Dokunulmazlık, aslında kuvvetler ayrılığı tezinin bir başka tarihsel karşılığını oluşturur ve parlamento ile yargı içindeki güç dengelerinin eşitsiz olduğu dönemlerde politik muhalefetin yargı saldırısından kurtarılması amacına matuftur

Dokunulmazlığın kaldırılması: “Egemen, suçlu olana karar verendir”

> ORHAN GAZİ ERTEKİN*
> N. ANIL GELBERİ**

Hükümetin beyanlarına göre HDP'li vekiller halkı kaygıya sevk edecek suçlar işliyorlar ve zaten geniş bir kesimin kızgın eleştirilerinin hedefi olan parlamenter dokunulmazlığı da böylece kötüye kullanmış oluyorlar. Bu gerekçe bazıları için ciddiyet arz edebilir. Oysa Türkiye yargı tarihini, parlamento tarihi ile birlikte okumayı başarabilenler açısından bu gerekçe müstehzi bir gülümsemeden daha fazlasını hak etmediği gibi bizzat AKP'nin Türkiye yargısı ile tecrübesi de onların HDP'li vekiller konusundaki beyanlarını aşikar biçimde yalanlıyor. Aslında dokunulmazlık meselesinin teorik ve politik hikayesi epey uzun. Ama biz kısa özetlemeye çalışalım

“Siyasi suç”un kısa tarihi
Türkiye'de iktidarların tarihi "suç"un belirlenmesi açısından birincil önemdedir. Türkiye'nin AKP ile sınırlı yakın tarihinin kısa özeti bile bize "suç"un ve "suçlu"nun kim olduğunun iktidar ve iktidar ilişkileri ile belirlendiğini açıklıkla ortaya koyacaktır. Şöyle bir göz gezdirelim: Hükümet 2008 yılında "laikliğe aykırı eylemlerin odağı" olmakla suçlanmış ve kapanmaktan kılpayı "yırtmış"tır. 17-25 Aralık operasyonlarında ise yolsuzluk ve hırsızlık suçlaması ile karşı karşıya kalmış, bu suçlamalardan ancak ve ancak yargı mekanizmasını kendi lehine çevirerek şimdilik kurtulabilmiştir. Aradan daha bir kaç yıl geçmeden bu kez AKP, HDP'nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren "suçlu" olduğu kanaatine ulaşmıştır. Tıpkı ittihatçıların Osmanlı Muhalifeyn Fırkası mensuplarının suçlu olduğu kanaatine ulaşması gibi. Tıpkı Demokrat Partinin muhalefet partisi milletvekillerine yaptığı gibi. Ya da tıpkı Çiller hükümetinin merhum milletvekili Orhan Doğan ve arkadaşlarının dokunulmazlıklarının kaldırılması yoluna gittiği gibi... Türkiye'de "siyasi suç"un kısa tarihine baktığımızda ortaya çıkan gerçek şudur: Yargı, parlamentodaki kısmi siyasal muhalefetin yükseldiği veya yükselme temayülleri gösterdiği anlarda meydana çağrılmak ve siyasi linç yürütmekle tenbihlidir. Dokunulmazlıkların ise milletvekillerinin sürekli "merkez"de ve "düzen" içinde tutulması için kullanılan bir tehdit aracı olduğunu anlamak yine Türkiye'nin siyasi suç tecrübelerinden anlamak hiç de zor değil...

Dokunulmazlığın politik temeli
Dokunulmazlık, parlamentoların ve muhalif güçlerin ekonomik saldırıdan (İngiltere) veya Suç soruşturması tehdidinden (kıta Avrupası) korunması için üretilmiş bir politik uzlaşma alanıdır ve ülkelerdeki yasama, yürütme ve yargıdaki güçlerin politik rollerinin belirginleşmesi süreçleri ile doğrudan ilgilidir. Özellikle de yargının, yasama dengelerini değiştirmesini engellemek üzere inşa edilmiştir. Başka deyişle, dokunulmazlık, aslında kuvvetler ayrılığı tezinin bir başka tarihsel karşılığını oluşturur ve parlamento ile yargı içindeki güç dengelerinin eşitsiz olduğu dönemlerde politik muhalefetin yargı saldırısından kurtarılması amacına matuftur. Türkiye'de ise, dokunulmazlık, tam tersine, bir yandan düzen içi vekillerin “siyaset esnaflığı” yürütürken her tür suçtan bağışık tutarken diğer yandan da her şeye rağmen siyasi muhalefet yürüten milletvekillerinin sürekli olarak tehdit edildiği bir baskı aracı olarak bir kenarda tutulduğu görülür. Şu halde, AKP'nin önerisine bir daha bakalım...

AKP’nin önerilerinin politik zemini
Bu noktada AKP'nin önerisi dört noktada açık bir hukuk, adalet ve demokrasi ihlali taşımaktadır...

1- AKP, dokunulmazlık konusunda yeni bir statü getirmemektedir. Yeni bir dokunulmazlık önerisine sahip değildir. AKP, anayasal bir meseleyi güncel, geçici ve ani bir "yasal" operasyon konusu yapmaktadır. Bu kanunla, gerçekte anayasal bir mesele ve anayasal bir statü lağvedilmekte, fiili bir durum inşa edilmektedir... Başka deyişle AKP'nin önerisi anayasanın dokunulmazlık sisteminin değiştirilmesi değildir, tam tersine hem anayasal ilkelerin hem de ceza yargılaması ilkelerinin lağvedilmesi anlamında anayasal sisteme karşı bir darbedir...

2- AKP'nin önerisi, parlamenterlerin yargılanmalarının önünü açıcı bir öneri değil parlamento dengelerinin değiştirilmesi girişimidir... AKP, içine girdiği iktidar çatışması ve anayasa sorunu için bir "fiili durum" ilan etmekte, yeni bir egemenlik alanı için ihtiyaç duyduğu yeni bir "kurucu yasa" ve bir "fiili durum" veya bir "önhukuk" hazırlığını inşa etmektedir. Hükümetin, 17-25 Aralık dosyalarını "yargı"dan saklama girişimlerinin hemen arkasından gelmesi, Hükümetin dokunulmazlık bahsindeki asıl amaçlarını açığa çıkarmaktadır.

3- Dokunulmazlıkların kaldırılması gerçekte yargının ve bir adil soruşturmanın önünün açılması anlamına gelmeyecektir. Gelmemiştir. İttihattan, Demokrat Parti tecrübesinden ve dahi 1994 trajedisinden bu yana bu gerçeği defalarca yaşadık. Dokunulmazlıkların kaldırılması, her daim iktidarların bir sopası olan yargının parlamento alanını ve muhalefeti iktidar lehine tanzim etme hareketine verilen bir emir ve komut olmuştur. Dokunulmazlığın kaldırılması yargılamanın devreye girmesi anlamına gelmez, gelmemiştir. Çünkü Türkiye'de bir yargı yoktur, yargılama da yoktur. Parlamenter dokunulmazlığın kaldırılması demek iktidarın yargıyı kendi politik muhalefeti karşısında harekete geçirme çağrısından başka bir şey değildir...

4- Bir diğer sorun da hükümetin 13 yıldır dilinden düşürmediği “Milli İradenin Temsil’i” ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi “Anayasa dokunulmazlığı bir amaç olmayıp, milletvekillerinin halkın iradesini meclise tam olarak yansıtarak, milli iradenin eksiksiz gerçekleşmesini sağlamalarının aracıdır” diyerek bu kurumu tanımlamıştır. Siyasi Partiler Yasasına uygun olan yasal bir parti seçime girip, apayrı bir yazının konusu olacak %10 seçim barajını aşıp meclise 40 milletvekili gönderen HDP, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve gelebilecek olası cezalar sonucu “milli iradeyi temsil” görevini yerine getiremeyecektir. Başka deyişle gerçekte bir suç sorunu değil bir “siyaset yasağı” sorunu vardır. Zaten 7 Haziran’dan beri süregelen çatışmalar, ölümler, hendeklerle gün geçtikçe daha da hassas bir mesele olan “Kürt Sorunu”nda, milletvekillerinin de yargılanıp suçlu bulunması, ülkenin batısıyla doğusu arasında bir köprünün daha atılmasına sebep olacaktır.

Nihayetinde şunu artık net biçimde söyleyelim: Hükümet kendi suçlarına “dokunulmazlık” talep ederken kendi dışındakilere “suç atmak”la kendi trajik sonunu da haber veriyor. Ülkedeki adalet ve demokrasi mücadelesi veren tüm kesimler için hükümetin bu saldırısına karşı koymaktan başka çare yoktur...