamıyla yitirmiş demektir.