Halen açlık grevindeki eğitimciler Nuriye ve Semih Özakça’nın, 14 Eylül’deki ilk duruşmalarından 2 gün önce gözaltına alınıp, 20 Eylül 2017 tarihinde tutuklandılar. 14 avukatın cezaevine gönderilme nedenlerinden biri eğitimcileri savunmaktı. Ancak kendilerine yöneltilen suçlamalar arasında polisin katlettiği Berkin Elvan ve Dilek Doğan, uyuşturucu çetelerinin öldürdüğü Hasan Ferit Gedik davalarında savunma yapmaları da vardı. Ayrıca Reyhanlı, Sur, Cizre, Silvanlı, Soma ve Ermenek ile ilgili heyet oluşturmaları da dosyalarına eklendi. Açıkçası dokunmamaları gereken tüm konulara dokunmuşlardı. Şimdi ‘İktidarın kirli dosyaları’ ve ‘halkın avukatlığı’ arasındaki boşlukta rehin tutuluyorlar. Gazeteciler ile birlikte avukatları ipotek altına alıp, izole etmenin önemli ve iktidar açısından ‘anlaşılır’ nedenleri var. Gizlemek, sümenaltı etmek, unutturmak, toplumu; ‘savunma hakkını elinden alarak’ yalnızlaştırmak bu ‘anlaşılır’ sebepler arasında. Avukatı ve gazeteciyi yalıtarak aralarındaki haber bağını koparmak ve böylece halkın gerçeklere erişimini engellemek de hesaplanmış bir yöntem.

Cezaevinden gönderilen haber

Ne var ki gerçekler de haber de yolunu buluyor. Avukat Ebru Timtik, 20 Eylül’de tutuklanan avukatlardan. Balıkesir L Tipi Cezaevi’nden gönderdiği mektup, aynı anda pek çok şeyi anlatıyor. Umut, ihanet, masumiyet, suçun ifşası… Ancak bunlardan daha da önemlisi haber niteliği taşıması! Mektup, her haliyle Türkiye tarihine kazınan bir not ve bir dönemin tanıklığı gibi. Timtik şöyle başlıyor: “Nasılsın, nasılsınız? Biliyorum koşturup durmak sizi iyi yapıyor. Ben iyiyim. Son büyük suçum Nuriye ve Semih’in avukatlığını yapmak. İç rahatlığıyla hapis yatıyorum. Bu yılı gerçekten yeni yapacak olan, halkın örgütlü gücü olacaktır. Umudumuzu kesmiş değiliz. Faşizmin dondurucu etkisinden kurtulacağımızı biliyoruz.”

Afrikalı göçmenlerin dramı

Satırlar, zarif bir anımsatmanın ardından habere doğru açılıyor: “Size, hem Mahir ve Tunca’nın tahliyeleri dolayısıyla ‘geçmiş olsun’ demek hem de bir meseleyi anlatmak istiyorum. Koğuşumda, Ayşe Lerzan Caner ile birlikte kalıyorum. Sorununu ön plana almak istemediği için ben yazıyorum. Caner, uzun yıllardır F Tipi tecrite karşı, işkencelere karşı mücadele eden biri. Göçmen Derneği’nin de yöneticilerindendi. ‘Kimsenin görmediği’ Afrikalılarla ilgileniyordu. Geçen gün Gineli bir çocuğun annesinin sırtında donarak can verdiğini duymuşsunuzdur belki. Göçmen kaçakçıları onları İran sınırından geçirip bırakıyorlar. Iğdır kırsalında birçoğu ya ölüyor ya da sakat kalıyorl. Çünkü soğuğa alışkın değiller. İşte Lerzan Hanım ve Türkiye’de, 2 yıl oturma izni bulunan Gineli eşi Dr. Secuba Conde ile birlikte ayakları donduğu için kesilen bu göçmenlerin tedavilerini yaptırmak için çabalıyorlardı.”

Şu gizli tanık meselesi

Avukat Timtik; koğuş arkadaşı Lerzan Caner’in neden cezaevinde bulunduğunu aktarıyor: “Yaşamını Fransızca, İtalyanca ve İngilizce tercüme yaparak kazanıyor, birçok etkinlikte de gönüllü olarak çalışıyordu. ‘Anti- Emperyalist saldırganlığa karşı Halkların Birliği’ sempozyumunda tercüme yapması büyük suçu oldu.”

İlerleyen satırlardan, Nuriye Gülmen’in cezaevinde tutulmasının yanı sıra 14 avukatın tutuklanmalarında rol oynayan ‘itirafçı gizli tanık Berk Ercan’ın’, ‘Lerzan Caner’ dosyasında da etkin olduğunu anlıyoruz:

“Ercan, Lerzan Caner’in sempozyumda örgüt adına tercüme yaptığını söylemiş.”

‘Şikayetçi olmasın diye tehdit ettiler’

Gizli tanık ifadesinin ardından Caner’in evinin basılması ve yaşananlar satırlara yansıyor: “Özel harekat polisleri evinin kapısını kırıyor. ‘Yere yat’ talimatına uymak istemeyince yumruk ve tekmelere maruz kalıyor. Eşi Secuba da polislerin tehditlerine karşı geri adım atmıyor. Polisler ona; ‘Bizi şikâyet edersen geri gönderme merkezine gidersin’ diyorlar. Ancak Secuba şikâyetçi oluyor. Şimdi ise İstanbul’da başlayıp Kırıkkale’ye uzanan ve en son İzmir’de devam eden geri gönderme merkezlerindeki macerası devam ediyor.”

Can güvenliği endişesi

Timtik mektubu şöyle noktalıyor: “Uzun zamandır Caner’e duyduğum saygıdan dolayı kimseye yazmadım. Ancak geçen gün birlikte ‘Amistad’ filmini izledikten sonra vazgeçtim. Che’nin dediği gibi; ‘Dünyanın öbür ucunda ve 200 yıl önce yaşamış bu öyküde yüzümüze bir tokat atıldı.’ Lerzan Hanım hiç şikâyet etmeden, olanca naifliği ile hapis yatıyor. Tek kaygısı durumlarını bildiği geri gönderme merkezindeki doktor eşi Secuba… Eğer Gine’ye geri gönderilse bir daha onu görmesi çok zor olacak. Bu yoksul Afrika ülkelerinin büyükelçilikleri de güçsüz ve çekingen davranıyorlar. Dahası, Beyoğlu Polis karakolunda öldürülen Festus Okey’in hikâyesine tanık olduğumuz için Doktor Secuba Conde’nin can güvenliği için kaygı duyuyoruz…”

Bir aydır iletişim yok

Yazılanları derleyip toparlamak adına bir anafikri elzemse; bunlardan biri; gerçeğin her koşulda yol bulduğu ve dayanışmanın umudu arttırdığıdır. Göç ve yansımalarının dünyanın en büyük sorunlarından biri haline geldiğine şüphe yok. Ganalı Dr. Secuba Conde; kendisi gibi mülteci olanlardan yardımını esirgemiyordu. Eşinin başına gelenler nedeniyle Türkiye gerçeği ile de tanıştı. Evinde polisin orantısız güç kullanmasına tepki verdiği ve mukavemet gösterdiği gerekçesi ile darp edildi, olanları anlatırsa geri gönderme merkezine yollanmakla tehdit edildi. Şi̇kayetçi olunca, oturma iznine rağmen tehditler karşılık buldu. 2017’nin Ekim başından beri 3 merkeze yollandı. Ülkesine gönderilmesi durumunda ‘terör suçlusu’ sayılacak. Avukat ve yakınları, son olarak İzmir, Harmandalı’daki geri dönüşüm merkezine yollandığını aktarıyor. Ne var ki İstanbul ve Silivri’nin Kuzeyi’ndeki Kırklareli, Binkılıç geri gönderme merkezindeki telefon iletişiminin İzmir’de gerçekleşmediği belirtiliyor. Yaklaşık bir aydır kendisinden haber alınamıyor. Sonuç bölümüne ilişkin o soru önemli; Dr. Secuba Conde ülkesine gönderildi mi, gönderilmediyse nerede?