Donald Trump: Amerikan sapığı

HARRİSON FLUSS

Trump yine gündeme oturdu. Ancak medya Donald Trump’ın büyüsüne kapıldığından, şöhrete yükselişinin sosyal bağlamını açıklama gereği duymuyor. Ne de olsa, böyle bir şey yapmak Trump’ın kendini yoktan var etmiş bir milyoner olarak gösterdiği hummalı kampanyasındaki duruşunu madara etmek ve Amerikan yönetici sınıfının çürük elmasından başka bir şey olmadığını ortaya çıkarmak anlamına gelirdi. Her ne kadar ürkütücü ve hoş karşılanmayan bir figür olsa da düzenin tüm gerçekliğiyle harika bir uyum içinde olduğunu söylemeliyiz.

Yüzeysel olarak Trump zaman içinde evrimleşti. 80’ler ve 90’lar da Demokrat Parti ve liberalizme doğru bir eğilim gösteriyordu. Gerçekten de, geçmişteki bazı siyasi duruşları bugünkü Demokrat Parti’nin siyasi duruşuyla paralellik gösteriyor; çünkü Trump eskiden kürtaj hakkını, tek ödemeli sağlık sistemini ve uyuşturucuların yasallaştırılmasını destekleyen, ‘varlıklı kesime kesilecek tek seferlik yüzde 14.25’lik vergi’ ile birçok farklı biçimde iktisadi milliyetçiliği savunuyordu (ki hâlâ bir noktaya kadar savunuyor).

Bugünlerde Trump’ın siyasi kişiliği oldukça muhafazakâr. Obama’nın sağlık sistemini geri çekme çağrısı yapıyor, göçmenleri Amerikalıların işlerini çalmakla suçluyor ve kitlesel bir şekilde sınır dışı edilmelerini söylüyor. Ancak bu dönüşüm süresince, Trump’ın ana muhtevası, ‘kişiliği’ de diyebiliriz, istikrarını korudu. Peki 11 Eylül öncesi ve sonrasında Trump’ın sosyopolitik karakterini birleştiren şey nedir ve bize Amerikan yönetici sınıfı hakkında ne söylemektedir?

Ishay Landa ve diğerlerinin de belirttiği gibi, hem liberal hem de otoriter siyasetin ortak noktası ortak özel mülkiyet savunmalarında yatan antidemokratik ve elitist doğalarıdır. Liberalizm kavram olarak biçimsiz olabilir; ama kapitalist sistemi doğal karşılar, eşitlik ve özgürlük gibi soyut fikirlere bağlıdır. Sınıf sömürüsüne dayanan bir sistem olarak, bu fikirleri gülünç duruma düşürerek sönük soyutlamalara dönüştürür. Nitekim Trump’ın durumunda da, Demokratlıktan popülist sağa dönüştüğü bu uzun süreci mümkün kılan da Amerikan kapitalizminin hiyerarşik gerçekliklerine karşı duyduğu sarsılmaz bağlılıktır.

Trump liberal demokrasinin çığırtkanlığını yaptığı zamanlarda bile Manhattan’ı kendi imajına uygun hale getirmekte kararlıydı; emlak projeleriyle insanların hayatlarına el koydu ve onları mahvetti. Buna iyi bir örnek 1980’lerin ortasında Central Park’ın güneyinde yaşayan insanları evlerinden atıp o bölgeye lüks daireler dikme çabasıdır.
Trump’ın 11 Eylül’den önceki liberal fikirlerinin ve otoriter davranışlarının garip bir karışımı Trump’ın en büyük hayranlarından birinde edebi karşılığını bulmuştur: Patrick Bateman. Kendisi Bret Easton Ellis’in 1980’lerin sonlarında geçen romanı Amerikan Sapığı’ndaki varlıklı bir yatırımcıdır. Ellis’in karakteri ile Trump arasındaki paralellik bazı okuyucular için ayan beyan ortadadır, kitaptaki Patrick Bateman’ın Trump (ya da en azından 11 Eylül öncesindeki Trump) takıntısına yakın bir bakış bunu ortaya koyar.

Romanı okumamışlar için özet geçmek gerekirse; Bateman muhtemelen bir seri katildir ve üç kişisel kahramanı bulunur: Ted Bundy (seri katil), Ed Gein (seri katil) ve Donald Trump. Nitekim Bateman tüm roman boyunca Trump’a takmış durumdadır. Trump’ın favori müzik grubu hakkında notlar alır, şehirdeki favori pizzasını merak eder. Bateman’ın nişanlısı bile Trump takıntısından bıkmış durumdadır. Bateman cinayetlere bulaşmadığı zamanlarda toplumun alt sınıftan üyeleri ve ezilmişler içi kaygılanıyormuş numarası yapar. Hatta kitabın bir bölümünde nükleer silahlamayı azaltmaktan, terörü durdurmaktan ve dünyadaki açlığa bir son vermekten bahseder. Kadınlar için eşit hakları savunur ve ırk ayrımına karşı durmamız gerektiğini söyler. Ancak Bateman’ın eşitlik ve açlığı bitirmek konusunda boş çağrılarının arkasında derin bir şekilde katmanlaşmış bir topluma ‘uyum sağlama’ uğraşı yatar. Uyum sağlama uğraşının nedeni sadece ekonomik besin zincirinin en tepesine çıkmak değil aynı zamanda canavarca istekleridir de. Hem roman hem de filmde Bateman’ın Reagan Amerika’sına benzerliği ile Reagan Amerikasından kurbanlarını öldürmesi uyum içimdedir. Kadın hakları ve dünyadaki açlıktan bahsettikten hemen sonra evsiz insanları öldürdüğünü görürüz. Yani bu geniş soyut fikirleri savunması aslında içinde taşıdığı vahşiliğine perde çeker ve onları sağlamlaştırır.

Peki tüm bunların Trump ile ne alakası var? Trump 11 Eylül’den önce ‘liberallerin liberaliydi’. Bateman gibi liberal kavramları sağlam bir insan sevgisiyle birleştirmişti. Kürtaj hakkından sağlık hizmetine kadar Trump liberal kaldı, ve iş faaliyetleri giderek neoliberalleşen bir ekonomi de gelişti.

Bateman ile Trump’ın ortak özelliği yaptıklarını idealize ederek paranın da ötesinde aristokratik bir şey olarak görmeleri. Bateman tam bir ‘Üst İnsan’ olarak kültürlü ve şehirliydi, statüsüne paradan çok daha fazla takıntılıydı. Trump da Art of Deal isimli kitabında para için büyük bir imparatorluğu yönettiği fikrini küçümser. Bunu bir sanat biçimi olduğu için yaptığını söyler. Gerçekten de Trump için para bir motivasyon kaynağı değildi. Esas heyecanı oyunu oynamaktı.

Cumhuriyetçi seçmen için Trump’ın çekiciliğinin bir kısmı onu politikanın adiliğinden, hatta kampanyasına harcadığı para için endişe duymasına sebep olacak adiliğinden ayrı tutan zenginliğidir. Bariz şovenizminden öte, aristokrat halleri onu bu kadar çekici yapmaktadır. Ancak bu Trump’ın paradan fazlası olduğuna dair bu algıyı mümkün kılan şey de çok fazla paraya sahip olmasıdır. Trump’ın sahip olduğu zenginliğinin karizması Karl Marx’ın Paris el yazmalarında zaten açıklanmıştır:
Paranın gücü ne kadar büyükse, benim gücüm de o kadar büyüktür. Paranın nitelikleri, benim niteliklerim ve özsel güçlerimdirler — onun sahibi olan benim. Ne olduğum ve ne olabileceğim demek ki hiç de benim bireyselliğim tarafından belirlenmemiştir. Ben çirkinim, ama en güzel kadını satın alabilirim. Demek ki ben çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi, itici gücü, para tarafından yok edilmiştir. Bireyselliğim bakımından, ben kötürümüm, ama para bana yirmi dört ayak sağlar; öyleyse kötürüm değilim; ben kötü, namussuz, vicdansız, kafasız bir insanım, ama para saygındır, öyleyse sahibi de; para en yüksek iyiliktir, öyleyse sahibi de iyidir, para beni ayrıca namussuz olma güçlüğünden de kurtarır; bunun sonucu beni dürüst sayarlar; ben kafasızım ama para her şeyin gerçek tinidir, nasıl olur da sahibi kafasız olabilir?

Trump’ın bugün sağa doğru attığı adımlar kim olduğunu ve özünde nasıl hareket ettiğini değiştirmemiştir. Yeni ülkenin yerli insanını savunan retoriği Manhattan’lı genç profesyonellerin dışında demografiklere bağlıdır. Ancak göçmenleri sert ve popülist eleştirelere maruz bıraktığı zamanlarda bile hâlâ ne kadar çokkültürlü olduğundan; ‘Meksikalıları’ ve ‘Çinlileri’ ne kadar çok sevdiğinden; ‘kadınlara’ ne kadar çok değer verdiğinden ve Amerikalı işçilere ve gazilere bakmak istediğinden bahseder. Bu cansız soyutlamaların milyonlarca insanı sınır dışı etme, kadınların üreme haklarını yok etme ve yeni savaşlar başlatarak daha çok kişiyi öldürme planlarıyla beraber çığırtkanlığını yapar.

Trump Cumhuriyetçi Parti’deki yeni yeriyle beraber bile anaakımın dışına çıkmıyor. Şu anki Obama hükümeti Amerikan tarihindeki diğer tüm hükümetlerden çok daha fazla göçmeni sınır dışı etmiştir ve hangi ana akım aday seçilirse seçilsin ABD’nin savaş çıkarma politikalarının bitmesi pek olası görünmüyor. Ancak politikalar dışında da, Trump’ın zenginliğinin kaynağı hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin onyıllar boyunca koruduğu ve pekiştirdiği tüm eşitsizlikler ve bu sınıflı toplumdur. Trump da Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin bu ‘iyiliklerine’ bağışlarıyla karşılık vermiştir.

Tüm bu soyut çokkültürlülük ve fırsat eşitliğinin arkasında yatan sermaye birikimi sürecidir. Bu birikim süreci mülksüzleştirme ve sömürü stratejilerinden yoksun değildir. Bu stratejiler, evsiz, göçmen ya da Bateman’ın kurgusal dünyasına ait olsun, tüm insanları marjinalleştiriyor ve baskı altına alıyor.

Gerçek Amerikan sapığı ne Patrick Bateman ne de Donald Trump’tır: Amerikan kapitalizmidir.

Kaynak: https://www.jacobinmag.com/2015/09/trump-republican-primary-presidential-candidate-debate/
Çeviren: Anıl Ersoy