1- Londra’da ne oldu? 22 Mart Cuma günü yaşanan döviz kurlarındaki dalgalanmanın ardından, uzmanlar gözlerini Londra’ya çevirdi. Dünya Döviz Piyasaları 7/24 çalışan, açılışı ve kapanışı olmayan piyasalardır. Günde 5.1 trilyon dolarlık döviz el değiştiriyor. Günde, 5 bin 100 milyar dolarlık işlem yapılıyor. Bu işlemlerin yüzde 40’ı Londra’da, yüzde 20’si Amerika Birleşik Devletleri’nde geri kalanı da […]

Dört soruda dövizde ne yaşandı

1- Londra’da ne oldu?

22 Mart Cuma günü yaşanan döviz kurlarındaki dalgalanmanın ardından, uzmanlar gözlerini Londra’ya çevirdi. Dünya Döviz Piyasaları 7/24 çalışan, açılışı ve kapanışı olmayan piyasalardır. Günde 5.1 trilyon dolarlık döviz el değiştiriyor. Günde, 5 bin 100 milyar dolarlık işlem yapılıyor. Bu işlemlerin yüzde 40’ı Londra’da, yüzde 20’si Amerika Birleşik Devletleri’nde geri kalanı da Hong Kong, Singapur ve Tokyo başta olmak üzere diğer merkezlerde yapılıyor.

O nedenle Londra, sembolik bir anlam taşıyor. Dolayısıyla da Dünya döviz piyasası derken Londra’dan bahsediliyor. Türkiye’yle ilgili işlemlerin de büyük ölçüde, Londra’da yapıldığı bilindiği için; Londra sıkıştı, Londra müdahale etti tarzında bir metafor kullanılıyor.

2- Swap nedir?

Swap’ın Türkçesi; takas-değişme anlamına geliyor. İki ayrı döviz cinsini elinde bulunduran taraflar, bunları kendi aralarında sonra tekrar asıl paraya dönmek üzere değiştiriyorlar. Türkiye, swap piyasalarında çok aktif bir oyuncu. Son günlerin rakamlarını tam olarak bilemiyoruz ama, Merkez Bankası son yayınladığı Finansal İstikrar Raporu’nda, Türkiye’nin 285 milyar TL’lik swap işlemi olduğunun bilgisini verdi. Burada Türkiye, 165 milyar TL’lik bir açık pozisyonuna sahip. Türkiye’den 60 milyar lira düzeyinde TL verilip, döviz alınıyor. 225 milyar TL civarında da döviz verilip, TL alınıyor. Kısacası Türkiye’deki bankalar döviz mevduatlarının çokluğu, döviz kredilerinin ona göre daha az olması sebebiyle aradaki farkı Londra merkezli olarak dövizlerini verip, TL borçlanarak kapatıyorlar. Böylelikle TL cinsinden krediler verebiliyorlar. Ancak kısa vadede, 22 Mart Cuma günü döviz kurlarının yükselmesiyle birlikte Londra’daki spekülatörler bu yükselişin, Pazartesi günü hızlanarak devam edeceği sonucuna varıyorlar. Onun için ellerindeki dolarları vererek swap piyasasında TL cinsinden borçlanıyorlar. Buradaki düşünceyse şu; o TL’leri alıp dövize çevirecekler. Diyelim ki, Cuma günü 5,70’ten kapanan piyasa Pazartesi 6’ya dayanınca, ardından bu dövizleri satıp TL borçlarını çok rahatlıkla ödeyebilecekler ama çeşitli kanallardan Merkez Bankası, TL likiditesini sıkıştırınca, sadece kamu bankaları değil, tüm bankalara swap piyasalarına yönelik likidite vermeme talimatı yollayınca haliyle TL olarak borçlananlar, borçlarını kapatamıyorlar. Döviz düşünce de döviz satışından borçlarını ödemeleri mümkün olmuyor ve piyasa çok sıkışıyor. Yüzde 1000’lerin üzerinde oranlarla karşılaşılıyor. Daha bir hafta evvel bir aylık swap faizleri yüzde 20, gecelik swap faizleri yüzde 25’ken, bir aylık swap faizleri yüzde 30’a, gecelikler ise 1000’e kadar çıkmış oluyor. Uluslararası spekülatörlere Türkiye kısa vadede dayak atmış oldu ama ben bunu şuna benzetiyorum; Türkiye bir kalabalığa daldı, sadece 4-5 kişiye yumruk salladı, onlar da sendelediler. Sendeleyenler toparlandıktan sonra, Türkiye’nin yumruk atamadıkları oyuncularla beraber verecekleri karşı hamle, Türkiye’ye çok daha büyük bir fatura ödetme tehlikesi yaratıyor.

3- Asya krizi ile benzerliği var mı?

Dünya tarihinde bu duruma benzer bir örnek yaşandı mı diye hafızamı zorladım. İlk aklıma gelen de 1997-98 yıllarında yaşanan Asya Krizi sırasında, Hong Kong’da yaşananlar oldu. 98’in Ağustos ayında bir dolar 10 Hong Kong dolarına eşit. Bu tip uygulamalar yapan bir ülkeye dolar girdikçe yerel para artıyor, dolar çıktıkça da azalıyor. Asya Krizi sırasında, Hong Kong dışındaki bütün ülkeler paralarını devalüe ettiler (değerlerini düşürdüler). Hong Kong da bu para kurulu politikasını devam ettirmeye çaba gösterdi. Spekülatörler de bu sistemi nasıl çökertip büyük bir vurgun yaparız diye bir strateji geliştirdiler ve borsada hisseleri açığa sattılar. Yani borçlanıp, kendilerinin olmayan hisseleri sattılar. Bunları daha düşük fiyattan almaya niyetlendiler. Bu durum, kendileri açısından nakit çıkışı gerektirmeyen bir durumdu. Ellerindeki nakitlerle de Hong Kong dolarını satıp Amerikan dolarına geçtiler. Böyle olunca Hong Kong idaresinin elinde iki seçenek kaldı. Bir tanesi Hong Kong dolarını devalüe etmekti. Bu spekülasyonları yapanlar da, bir Amerikan doları 12 Hong Kong doları olunca, dolarlarını 12’den bozduracaklar ve rahatlıkla borçlarını ödeyip büyük bir vurgun yapacaklardı.

İkinci seçenek ise şuydu; Hong Kong yönetimi bunu yapmamakta direnirse, faiz oranları çok yükselecek, faiz oranları yükselince borsa çakılacak bunlar, dolarlarını eski kurdan bozduracaklar ama fiyatı 100 Hong Kong doları olan bir hisse fiyatı, 60’a 70’e düştüğü için aradaki farktan büyük bir vurgun vuracaklardı. Bir anlamıyla domuz bağıyla Hong Kong’u dize getireceklerdi. Hong Kong dünyanın serbest piyasaya en çok bağlı ülkesi olarak bilinir. Hong Kong’dan böyle kamucu müdahale hamlesi beklemediler. Hong Kong yönetimi elindeki bütün paralarla borsada alıma geçti. Borsada alıma geçince fiyatlar yükseldi. Ve bu açığa satış yapanlar pozisyonlarını kapatabilmek için mecburen eski kurdan giriş yaptılar ve çok ciddi bir zararla pozisyonlarını kapattılar. Özetle, ava giden avlanmış oldu. George Soros’un da aralarında bulunduğu birçok spekülatör çok ciddi zarar gördü. Ama zaman içinde uluslararası sermaye açısından Hong Kong’un güvenilirliği azalmış oldu. Uzun vadede performansını olumsuz etkiledi. Aslında iki taraf da bu uygulamadan zararlı çıktı.

4- Şimdi ne olacak?

Türkiye’de öncelikle faizlerin çok yükselmesini bekleyebiliriz. ‘İmkansız Üçlü’ denilen bir varsayımımız var. O da şöyle; bir ülke, kontrolleri uygulamıyorsa, sermaye akışlarını serbest bırakmışsa ya dövizini yönetmeye soyunabilir ya da para politikasıyla faizleri indirmeye çalışabilir. İkisini de yönetmeye çalıştığı zaman bunun sonu zaten hüsran olur. Geçtiğimiz hafta Türkiye’de dövizin yükselmesinin nedeni, mevcut yönetimin 31 Mart seçimleri öncesinde hem yüksek kur hem de yüksek faize karşı politikalar uygulamaya çalışmasıydı. Bu da, dikişlerinden patladı.

Faizi aşağı çekelim derken mevduat sahipleri açısından faizi TL’ye cazip olmaktan çıkarınca, döviz yukarı doğru hareketlendi. Döviz yukarı doğru hareketlenince, döviz kurunun sıçramasını engellemek için özellikle kamu bankaları eliyle döviz satışı yapıldı. O sırada merkez bankası rezervlerinin çok ciddi miktarda azaldığı ortaya çıktı son iki haftada Merkez Bankası rezervleri 5,6 Milyar erimişti. Onun üzerine böyle bir spekülatif atak oldu.

AKP rejimi döviz kurundaki sıçramayı geçici olarak engelledi. Ancak borsa çok düştü. Devlet içi borçlanma senetlerinin faizleri çok yükseldi. Yabancılar önce borçlarını ödeyebilmek için borsadan ve devlet içi borçlanma senetlerinden çıkarak TL likiditesi elde ettiler. Ancak borçlarını ödedikten kısa süre sonra Türkiye’yi terk etmeleri beklenebilir.