Kara mizah gibi… Kutsal, seçilmiş, çatırdayan iktidarın çöküş formülü kadınlarda; ‘iki bilinmeyenli denklem’i çoğaltmaya!

Dört duvar arası kapanmaz ki bizdeki özgür ruh

BİRGÜN KADIN

“Kadına yönelik şiddete elbette hepsi karşıymış. Ama bu kadını şiddetten koruma kılıfı altında aileyi yıkma sözleşmesiymiş. Batı ahlakının nifak tohumuymuşmuş...”

Türkiye’de, her gün en az üç kadın birinci derece yakını erkekler tarafından öldürülürken kadın düşmanları hangi aileyi yıkmaktan bahsediyor? Kadını aileden ibaret görenler bu teknik içerisinde hangi aileden söz ediyor? Çok açık ki direnme gücü zayıf, dayanışma ağlarına erişim imkânı kısıtlı binlerce kadın ve kız çocuğu, ‘aile sopasıyla’ terbiye edilmek isteniyor. Başka bir deyişle aile uğrun(d)a, 2016 yılından beri kız çocuklarının 13 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve zorla evlilik şiddetine maruz bırakılmasının ‘yasal zemini’nin hazırlanması; cinsel istismarcıların suçun gerektirdiği gibi yargılanması değil, ‘aile içerisinde’ aklanması; kadınlara ‘bayan’, kız çocuklarına ‘süper kadınlar’ denmesi…

İstanbul Sözleşmesi’nin ne demek olduğunu, ‘altına imza atarken ne olduğunu bilmiyorduk’ deseler de, en az bizim kadar iyi biliyorlar. En sarih haliyle kadınların ve LGBTİ+’ların erkek şiddetinin her türlüsünden ve yarattığı eşitsiz koşullardan hukuk önünde korunmasını hedefleyen bu sözleşme, aslında erkeklerin ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan uyguladığı her eşitsiz fiilin suç olduğunu söylüyor. Yaşamlarımıza sahip çıkma mücadelesi, aynı zamanda ölüm-kalım mücadelesi haline gelirken 21. yüzyıldan süfrajetlere göz kırpıyoruz. Devletin yurttaşlarını yaşatma sorumluluğuna binaen “Suçlu sensin” isyanı, bir hatırlatma alarmı gibi iktidarın başında çalıyor, kulaklarını ağrıtıyor.

***

“Cinselleşmiş düalizm, bütün düalizmlerin paradigmasıdır; dünyanın paradigmasıdır” diyor Elizabeth Badinter. Kadın düşmanı siyasal İslamcılar, “Batı ahlakı bizim ahlakımız olamaz” derken hiç de farklı olmayarak aynı düalist tarzın kopyacılığıyla kadını bedenin, erkeği ise aklın temsili olarak konumlandırıyor. Kız çocuklarının eğitim görme ve sonrasında çalışma hakkı özgür iradelerine bırakılmış gibi sunulurken aleni bir şekilde, adet görmeye başladığı an evlensin, doğursun, ve ‘sıradaki erkek iktidar’ tarafından aile içine hapsedilsin isteniyor. Toplumsal yeniden üretim yaşı kız çocuklarının regl çağına çekiliyor. Okurken çalışan yoksulluk değil, kocaya bağımlı ve çocuklu yoksulluk olsun isteniyor. Baba ise aileyi, yani kadını, muhafaza etme/zapt etme noktasında sınırsız özgürlüğe sahip. Sarayın iletişim danışmanlığını yapan Diyanet ve iktidarın yayın organlarından sarf edilen ve hayata geçirilmek istenen uygulamalarla, bu ‘özgürlüğün’ aslında tersinden iktidar tarafından pışpışlanarak erkeklere verilmiş bir hak olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Bu erkek şiddeti tetikleyiciliği, işsizlik, açlık ve bunlara bağlı yaşanan egemenlik krizinden besleniyor. İktidar, erkeklerin zedelenen egemenliğini cinsel şiddetle onarmak istiyor. Fakat bu birçok sebepten işlemiyor. Erkek şiddeti ve kadın yoksulluğu, kadınların yaşamlarına sahip çıkmasıyla giderek tırmanıyor. Zaten baş edemedikleri de tam olarak bu.

İktidar kendi elleriyle basamakları diziyor. İktidarlarının kırılganlığı ve sefaleti, toplumun her bireyine bulaştırılmak istense de bu oyun artık kadınlara sökmüyor. Koronavirüs pandemisinde bile can havliyle geçirilmeye çalışılan af yasalarının sebebi burada. Çünkü kadınların, ailenin ve toplum düzeninin bekçisi olan erkeklere itaatsizliği, topluma karşı işlenmiş bir ahlaksızlık olmasının yanı sıra siyasal İslamcı düzene de itaatsizlik anlamı taşıyor. Bir bir dizilen basamakların hiyerarşisini tehdit ediyor. İktidar kaçacak deliği kadınların yollarına taş koymakta arıyor. Özel ve kamusal alan arasındaki ayrımın gittikçe giriftleştiği bu pandemi sürecinden de sonra, sokak ve ev arasındaki şiddet farksızlığı halini yaratan bu sınırların sınırsızlığı bizim yaşamlarımızın, bedenlerimizin ve geleceğimizin etrafına çitleniyor. Yaşamlarımız “Kadınlar ve erkekler fıtratları gereği eşit değildir" diyenlerin ikilemine sıkıştırılmaya çalışılıyor. “Aileler parçalanıyor” diyerek çocuk istismarı meşrulaştırılmaya çalışılıyor; “Eşcinsellik toplumu çürütür” şeklindeki nefret söylemleriyle bedenlerimiz, yaşamlarımız gerici ikiliğe sıkıştırılmak isteniyor.

Sanki doğurmayınca siyasal İslamcı erkek iktidar sarsılıyor! Düşen evlilik, artan boşanma oranlarından panikleri hissedilse de keşke bu kadar basit bir matematikle söyledikleri gibi kazanabiliyor olsaydık hayatlarımızı. Ya ailesin ya ölüsün derlerken bile yaşamlarımız rakamlardan ibaret…

Kara mizah gibi… Kutsal, seçilmiş, çatırdayan iktidarın çöküş formülü kadınlarda; ‘iki bilinmeyenli denklem’i çoğaltmaya!