Ergenlerin ve gençlerin; ciddiyetini belirleyemedikleri, kendilerini doğrudan etkilemediğini düşündükleri bir virüse karşı toplumsal duruşlarını nasıl sağlayabiliriz? Bir ideale inanmak, başkalarının iyiliğine bir iş yaptığımızı düşünmek, gençler arasında yaygın ve makbul bir dayanışma içinde olduğumuzu hissetmek ergen ve gençleri harekete geçirebilecek mekanizmalar.

Döneceğimiz okul bildiğimiz okul değil

Covid-19 salgınıyla birlikte toplum olarak çok felaket görmüş olsak da benzerini tanımadığımız, bilmediğimiz ve alışık olmadığımız bir sürece girdik. Yeni yaşam koşullarına (evden çalışma, evden eğitim, açık alansızlık gibi) uyum sağlamaya çalışırken, hastalanma kaygısının yanısıra gündelik hayata ilişkin çok sayıda belirsizliğin getirdiği birçok olumsuz duyguyla baş etmemiz gerekti. Pandeminin ilk evresinde uzaktan eğitime geçişle beraber çocukların ve gençlerin yaşamının önemli bölümünü oluşturan okul “bildiğimiz okul” olmaktan çıktı.

Çocukların ve gençlerin bu dönemde salgını ve sonuçlarını değerlendirmeleri bilişsel gelişim düzeyleri ve yaşam deneyimleri ölçüsünde olur. Yetişkinlerin durumu kavrayışının ve verdikleri tepkilerin değişkenliğini göz önüne alırsak, çocukların ve gençlerin gerçekçi olmayan bakış açıları benimsemeleri ve duygusal reaksiyonlarının aşırılık kazanması kaçınılmaz. Örneğin, SARS-CoV2’nin görünürde bir hastalık olmasa bile nasıl bulaştığına bir türlü akıl erdirememe somut düşünmeye yatkın yaşta küçük bir çocukta doğal. Ancak 20 yaşına gelmiş bir gençte başkalarıyla sosyal olarak birlikte olma arzusu çok güçlü; bu arzuyu engel olan durumu azımsama ve arzuyu gerçekleştirmek için tehlikeyi umursamama bilişsel olarak yetersiz olmaktan ziyade güçlü arzunun bilişsel düzeydeki bilgiyi “unutturması” nedeniyle ortaya çıkıyor. Aslında bu yaş grubuna özgü “bir şey olmaz”ı ileri yaşlarda da sıkça gördüğümüzü düşünürsek, canımızın istediğini yapmaktan vazgeçmek için güçlü gerekçelere ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Küçük yaşlarda öğretmenler ve anne-babaların doğru modellikleri bu gerekçeyi oluşturmaya genellikle yetiyor; yaş büyüdükçe ise sonucunda “kötü bir şey olmayacağını” düşündüğümüz bir durumda “canımızın istediğini yapmamak” için çok daha fazla çaba gerekiyor. Ergenleri ve gençleri ciddiyetini belirleyemedikleri, hastalananların çoğunun hafif hastalandığını gördükleri, kendilerini doğrudan etkilemediğini düşündükleri bir virüse karşı toplumsal duruşu nasıl sağlayabiliriz? Bir ideale inanmak, başkalarının iyiliğine bir iş yaptığımızı düşünmek, gençler arasında yaygın ve makbul bir dayanışma içinde olduğumuzu hissetmek ergen ve gençleri harekete geçirebilecek mekanizmalar. Gençlerin sosyal ve duygusal yanları geliştikçe, dünyada kendisinin dışındakilerin yaşam hakkına destek çıkmak, başkalarına zarar vermemek ve başkalarına yarar sağlamak gibi insani özellikler ortaya çıkar. O nedenle okullarda bu dönemde sosyal ve duygusal gelişim müfredatın yetiştirilmesinden daha önemli olacaktır.

DUYGULARIN YOĞUNLAŞTIĞI BİR DÖNEM

Yeni yaşam koşullarına uyum sağlamaya çalışan çocuklarda birçok davranış değişikliği gözlenmesi de kaçınılmazdır. Kaygılı ve korkulu olmanın çok doğal, hatta şu dönemde gerekli ve işlevsel olduğunu kabul etmek durumundayız. Ancak bazen kaygının aşırılaşması, bedenin bağışıklık yanıtlarının aşırı kaçmasında olduğu gibi, kontrolü ve baş etmesi güç bir durum ortaya çıkartabilir. Çocukların tepkilerinin aşırılaşmasını sınırlamak için okullarda ve evlerde yetişkinlerin model olması çok önemli; kendi duygularının ve bu duyguların yaşadıklarıyla ilişkisinin farkında olan yetişkinler çocuğun kendisini ayarlaması için bir pusula olur.

İLİŞKİLERDE SINIRLARIN KARIŞTIĞI BİR DÖNEM

Pandemi döneminin getirdiği düzensiz yaşantının sonuçları arasında ekran vb. keyif alınan durumlara anne-babanın sınır koyma güçlükleri, uyku ve iştah değişiklikleri sayılabilir. Anne-babanın evde sınır koymakta zorlanmasının bir benzerinin özellikle uzaktan eğitim döneminde “sınıflarda” (evlerde) yaşanması beklenir.

ARAŞTIRDIĞIMIZDA GÖRDÜKLERİMİZ

Güzel Günler Kliniği olarak yürüttüğümüz çalışmalar ve toplumda az sayıda paylaşılmış bilgi kapsamında uzaktan eğitim sürecini incelediğimizde, okul çalışanları öğrencileri derse odaklamaktaki zorluklar ve öğrenciler ise ders-ödev takibi ve katılımı konularında (iletişim kuramama, sosyalleşememe) zorlandıklarını özellikle vurgulamışlardır. Belirsizlik genel ve yaygın bir endişe kaynağı olarak bütün paydaşlar tarafından özellikle belirtilmektedir.

Kayıplar hem pandemiye bağlı can kayıpları hem de özellikle ergen ve gençlerin hayatlarında bir daha ellerine geçiremeyeceklerine inandıkları zaman ve aktiviteleri yapamama şeklinde hissedilmektedir.

Katılımcıların büyük kısmı normalleşme süreciyle birlikte okula dönüşte sağlık için gereken önlemleri öğrencilerde doğru ve etkin biçimde uygulama konusundaki endişelerini de aktarmışlardır.

Öğretmenlerin ve PDR’nin yoğun çalışma temposu ve uzayan çalışma saatleri özel okullarda daha belirgin olmak üzere krizin uzaması durumunda tükenmişlik olasılığına karşı hesapta tutulması gereken bir durumdur.

Anne-babaların gündelik yaşamlarıyla özellikle uzaktan eğitim şartlarında “evdeki okul”un bağdaştırılmasına imkan verecek okulun beklentilerinin ayarlanmasının yanısıra çocuk bakım destek ve iş hayatı düzenlemelerine ihtiyaç duyulmaktadır.

Özel gereksinimli olarak tanımlanmış veya herhangi bir ruh sağlığı/nörogelişimsel bozukluk tanısı almış çocuk ve gençlerin pandemi dönemindeki kırılganlıklarının göz önüne alınması, bireyselleştirmeye dayalı eğitim ve gelişim ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağının öncelikli bir konu olarak görülmesi gerekmektedir.

OKUL ORTAMINDAKİ DAVRANIŞSAL ZORLUKLARIN NASIL ÖNÜNE NASIL GEÇİLİR?

İlk akla gelen, etkisi yaygın olacak önlem sınıf nüfuslarının azaltılması. Öğretmen/öğrenci oranının arttırılması. Öğretmen sayısının arttırılması. Bunun için yeni işe alımlar gerekeceğini tahmin ediyorum, ama işsizlikten söz edilen bir dönemde harcama önceliklerini çocukların daha iyi eğitim almasına ayırmayı bir sorun olarak göremem. Toplam ders sayısının azaltılması, bir derslikte bulunan çocuk sayısının ve derslikte ardarda geçirilmesi gereken zamanın sınırlanması dikkat ve konsantrasyonun sınıf içinde sağlanmasını kolaylaştıracaktır.

Fiziksel sınıflardaki eğitimin ana hususlarından olan bu zorlukların uzaktan eğitim sınıflarında daha da arttığını gördük. Odaklanma ve hedef belirleyememe gibi problemlerin en şiddetli biçimini dikkat, öğrenme ve gelişim bozukluklarında görsek de, pandemi döneminin ruh halinin pandemi sonrasında daha geniş kitlelerde odaklanma sorunlarıyla devam edecek gibi gözüküyor.

Öğretmenlerin sınıf içinde odaklanmayı ve derse ilgilenmeyi sağlamak için (işledikleri konu ve alandan bağımsız) sosyal ve duygusal becerilere sahip olmaları da aynı etkiyi pekiştirir. Deneyimli ve işinde başarılı olarak bilinen öğretmenlerin çoğunun bu özelliklerde olduğunu görüyoruz. Bu deneyim ve becerinin geniş öğretmen kitlelerine kazandırılması için programların çoğaltılması dönemin farkına vardırdığı bir gereklilik oldu.

UZAKTAN EĞİTİM BİR PROBLEM Mİ, BİR OLANAK MI?

Dünyanın içinden çıkmaya çalıştığı bu salgın dönemi çok değil, 20 yıl önce yaşanmış olsaydı, muhtemelen çocuk ve gençler aylarca eğitimden yoksun kalacaktı. Eğitimi çevrimiçi sunmak, internet aracılığıyla bilgiye, bilgi verene hızlıca ulaşmak ve en optimal şartlarda olamasa da eğitime devam ediyor olmak büyük ölçekte baktığımızda büyük bir avantaj olarak görülmeli.

Bu avantajın kullanılabilmesi için gereken internet ve ekran erişiminin herkeste bulunmamasından kaynaklanan eşitsizliği devletin elindeki kaynaklarla çözmesi gerektiğini düşünüyorum. Uzaktan eğitim içinde henüz tam karşılanamamış olan konulardan birisi, belki de başlıcası ise diğer çocuklarla, gençlerle olma arzusu. Bu temel ve değişmez sosyal ihtiyacın nasıl karşılanacağına ilişkin yeni yolların bulunması bir hedef olarak duruyor.

Şimdi belirsizliğin duruma hakim olmaya devam ettiğini hissettiğimiz, gidişatı öngörüp planlayamadığımız yeni bir aşamaya geçmek üzereyiz.

SOSYAL DUYGUSAL GELİŞİM NE SAĞLAR?

Durumun zorluğunu ve çapraşıklığını kabul ederek, küçük adımlarla ve mevcut olanaklar içinde gerekenleri yapmaya odaklanabilmek önemli bir ayırıcı olumlu özellik olarak izlenmiştir.

Düşünce düzeyinde esneklik, sosyal problem çözme becerisi, dayanışma ve özveri, ve özdenetim gibi sosyal duygusal becerileri gelişkin olmak bir avantaj getirmektedir. Nitekim bu alanda çalışmaların uygulanabildiği koşullarda kaygı düzeyi artsa bile toplumsal ortalamaya göre daha kontrol edilebilir düzeyde kalmaktadır.

OKUL RUH SAĞLIĞINI KORUYUCU VE İYİLİK HALİNİ GELİŞTİRİCİ BİR ORTAM OLMALI

Ruh sağlığı alanında verilen hizmetler çoğu kişinin gözünde bireysel bir tanı ve tedavi hizmeti olarak düşünülür. Ancak, özellikle toplum birimleri (örneğin, okul) düzeyinde koruyucu işlevi olan programlar bireysel hizmetlerin yetmediği ya da gerekmediği durumlarda etkili olmaktadır.

Sosyal duygusal gelişimi okul ikliminin omurgası olarak ele alan okul ruh sağlığı programlarının pandemi koşullarında koruyucu işlevinin kritik olduğunu düşünüyoruz. Kendi deneyimimiz sosyal duygusal gelişim odaklı olmakla birlikte okulu bir bütün olarak ele alarak başka kuramsal çerçevelerden tasarlanmış aynı amaca dönük çalışmaların değeri daha az olmayacaktır.

Okul temelli koruyucu ve okul iklimini iyileştirici programların tek tek okullar ve yerleşim birimleri düzeyinde uyarlanıp uygulanması tek tiplikten çıkartıp ihtiyaçlarla uyumlu olmasını sağlayabilir.

OKULLAR BİR GELİŞİM ALANI OLMALI

Önümüzdeki süreçte ruh sağlığının korunması amaçlı olarak öncelikle üzerinde durulması gereken gelişim alanlarının içinde tüm paydaşlara dönük endişe ve kaygı yönetimi becerileri, empati ve sosyal iletişimi geliştirme becerileri, özellikle idare ve PDR’ye dönük kriz yönetimi becerileri, PDR’ler için okuldaki uygulamalarına dönük usta süpervizyon desteği ve spesifik beceriler olması gerekiyor. Bu amaçla kapsamlı okul iklimini iyileştirici sosyal duygusal gelişim programlarının tasarlanıp uygulanmasının, ve paydaşların kendi alt grupları arasında (öğretmenden öğretmene, öğrenciden öğrenciye, veliden veliye gibi) fikir ve tecrübe paylaşımı platformlarının geliştirilmesinin zorluklarla baş etmeyi ve yenilikçi çözümler bulmayı kolaylaştıracağı kanısındayım.

Pandemi ve benzeri felaketlerde öncelikler önemlileri geriye itebiliyor; bu dönemin sonrasına hayatta olarak sağ sağlam kalabilmek öncelikli. Ancak, bugünden örneğin 10 yıl sonrasına vardığımızda varmayı olmayı düşündüğümüz yerde olmak için ne gerekli? Neyi yapmadığımız için pişman olacağız? Bu soruların irdelenmesi ve gözlenen ihtiyaçların karşılanması için inovatif yolların araştırılması şart. Bu yollardan birisinin de sosyal duygusal gelişim çizgisinde yapılacak çalışmalar olacağını düşünüyorum.

Pandemi dönemini atlatmış ve bugünlerin zorluklarını geride bırakmış olacağımız bir geleceğe kimseyi feda etmeksizin ulaşmayı hedefliyoruz. Bu gelecekte “en az kayıp ve en az ruhsal hasar” yanısıra gelecekte pandemi veya benzeri başka zorluklarla karşılaştığımızda birey, okul ve toplum düzeyinde barış ve dayanışma içinde başa çıkmayı sağlayacak sosyal ve duygusal becerileri geliştirmiş olmayı hedeflemeliyiz.

TTB raporu için tıklayın.