Dünya kurtarıcısını bekler ya da bir ütopyaya doğru ilerlediğini zannederken, yirminci yüzyılın geri kalan kısmında kendisini soykırımların, savaşların ve distopyaların cenderesinde bulmuştur

Döne döne büyüyen anaforda...

Dublin’de sigara içmek için kapıya çıkınca, nerenin kapısı olursa olsun, muhakkak yanınıza birileri yanaşıyor. Çıktığınız yer eğer pub kapısıysa, muhabbetler de iyice dallanıp budaklanıyor. İlk geldiğim gece, mesleğimi soran birine edebiyatçı olduğumu söyleyince, Hamlet tiradlarından birini atmıştı ezberden. “Çok etkileyiciydi,” diye anlattım Mary’ye. “Erkekler,” dedi eliyle sinir bozucu bir sineği kovar gibi yaparak, “Burada iyice hinoğlu hindirler. Çok da ciddiye almamalısın.” Yine de geçen gece birisi “Yeats sever misin?” diye sorunca dayanamadım, “İkinci Geliş’in ilk bölümünü baş ucuma asabilirim,” dedim, “Özellikle de şu ara.” Bunun üzerine pek gururlandı. Ardından da uzun uzun Yeats’i ve yüzyılın başındaki İrlanda’yı anlattı. Meğer lisede tarih hocasıymış.


“Yeats’i sever misin?” sorusuyla ilk karşılaşmam değil. Tam ismiyle William Butler Yeats, İrlanda’nın ulusal şairi sayılır. Edebiyatla uğraştığımı söyleyince, işe onu sorarak başlamalarına şaşmamak lazım. Sanatçı bir aileden gelen Yeats, şiirleri ile İrlanda Ulusal Mücadelesi’ne ilham vermiş, edebi kişiliği ile kültür devriminin en önemli figürlerinden biri olmuştur. Ne var ki, pub kapısında muhabbet ettiğim Owen (Eoghan ya da Eoin diye de yazılıyor olabilir) adlı arkadaşın da laf arasında söylediği gibi, siyasi çizgisi açısından aslında oldukça muhafazakar biridir Yeats. Bunu herkes bilir. Bazıları sadece onun İrlanda milliyetçisi kimliğine odaklanmayı tercih ederken, bazıları da 1930’lardan sonra Avrupa’da türeyen otoriter rejimlere duyduğu yakınlığı hatırlatırlar.

Yine de Yeats’in çok büyük bir şair olduğunu kimse inkâr etmez. Birçok başka becerisinin yanı sıra, yaşadığı dönemin ruhunu çok iyi kavramıştır çünkü. Yukarıda sözünü ettiğim şiiri de, bu kavrayışın en önemli göstergelerinden biri sayılabilir. “İkinci Geliş” büyük bir karmaşanın ve karanlığın tasviri ile açılır. Yeats, birbirinden kuvvetli imgelerle kıyamet gününü andıran bir sahne kurgular ve yaklaşan felaketin emarelerini bir bir sıralar.
Döne döne büyüyen anaforda

Şahin duyamıyor şahincisini;

Her şey yıkılıyor, bel vermiş ortadirek;

Kargaşalık salınmış yeryüzüne,

Yükseliyor kana bulanmış sular, ve her yerde

Sulara gömülüyor suçsuzluğun töreni;

İyiler her türlü inançtan yoksun,

Oysa yoğun bir tutkuyla esrik kötüler.

Yeats’in şiirine damgasını vuran karamsarlığı anlayabilmek için, “İkinci Geliş”in hangi koşullar altında yazıldığını hatırlamak gerekir. Bu şiirin yazıldığı 1919 yılında, Avrupa milyonlarca insanın hayatına mal olmuş bir savaştan yeni çıkmış ve daha iyi bir gelecek vaat eden modernlik anlatısına dair inancını büyük ölçüde yitirmiştir. Yirminci yüzyılın başında dünya bir geçiş döneminin bütün çalkantılarını ve sıkıntılarını taşır: Asırlarca sürmüş sistemler yıkılmakta, iktidarlar el değiştirmekte ve modernliğin motorlu taşıtlardan, uçaklardan ve başka birtakım teknolojik gelişmelerden ibaret olmadığı her gün biraz daha fazla ortaya çıkmaktadır. Yeats’in bu şiiri Bolşevik Devrimi’nin ve İrlanda’da Paskalya Ayaklanması’nı takip eden siyasi kargaşanın ardından kapıldığı endişe neticesinde yazdığını iddia edenler de vardır tabii.

Gerçekten de, şiirde gündelik hayatın geçirdiği dramatik dönüşümün izlerini bulmak mümkündür. Her şey yıkılıyor derken de, Cevat Çapan’ın “ortadirek” diye çevirdiği merkezin artık gücü elinde tutamadığını söylerken de, belli ki yakın tarihteki siyasi gelişmeleri göz önünde bulundurmaktadır. Ancak, bu şiirde iktidarın el değiştirmesinin yarattığı karmaşa kadar, hatta belki de ondan daha fazla, modernliğin sebep olduğu toplumsal dönüşümün izlerini aramak gerekir bence. Bir ruh fakirliği dünyayı saracak, insanlar yanındakine aldırmaz olacak ve dünya o vakte kadar tanık olmadığı türden kötülüklerle sarsılacaktır. “İkinci Geliş”in geri kalanında Yeats, karanlık bir kehanette bulunur ve bizi yaklaşmakta olan felakete dair uyarır. Var olan düzen yıkılacaktır. Bu konuda kuşkusu yoktur. Ancak onun yerini alacak şey, daha iyi bir gelecek vaat eden bir toplumsal yapı değil, insan etiyle beslenen canavarlaşmış iktidarlar olacaktır.

Bu dizeler ne zaman aklıma gelse, Yeats’in bu kehanetinde ne kadar haklı çıktığını düşünürüm. Dünya kurtarıcısını bekler ya da bir ütopyaya doğru ilerlediğini zannederken, yirminci yüzyılın geri kalan kısmında kendisini soykırımların, savaşların ve distopyaların cenderesinde bulmuştur. Nazilerden, atom bombasından, gaz odalarından, sürgün adalarından ya da Hitler ve Stalin’den haberi olmayan Yeats’in bu isabetli öngörüsü beni her seferinde şaşırtır. Totaliter rejimlerin ilk işaretleri belirdiğinde onlara sempati duymuş olmasını ise, tarihin garip cilvelerinden biri olarak görmek gerekir herhalde.

Ne olursa olsun, çok müthiş bir şiirdir bu. İrlanda’nın büyük şairi, dünyanın modernlikle birlikte girdiği sert dönemeci şaşmaz bir kesinlikle tespit etmiştir. “İkinci Geliş”in yazılmasından neredeyse bir yüzyıl sonra hâlâ anlamlı olmasını da ancak böyle açıklayabiliriz. Yeats’in şairlere özgü bir sezgiyle görüp anlattığı karanlığın geçmişte kaldığını iddia etmek safdillik olur çünkü.

Bugün hâlâ suçsuzların kurban edildiği, adaletin bir türlü yerine gelmediği, kötülerin sahip oldukları güce tutkuyla bağlı olduğu bir zamanda yaşıyoruz. İyiler ise, döne döne büyüyen anaforda kaybolup gidiyor çoğu zaman.

Bütün bunları Owen’a da söyledim. Konuşma uzayınca, kapıda soğuktan titreyerek birer sigara daha yaktık. Bunun üzerine, Nuriye ve Semih’i anlattım ona. “Sadece işlerini geri istiyorlar,” dedim, “254 gündür açlık grevindeler.” “Hepsi iyilerin sessizliği yüzünden,” diye cevap verdi Yeats’in şiirini anımsatarak, “Onların daha fazla inancı olsaydı, her şey farklı olabilirdi.”