“Her yer karanlık pûr nûr o mevkî…”

O mevki yoksa Saray mıdır? Ampullerle şıkır şıkır, ışıl ışıl… Peki, ‘nur’ lafı münasip bulunmadıysa o halde şöyledir:

“Her yer karanlık pûr mağrur o mevkî…”

Devamı da manalıdır:

“Magrip mi yoksa makber mi yâ râb!”

Yani iki seçenek sunulmuş gibidir: Magrip, ‘Batı’dır. Makber, mezar… Yani? Vay canına!

Magrip şimdi öncelikle dolardır. ‘Nur’ (!) inmeyeceğine göre, aslında her mezar çukur ve karanlıktır…

Mesela darbe ‘soruşturmaları’ giderek kararıyor. Fidan ve Akar giderek muammalaşıyor, tam da darbı meseldeki gibi darbe işleri ‘komisyona havale edilerek’ rafa kalkıyor.

Tekelci-küresel sermayenin bile içi kararıyor. TÜSİAD ki eskiden muhtıra gücünde gazete ilanıyla hükümet düşürürdü, şimdi “OHAL kalksın, laiklik olsun, idam olmasın” diye kem küm ediyor. Magrip’e mesaj mı veriyor?

Ama Magrip’in ufukları da kararıyor, fırtına bulutları biriktiriyor. Çünkü belli ki ABD emperyalizmi daha da kuduracak… Trump’ın Savunma Bakanlığı’na atadığı, emekli Orgeneral James Mattis’e ‘mad dog’ diyorlarmış, ‘çılgın köpek’ diye çevrildi ama doğru karşılığı şudur: Kuduz köpek…

Ve ille de Magrip’in küresel para birimi dolar: Dolar üç buçuk attırıyor! Her gün tarihi rekor kırıyor. Dolar böyle ısındıkça haşlanan kurbağa sendromu vıraklatıyor. Bu sendromu artık bizzat kendileri yaşıyor ve itiraf ediyorlar, “Tankla topla olmadı dolarla da olmayacak” diyorlar.

Aslında her şey yine ‘milli’, çünkü aslında böylece kitaplarda yazan ‘milli kriz’in ekonomi ayağı da tamamlanıyor! Her şey milli, kriz de milli ve kitapta da yeri var, ama Lenin kitabında... Çünkü Lenin olsa yaşanan tabloyu derhal ‘milli kriz’ olarak tasvir ederdi; yani devrimcilerin jargonuna göre bir ‘devrim durumu’! Lakin “devrim” denilince de, öyle günlerde yaşıyoruz ki toplumsal devrim bir yana, toplumsal muhalefetin şahlanması dahi aklımıza gelemiyor. Varsa yoksa darbe… Karşıdevrim karşısında yine karşı-devrim… Kısacası, iki İslamcı kesim arasında ‘devirme’ savaşı ardından olup bitenler…

Sistem işte böyle kendi bünyesinde köklü ‘değişim’ yapıyor, İslamcı bir rejim kuruluyor; ‘karşı-devrim’ ise, adı üstünde, emekçilere ezilenlere karşı devrimdir… ‘Devrim’ için objektif şartlar sadece devrimcilerin değil karşı-devrimin de işine yarıyor. Hem İslamcı askeri darbe girişimi hem faşist sivil darbe olarak…

Milli kriz koşullarında ‘Lenin kriterleri’ kullandığımızda alametler aşikâr: Hâkim sınıflar açısından bir değişiklik yapmaksızın hâkimiyetlerini sürdürmek imkânsız hale gelmedi mi? Geldi! ‘Üstteki sınıflar’ arasında şu ya da bu şekilde bir kriz yok mu? Bal gibi var... Hâkim sınıfların politikasındaki bu kriz, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kızgınlıklarının ortaya dökülmesini sağlayacak bir gedik (fissure) açmadı mı? Açmasına açtı da… Yaşanılan milli krizin, emekçi güçler bakımından (Mahir Çayan’ın sözleriyle) ancak ‘olgunlaşmamış milli kriz’ olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu gediklerden içeri girecek mecal ve bilinç henüz yok! Tam tersine İslamcı-faşist bir mobilizasyon var…

“Sağ popülizm dünyanın her yerinde yükseliyor” deyip kenara mı çekileceğiz? Lenin de zaten bu ‘objektif koşulların’ iradi müdahaleyle değiştirilmesini öneriyor: Ezilen sınıfların sıkıntıları ve ihtiyaçları dayanılmaz hale geldiği zamanlarda, daha önceleri soyulmalarına hiç seslerini çıkartmadan katlananlara milli kriz koşullarında bıkmadan usanmadan hakikati göstermek ve onları seferber edebilmek…

Çünkü yukarıdaki şarkının devamı daha da manalıdır:

“Rüyâ değil bu ayniyle vakî…”

Yani moral bozukluğuna gerek yok. Çünkü bizlerde zaten bozduracak dolar yok, onlarınsa bozuk düzenleri var. Dolar 3,5 seviyelerinde üç buçuk attırırken, her yer karanlık olurken o mevkiinin ışıl ışıl ampulleri de fazla dayanmaz. Dinleyin siz de o sesleri duyacaksınız:

Yusuf Yusuf Yusuf…