16 Nisan’da sandık başına gidecek yurttaşlarımız, daha dün Batılılara “Haçlılar” diye höykürenlerin Trump’ın Tomahawk füzelerinin önünde nasıl secdeye vardıklarını gördüler

Donald Trump şimdi ‘Gerçek Başkan’ oldu!

Ancak derbide gol atınca bir futbolcunun gerçek Fenerli – gerçek Cimbomlu mertebesine yükseldiği söylenir. Çiçeği burnunda bir ABD başkanının rüştünü ispat etmesinin koşulu da, askeri müdahale gerçekleştirmektir. İşte Trump da Suriye’ye Tomahawk füzeleri göndermesinin ardından, kendinden öncekiler gibi “gerçek başkanlığa” terfi etti.

Trump’ın vizyonu
Trump’ın 7/24 mesai yapan Tweet manyağı deli dolu milyarder imajının ötesinde, moda ifadeyle “büyük resme” bakarsak şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz. ABD’nin dünya ekonomisindeki ağırlığı giderek azalıyor; oyunun kurallarını belirleme kapasitesi geriliyor. Buna karşın kahredici askeri gücünü koruyor. Trump da dünyada bir savaş ve korku ortamı yaratmadan askeri-endüstriyel kompleksin ölçek ekonomisini yakalayamayacağının, diğer bir ifadeyle yeterince silah siparişi alamayacağının farkında. Bu nedenle ortalığı germekten çekinmiyor.

Gelgelelim neoconların askeri müdahalelere “ahlaki, insani, özgürlük temelli” kulplar takmasını da fantezi buluyor. Olaylara tek tek, bir işadamı mantığıyla, “kârlı proje” gözüyle yaklaşmak eğiliminde. Önce, “kolektif emperyalizm” diye niteleyebileceğimiz, ABD-AB (artık artı Britanya demeliyiz ) - Japonya arasındaki nimet-külfet dengesinin yeniden belirlenmesinden yana. Özellikle, 2.Dünya Savaşı’nın mağlupları Almanya ve Japonya’nın askeri güçlerini sınırlayan tasarımın tam aksine iktisadi rekabet güçlerini artırdığını düşünüyor. Bu nedenle NATO bütçesine daha fazla katkı yapmalarını istiyor. Özellikle de Doğu Avrupa’nın ekonomik ilişkilerinin daha fazla AB ile olduğunu göz önünde bulundurarak bu coğrafyaya fazla askeri kaynak ayırmaya eğilimli değil.

Kolektif emperyalizmin bileşenleri küresel kapitalizmin iktisadi kurallarını koyarken, askeri hedefleri belirlerken, jeopolitik hegemonyayı sürdürmenin koşullarını tartışırken, ABD bir adım önde bulunmak suretiyle birlikte davranıyorlar. Anlaşamadıkları gündemlerde bile birbirlerini karşılarına almaktan kaçınıyorlar. Ne var ki zamanla başta Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkeler rekabet süreçlerine dahil olunca, DTÖ gibi forumlarda birlikte davranmaya başlayınca, uluslararası mali kurumlar kadim emperyalist güçlerin eskisi kadar işine yaramamaya başladı. ABD ikili ticaret anlaşmaları için bir araya gelince, muhataplarının bileğini daha kolay bükebileceğini, tabancasını masanın üzerine koyabileceğini düşünmeye başladı. Küreselleşme, neo-liberalizm, finansallaşma gibi tüm kavramları yeniden gözden geçirmeye karar verdi.

Donald Trump Rusya’nın petrol-doğalgaz başta olmak üzere doğal kaynaklara dayalı ekonomisinin ABD’nin iktisadi ihtirasları açısından önemli bir tehlike oluşturmadığını düşünüyor. Buna karşın dünyanın önce bir numaralı ihracatçısı, ardından en büyük imalat sanayii gücü haline gelen Çin’i büyük bir tehdit unsuru olarak görüyor. Dünyanın en büyük cari fazla veren ülkesi Almanya’nın bu konumundan da rahatsız. Henry Kissinger’in Soğuk Savaş döneminde iki büyük güçle birden çatışmayı göze alamayıp, Mao Çin’iyle uzlaşması örneğini aklından çıkarmıyor. Baştan beri özellikle Güney Çin Denizi’nde bölge ülkeleri arasındaki gerilimi bahane ederek, Beijing’i karşısına almayı planlarken, sınırlı iktisadi iddiaları bulunan Moskova ile uzlaşmayı planlıyordu. Muhtemelen de bu stratejinin, kendini ipleri Rusya’nın elinde bir kukla ilan etmeye varacağını, ABD seçimlerine Putin’in yön verdiği iddiasının böyle yaygın kabul göreceğini tahmin edemiyordu.

Neoconlar devrede
Beyaz Saray’a yerleşmesinin ardından, dış politikada neoconlarla Demokrat Parti çevrelerinin beklenmedik ittifakı Trump üzerinde büyük bir basınç oluşturdu. İş, Rusya’yla yumuşak ilişkilerden yana ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn’ın istifasına kadar vardı. Eski askerler, CIA kurmayları Trump’ı kuşattı. Seçim kampanyasının baş mimarı, “alt right” denilen zamane ırkçılarını seferber etmekte maharetini kanıtlamış Stephen Bannon’un da Ulusal Güvenlik Konseyi’nden uzaklaştırılmasıyla birlikte ABD “fabrika ayarlarına” dönmek yolunda ciddi bir manevra yaptı. Suriye saldırısının tam da “Bannon vakasının” ardından, Çin Başkanı Xi Jinping’in ABD’ye ayak basmasından saatler sonra gerçekleşmesi rastlantı kabul edilemez.Çin’e bir gözdağı olarak yorumlanabilir.

Donald Trump’ın tüm tezlerinden vazgeçtiği, neoconlara tamamen teslim olduğunu söylemek için henüz erken. Suriye hamlesi, Putin’le kol kola, Esad’a iktidarda kalmak için vize veren “silik şahsiyet Trump” imajını tekzip etmek için “emlak kralına” bir manevra alanı kazandırmış olabilir. Suriye’de gerilimi tırmandırmanın büyük riskler doğuracağı, kararlı bir Rusya-İran-Hizbullah ittifakını karşısında bulacağı açık. Türkiye’nin “uçuşa kapalı bölge” talebi ise tam anlamıyla savaş ilanı demek; bir bakıma Yeni Soğuk Savaş’tan sıcak savaşa geçiş. Bu kez, Libya’da tongaya düşen Rusya ve Çin’in rızasıyla bir BM Güvenlik Konseyi Kararı çıkartmak imkânı da bulunmadığına göre, yeni bir hamleye uluslararası meşruiyet kazandırmak da mümkün değil.

Trump, savaş çığlıkları atan Demokrat Parti sözcülerinin rotasına girmekle kendisine karşı gelişen “toplumsal muhalefeti” zayıflatmak imkânı da yakalayabilir. İlk günden başlayarak Trump’ın ırkçı, kadın düşmanı, İslam karşıtı söylemlerine karşı, “kadınlar, Latin göçmenler, LBGT çevreleri, Müslümanlar” başta olmak üzere geniş tabanlı bir protesto hareketi vardı. Özellikle sendikalarda etkili Demokrat Parti çevreleri de Trump’ın meşruiyetini sorgulayan gösterilere destek veriyorlardı. Füzelerin düğmesine basılmasıyla direniş zayıflar mı, yoksa 2003’teki gibi savaş karşıtı hareket ivme mi kazanır? Bunu zaman gösterecek.

Her işte bir HAYIR vardır
İdlib’e bağlı Han Şeyhun’da kaynağını bilemediğimiz bir kimyasal saldırıyla nasıl siviller yaşamını yitirdiyse, Humus’un güneyindeki Sayrat hava üssüne yönelik saldırıda da çocuklar öldü. Bunlar doğaldır ki insanın yüreğini burkan, içini acıtan olaylar.

Ama isterseniz, insanlığımızı unutmadan füzeler üzerinden bu seferlik, “her işte bir HAYIR vardır” sözünün hikmetine itibar edelim. 16 Nisan’da sandık başına gidecek yurttaşlarımız, daha dün Batılılara “Haçlılar” diye höykürenlerin Trump’ın-Tomahawk füzelerinin önünde nasıl secdeye vardıklarını gördüler. Umarız, “anti-emperyalist”, “yerlici-millici“ maskelerin düşmesi, bizim takkelilerin kipalı Netanyahu’yla, “kardeşlerim Tayyip, Benyamin, Büyük Ortadoğu Projesi için siz de var mısınız? “ mesajı ardından aynı safa dizilmeleri “HAYIR’lara vesile olmuştur”.