TEKEL işçisine kulak verelim, “Biz bugüne kadar böyle bir eylem görmemiştik. İşte demek ki emek kavgası buymuş. Emek olduğu zaman hiçbir halk, ırk, din ayrımı olmuyormuş. Yani dava ekmekse herkes bir oluyormuş… Tek dil yani”

Dönüştürücü öğrenme deneyimi Tekel Direnişi

ŞULE SAM

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yetişkin Eğitimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışan Nuray Türkmen’in Eylemden Öğrenmek-TEKEL Direnişi ve Sınıf Bilinci adlı kitabı 15 Aralık 2009 tarihinde özelleştirmelere ve arkasından gelen güvencesizleştirmeye karşı ülkenin dört bir yanından Ankara’ya gelerek 78 gün boyunca direnen TEKEL işçilerinin direnme ve direnirken öğrenme öyküsüdür.

Eylemden Öğrenmek deneyimin öğrenme sürecindeki dönüştürücü potansiyelini göstermesi açısından önemli bir kitap. Direnişin doğal akışı içindeki gözlemlerin, tanıklıkların ve TEKEL işçileriyle yapılan informal sohbetlerin ön planda olduğu ve yazarın da önsözde ifade ettiği şekilde dönüşümün asıl özneleri olan işçilerin görünür kılınmaya çalışıldığı bu kitap, sınıf bilincinin ortak eylem ve deneyim içinde oluşma sürecine dair somut bir örnek olarak görülebilir.

“Tahakküm ile özgürleşme arasındaki mücadelenin öyküsü, başarılar ve kayıplar, ilerleme ve gerileme arasında gidip gelen, sürekli karşı çıkışlara açık, karmaşık, belirsiz ve çelişkili doğasıyla ilgili artan farkındalığın öyküsüdür.” (173) Eleştirel eğitimci Foley’in dönüşüm ve özgürleşme sürecine dair yaptığı bu tanım, tam anlamıyla TEKEL Direnişi’ni ve bu sürecin dönüştürücü etkisini tanımlamaktadır. Şöyle ki yazarın da ifade ettiği üzere bu süreç asla bir noktada tamamlanan ve tam anlamıyla sonuçlanan bir süreç değildir. İşçilerin toplumsal cinsiyet, sınıf bilinci, vatandaşlık bilinci, devlet algısı, kullanılan dil gibi çeşitli alanlarda dönüşümünün yanında, var olan geleneksel algılarının da kısmen korunduğu, içinde hem umudu hem de umutsuzluğu barındıran karmaşık bir süreçtir.

Yaptığımız bu genel değerlendirmenin ardından sayfalar arasında gezinmeye başlayabiliriz. Eylem alanından fotoğraflarla zenginleştirilen kitap üç bölüm olarak yazılmış.

Kitabın birinci bölümünde mücadele içinde öğrenme ve dönüşüm süreci üzerinde duruluyor ve ardından bu süreçle ilişkili olarak Türkiye’de işçi hareketlerinin tarihçesi çok partili yaşama geçişten TEKEL direnişine kadar özetleniyor. Daha derli toplu ve anlaşılır olması açısından bu bölüme ayrıntılı bir bakışın ardından diğer bölümlere geçmek daha anlamlı olacaktır. Bu bölümde yazar Marx, Kilgore, Holst, Mezirov, Foley, Freire gibi alanın önemli isimlerinin fikirlerinden yola çıkarak yeni ve eski toplumsal hareketlerden radikal yetişkin eğitimine, politik öğrenme ortamlarından bu ortamların dönüşüme etkisine kadar kısa ama aydınlatıcı bir tartışmanın ardından “deneyim” kavramının önemi üzerinde duruyor. Burada en dikkat çekici nokta deneyimin ve toplumsal mücadele içinde öğrenme/dönüşümün toplumsal mücadelelerin merkezinde bulunan sendikalar, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri tarafından yeterince önem verilmeyen ve ihmal edilen bir alan olduğunun vurgulanmasıdır. Bölümün devamında sendikal hareketler tarihinin kısa bir özetinin ardından Temmuz 2004’te Tekel direnişinin en önemli tetikleyicilerinden biri olan “geçici personel” düzenlemesinin işaretlerinin verilmesiyle başlayan TEKEL süreci önemli aşamalarıyla birlikte anlatılıyor.

Kitabın ikinci bölümünün merkezinde işçilerle yapılan görüşmeleri ve direniş alanını görüyoruz. Bu bölümde dönüşümü tetikleyen durumlar ve dayanışma-mücadele ilişkisi direnişin özneleri olan işçilerin deneyimleri üzerinden anlatılıyor. Bölümün belirgin vurgusu bireylerin dönüşümünün, süreç boyunca bir şekilde hayatlarına dokunan diğer bireylerin dönüşümüyle koşullu olduğu gerçeği. Eşittir kolektif öğrenme . . . Bölümün eleştirel eğitimcilerin fikirlerinden yola çıkılarak olgunlaştırılan giriş kısmında yetişkinlerin gündelik yaşam akışlarındaki bozulma durumlarında ve önemli bir olayın yaşandığı geçiş dönemlerinde mutlak kabullerini sorguladıkları ve bu sorgulamanın dönüşümün tetikleyicisi olma potansiyeli taşıdığı vurgulanıyor. Bir TEKEL işçisinin şu sözleri dönüşümün tetikleyicisi olan beklenmedik durumu örneklemek açısından önemli: “Hiç düşünmüyorduk böyle olacağını. Bazı sektörler kapatılıyordu ya hiç bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi zannediyorduk. Ama keşke o zamanlar biraz daha duyarlı olsaydık da, bu eylemleri yapsaydık da bugünlere kadar gelmeseydik, değil mi?” (53) Ayrıca bölümde direniş boyunca yaşanan dayanışma ilişkisinin işçilerin eyleme katılımlarını güçlendirerek dönüşüme uygun alan yaratması bakımından önemi üzerinde duruluyor. Tüm bunların yanı sıra yazar bu direniş sayesinde işçilerin özgürleştiklerini söylemenin çok ileri bir saptama olduğunu, böyle bir saptamanın özgürleşme ve dönüşüm sürecini durağan bir sürece indirgemek anlamına geldiğini söylüyor ve bu direnişin sadece bir durak olduğunu, dönüşümünse devam ettiğini belirtiyor. Yazarın bu yaklaşımı çalışmayı romantizmin tehlikeli sularından kurtarıp gerçekçi bir yere oturtması bakımından önemli. Bölümde direnişe destek veren muhalif kesime dair eleştiriler de bulunuyor. Direnişin dönüştürücü boyutundan en az etkilenen tarafın neden destekçiler olduğu yine tanıklıklar yoluyla anlatılıyor.

Kitabın üçüncü ve son bölümü direniş boyunca umut ve umutsuzluk arasında yaşanan değişkenlikten bahsediyor ve kitap bittiğinde okuyucunun kucağına üzerinde tartışılması gereken birçok saptama bırakıyor.

Son söz olarak, kitabın arka kapağında yer alan sözleriyle, bir TEKEL işçisine kulak verelim:

“Biz bugüne kadar böyle bir eylem görmemiştik. Gerçi bizim Güneydoğu’da eylemler var ama hep siyasi. Emek adına hiçbir eylem olmadı. (…) Bu kadar uzun süreli ve bu kadar halkın yan yana hiç sorunsuz bir şekilde 2 ayı geçirmeleri çok değişik bir şey. İşte demek ki emek kavgası buymuş. Emek olduğu zaman hiçbir halk, ırk, din ayrımı olmuyormuş. Yani dava ekmekse herkes bir oluyormuş… tek dil yani.”
İyi okumalar…

EYLEMDEN ÖĞRENMEK
Nuray Türkmen
Yayınevi: İletişim, 2012