Ritüel gibi kendini yinelemeyen, her seferinde yeni doğaçlamalarla bir olay olarak sahneye konulan kaldırım balesinden, oyundan mahrum bırakmak için iktidar, kendi tasarladığı dolaplara, çekmecelere tıkmaya çalıyor bizleri

Her şey yerli yerinde olmalı. Ait oldukları dolaplara, ait oldukları raflara, kartoteks kurallarına göre yerleştirilmeli her şey. Ortalıkta başıboş dolaşan şeyler kafa karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor. Üstelik farklı sınıflara ait bu şeyler birbirleriyle yan yana gelerek sonucunu kestiremediğimiz kolajlar yaratabilir, birbirlerini dölleyerek tüm sınıflandırmaları allak bullak eden melezlikler çıkabilir ortaya. Korkunç bir görüntü. Bildiğimiz tüm biçimleri ihlal eden, biçimsizliğin sınırında dolaşan bu görüntüye tahammül edemiyoruz.

Görünüşte aşırı titiz ve düzen takıntılı bir elin dokunduğunu hissediyoruz kente. Konut adı verilen ve kentteki dağınıklığı düzene sokmak için inşa edilmiş makro dolaplar boy gösteriyor her yerde.  Bir an önce karışıklığı düzene sokmamız, toplumsal sınıfları ait oldukları dolaplara yerleştirmemiz gerekiyor. Yoksullar ait olmadıkları bir mekânı işgal etmemeli. Onlar için kentin arka odasına yerleştirdiğimiz dolapların rafları hazır bekliyor.  Yoksullardan arındırılmış kent içi, manzaralı mekânlarda ise tasarım ürünü şık dolapların özenle döşenmiş rafları üst sınıfları bekliyor.

DOSYA DOLAPLARI

Mustafa Pancar’ın Tophane MARS’taki ‘temel-siz’ sergisi için hazırladığı ‘Kral İnşaat’ başlıklı yapıtı, konutların bir dosya dolabı gibi nasıl yapılandırıldığını açıkça gösteriyor. Devlet dairelerinde dosyaları tasnif etmek için kullanılan, bildiğimiz dolabı bir toplu konuta dönüştürmüş Mustafa Pancar. Kentin bilimsel sınıflandırma yöntemine göre yeniden tasnif edilmesini açık eden bir yapıt. Kenti devasa bir arşiv  odasına dönüştüren iktidarın hamlesini görünür kılması açısından çok anlamlı duruyor sergide. Sırtına yapıştırılan kodla her şey ait olduğu dolabın, ait olduğu rafına yerleştirilmeli.

İKTİDARIN KONUT-DOLAPLARI

Kent bir arşiv odası gibi yeniden yapılandırılırken, Taksim gibi tüm sınıflandırmaları ihlal eden, karşılaşmalara, olaylara gebe oyun alanlarımızın da yok edildiğini görüyoruz. Levi-Strauss’un ritüel ile oyun arasında kurduğu ilişkiyi yeniden düşünmek gerekiyor burada: “Ritüel olayları yapılara dönüştürürken, oyun yapıları olaylara dönüştürür.” Ritüel akışkan olan hayatı katılaştırıp, mitolojinin sonsuzluğunda dondurmaya çalışıyor. Oyun ise durmadan bu katılıkları, araya sokuşturduğu beklenmedik olaylarla tahrip ediyor. Beklenmedik karşılaşmalarla bir oyun alanı olarak zuhur eden kenti olaylarından arındırmaya ve katı yapılar halinde ritüelleştirmeye çalışıyor iktidar.  Oysa kentler, çok farklı öğelerin birbiriyle etkileşime girdiği olaylardan oluşuyor. Bu dinamik gücünü kent bireylerin farklı kimlikleri kadar, kimliklerin içinde gizil olarak varlıklarını sürdüren fark kümelerinden de alıyor. Birbirleriyle etkileşime giren farklı kimlikler, içlerinde barındırdıkları bu fark kümeleri sayesinde dönüşmüş olarak çıkabiliyorlar her etkileşimden.  Her etkileşim bir olaya dönüşebiliyor. İşte bu yüzden iktidar olayları bertaraf etmek için konut-dolaplar, avm’ler gibi ritüel mekânlar kuruyor durmadan.

 

‘Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı’ başlıklı kitabın yazarı Jane Jacobs, kentin bir ritüel değil de bir oyun alanı olarak kurulması gerektiğini vurguluyor örneğin. Devinim ve değişimden oluşan kent yaşamını bir dansa benzetiyor; ritüel olarak dansı kastemiyor ama: “bu, herkesin aynı anda adımlarını yere vurduğu tekdüze, dakik bir dans değil; bilakis tek tek dansçıların birbirlerini teşvik edip desteklediği karmaşık, çetrefilli bir baledir. İyi bir kent kaldırım balesi kendisini tekrar etmez, kentin farklı kaldırımlarında daima yeni doğaçlamalarla sahnelenir.”

Ritüel gibi kendini yinelemeyen, her seferinde yeni doğaçlamalarla bir olay olarak sahneye konulan kaldırım balesinden, oyundan mahrum bırakmak için iktidar, kendi tasarladığı dolaplara, çekmecelere tıkmaya çalıyor bizleri.