Söylenen o ki, en çok yazdıklarından ko

İbrahim Kaypakkaya'nın 34 yıl önce Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı'ndaki ölümü, acı bir efsane olmaktan çıkıp acı bir gerçekliğe dönüşüyor... Kafası, elleri ve ayakları kesilmiş olarak bile olsa O'nu teslim almak için mücadele eden babası, o acı günü hiç unutamıyor. 78'liler Girişimi'nin baba ile birlikte geçtiğimiz yıl İçişleri Bakanlığı'na yaptığı bir başvuruda "Kaypakkaya'nın karanlıkta kalan ölümünün aydınlatılması için, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde, öldüğü tarihlerde Diyarbakır askeri tutukevinde görevli tüm resmi-sivil güvenlik ve istihbarat görevlilerinin kimlikleri" sorulduğunda, RET yanıtı almıyor. 70'li yıllarda, yaşanan çok önemli olaylar üzerinden devlerin topluma vermek istediği mesajın 'deşifre' edilmesini isteyen aile ve dostları, Kaypakkaya'nın bir efsane olarak değil, gerçekçi tezleriyle de günümüze ışık tutmasını diliyorlar.

24 Ocak 1973'te Tunceli'ye bağlı Vartinik-Mirik mezrasındaki bir çatışmadan beş gün sonra yaralı olarak yakalanıyor. Mezradaki çatışmada arkadaşı Ali Haydar Yıldız öldürülüyor.

Kendisi de, yine 1973'ün 17 Mayıs'ını 18'e bağlayan gece, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı'nda öldürülüyor.

Öldürüldüğünde 24 yaşında olan İbrahim Kaypakkaya, Çorum'a bağlı Karakaya köyünde doğuyor; babası Ali Kaypakkaya'nın ilk evliliği olan Mediha'dan... İlkokulu bitirince Hasanoğlan İlköğretim Okulu'na, oradan da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na giriyor.

YOLU FKF'DEN GEÇİYOR
İstanbul'da aktif bir öğrenci ve devrimci oluyor. Aslında devrimci fikirlerle Hasanoğlan'da tanışıyor ancak bir çok şey İstanbul'da yerli yerine oturuyor. Mücadelenin yükseldiği 1967-68 yıllarında, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)'nun Çapa'da şubesini kuruyor. Okul yönetimi, derneğin 10 kurucu üyesini okuldan bir ay uzaklaştırıyor. Ancak bununla yetinmeyip savcılığa suç duyurusunda bulunuyor. Daha sonra bu 10 kişiyi okuldan atıyorlar. Onlar da, Danıştay'a dava açıyorlar. Kazanıyorlar. Ancak 10 kişiden sadece İbrahim okula alınmıyor. İbrahim ise bu sürede hiç boş durmuyor ve bütün etkinliklerde yer alıyor.

SINIF ÇALIŞMASI YAPIYOR
Forum, Ant Türk Solu, Aydınlık Sosyalist Dergi gibi yayınlarda yazılar yazıyor. 6. Filo ve Kanlı Pazar eylemlerinde de yer alıyor. Okul işgallerine ve boykotlara katılıyor. Trakya'da köy mitinglerinin örgütlenmesine, Demir Döküm Sungurlar, Horoz Çivi, Petriks Ege Sanayi, EAS Akü, Gamak Singer, Derby gibi fabrikalarda işçilerle mücadele örgütlüyor.

İSTANBUL'A VEDA
Okuldan atılınca Çorum'a dönüyor ve Çorum köylerinde çalışmaya başlıyor. Bu bölgedeki çalışmalarını, 'Çorum içinde sınıfların tarihi' konulu inceleme ile yazıya dönüştürüyor. Arkasından Malatya, Antep yörelerinde, Silvan, Nazimiye, Kürecik ilçelerinde, Haydaran'da, Nurhak ve Düzgün dağlarının köylerinde çalışmalar yapıyor. Bu sürelerde de İstanbul ve Ankara'ya gidip geliyor. Yine Malatya'daki çalışmalarını, 'Malatya'da sınıfların tahlili' konulu bir incelemeye dönüştürüyor.

'DEVRİMCİ DAYANIŞMA'
12 Mayıs 1972'de Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özüdoğan'ları ihbar edip öldürülmelerine yol açan Kürecik bucağı Kahyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz'i öldürüyor. Bunu aynı zamanda, dönemin 'devrimci dayanışma' özelliğine uygun olarak, Deniz'lerin idamı üzerine de yaptığı biliniyor.

* * *

Modern zamanın devrimcisi
Kaypakkaya, FKF örgütlenmesinden sonra Milli Demokratik Devrim (MDD) tezlerini savunuyor. Ayrışma döneminde TİİKP'te yer alıyor. Daha sonra ise TİİKP'e ağır eleştireler getirerek TKP-ML ve TİKKO'yu kuruyor. TKP-ML'nin programını 'Şafak revizyonizmi tezlerinin eleştirisi', 'Milli mesele', Kemalist iktidar dönemi', 'İkinci Dünya Savaşı yılları' ve '27 Mayıs hareketi', 'Kızıl siyasi iktidar öğretisini doğru kavrayalım' başlıklı tezlerinde kaleme alıyor ve düşünsel duruşunu ortaya koyuyor.

MİLLİ MESELEDE ÇOK NET
İbrahim Kaypakkaya, yaşadığı dönemde tartışma konusu olan Milli Mesele'de, çok net tavır ortaya koymasıyla biliniyor. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını açık olarak savunuyor ve Kürt sorununa ilişkin tespitlerinde devletin asimilasyon politikasını çok net olarak anlatıyor. Türk ve Kürt halkının birlikte mücadele etmesinin, hatta aynı partide mücadele etmesinin gerekliliğini vurgulayan Kaypakkaya, iki halkın ayrı ayrı mücadele etmesinin sakıncalarına de değinerek, ayrı mücadele halinde her iki halkın da devletin manipülasyonlarına açık hale geleceğini tespit ediyor.

İBRAHİM'DEN ALINTILAR
"Demokratik halk diktatörlüğü sisteminde bütün milletlerin ve dillerin tam eşitliği garanti edilecektir. Hiçbir zorunlu dil tanınmayacak, halka bütün yerli dillerin öğretildiği okullar sağlanacaktır. Halk devletinin anayasası, herhangi bir milletin herhangi bir imtiyaza sahip olmasını ve milli azınlığın haklarına herhangi bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa kendi kaderi tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik, yerel, kendi kendini yönetim gereklidir.

Bu özerk ve kendi kendini yönetim bölgelerin sınırları, ekonomik ve sosyal şartlar, nüfusun bileşimi vb temeli üzerinde bizzat mahalli nüfus tarafından tayin edilecektir".

KEMALİZM ELEŞTİRİSİ
İbrahim Kaypakkaya'nın Seçme Yazıları altı metinden oluşur. Aralık 1971 ile Aralık 1972 arasında kaleme alınmış yazılar, kamuoyuna sınırlı mal olmuş olsa da, onun modern zaman devrimcisi olduğunu ortaya koyan yazılardır. Kaypakkaya, Kemalizm için 'Türkiye egemenlerinin harcı'; Kürt sorunu içinse 'Türkiye egemenlerinin handikapı' der. Kemalist ideoloji üzerine ayrıntılı tezleri olan Kaypakkaya, bu olguyu 'devlet ideolojisi' ve 'faşist ideoloji' olarak temellendirir.
HASAN ERKUM

* * *

Oğlunun kesilmiş cesedini görmek...
1973 yılı Mayıs ayında baba Ali Kaypakkaya, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Cezaevi'nde tutuklu bulunan İbrahim'den bir mektup alıyor. Mektupta, o sırada Ankara'da olan babasını İstanbul'a yönlendiren İbrahim, babasından bazı belgeler getirmesini istiyor. Savunmasına yardımcı olacağını söylediği bu belgeleri, İstanbul'da Ahmet Türk adlı bir avukattan alan baba, 19 Mayıs 73 günü Diyarbakır'a varıyor. Doğrudan cezaevine giden baba, görevliler tarafından engellemeyle karşılanıyor ve 'görüşemezsin' yanıtını alıyor. Baba, belge getirdiğini söyleyip ısrar ediyor. Bunun üzerine cezaevi komutanı olan Yarbay rütbeli biri geliyor ve tartışma sertleşiyor. Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Şükrü Olcay'a çıkarıyorlar babayı. Korgeneral Olcay, oğlunu görmekte ısrar eden babaya, "Oğlun intihar etti" diyor. Yaşadığı şoka rağmen söylenen şeye inanmayan baba, "O intihar etmez, siz öldürmüşsünüzdür" diyor. Aralarında geçen tartışmada Korgeneral babayı tehdit ediyor. Ancak babanın ısrarı karşısında, hastane müdürünü çağırıyor ve İbrahim'in cesedinin babaya verilmesini emrediyor.

Baba Ali Kaypakkaya, oğlunun cesedini teslim aldığı anı çok acı hatırlıyor. Çünkü oğlunun kafası bedeninden ayrılmış şekilde, kesik olarak teslim ediliyor. Ayrıca elleri ve bacakları da kesik olan İbrahim'in, kaba yerlerinde de çok derin yarıklar görüyor. Bunların nedenini soran babaya "Otopsi için yaptık" diyorlar. Baba, oğlunu kefene sararak alıp götürüyor...

SOYADINI DEĞİŞTİRİYOR
70'li yıllarda 'dışlanma' yaşamadığı halde, 8o'li yıllarda toplumsal yalnızlaşma ile yüz yüze kalan baba Ali Kaypakkaya, üçüncü evliliğinden olan küçük oğlunu okula yazdırmak için götürdüğünde, çocuğun soyadını duyan okul müdürü, kayıt yapmak istemiyor. Bunun üzerine baba Ali Kaypakkaya, soyadını değiştirerek, yaşadığı köyün adını alıyor: Ali Karakaya!

* * *

Arkadaşımı anarken
Farklı anlatılarla İbrahim Kaypakkaya'yı bu kısacık yazıma konuk etmek istiyorum. Çok mütevazı bir insandı. Bizlere göre bilgiliydi. Akıcı konuşurdu. İnsan hali olarak mesela, arada bir ince işaretlerle üstün yanını karşı tarafa hissettirme tavrına düşülebilir, farkına varmadan. İbrahim'de buna hiç rastlamadım.

Bilgili olma durumu kimi insanı etkiler. Ağır takınır, şakanın uzağında durur; bilgili duruşu gölgelenmesin diye... İbrahim'de böyle kaygıların kırıntısına rastlanmazdı. Şakanın arasına dolu dizgin at sürer, kahkahalarıyla muhabbete lezizlik katardı. Bazen bu durum güreşme, boğuşma, enseye şaplak atma noktasına tırmanır, bu fiziki aktiviteye İbrahim de canla başla katılırdı.

Çorum, Amasya, Tokat, Samsun havalisi güreşçiler beldesi kabul edilir. İbrahim Çorumlu'ydu, az buz güreş tekniğini bilirdi. Anımsıyorum, Fikir Kulüpleri Federasyonu binasında kendinden iri Rahmi Aydın'la güreşe tutuştu. Ufak cüssesinden beklenmeyen bir güç sergiledi, tekniğiyle Rahmi'yi perişan etti. Demem o ki, böylesine hayat dolu, şakacı, tatlı yaramazlıklardan geri durmayan candan bir insandı.

Birlikte muzipliklerimiz oldu. Bir gece kolkola asker yürüyüşüyle trafik lambalarından geçtik, sürücüleri zararsız iki kaçık olduğumuza inandırdık. Gecenin geç vaktinde 'Hey onbeşli onbeşli' türküsüne asılıp, gelen geçenin nazarına çarpıldık. Ve daha başka muziplikler...

İbrahim'in gülümsemesi belleğimde tazeliğini koruyor. Beniz olarak biraz sarımtıraktı İbrahim. Gülümsemesiyle sarımtıraklığı depreşir, sarı çiçek suyuna batırılmış göz ışınlarıyla insanın içini ısıtırdı. Birine ya da bir gruba yaklaştığı zaman, gülümsemesi yüzüne yayılır, duru gözlerinden sarımtırak ışınlar etrafa saçılırdı. Bir çocuğunki kadar masumane renk taşırdı İbrahim'in gülümsemesi. İçtenlik, tatlılık, sadelik, sıcaklık, biraz da utangaçlık...

Hasanoğlan'da folklor ekibine girip, birkaç yörenin oyunlarını öğrenmişti. O nedenle halay çekmeye bayılırdı. Kendi aramızda ninniyle bir kaç deneme yaptığımızı da hatırlıyorum.

Sadeliğiyle yaşamın eldeki çeşnilerine konuk olan bu güzel insan, hem okulun önde gelen solcusuydu; hem de süper zekalı öğrencilerden biriydi. Edebi yanı güçlüydü. Akıcı konuşur, hızlı ve güzel yazardı. Hem konuşma diline, hem de yazı diline hayrandık. İki yetenek bir aradaydı, birbiriyle at başı hizalamalı ahenk içindeydi. Fen derslerinde apayrı bir yetenekti İbrahim. Kavrayışı sistematikti. Matematiksel formülleri unutmazdı hiç. Çünkü algılayış tarzı ezberi dışlıyor, sistem olarak kavramayı esas alıyordu.

İbrahim'in teorik yetkinliği işte bu sistemsel kavrayıştan gıdalıydı. Genç yaşında yakaladığı teorik ivmenin ana damarı bu bilimsel mantıktı. Sönmeyen okuma isteği, eleştirel öğrenme tarzı, araştırıcı dürtüsü bu temele dayalı payandaları oluşturdu; bilimsel rafineri tamamlandı. Onun arıtımından geçen 9 düşünsel malzeme, teorik tezler şeklinde somutlaştı. Kavrama ve üretme yetisinde İbrahim'le diğer yöneticiler arasında bariz fark vardı. İbrahim gibi bir öndere sahipti örgüt ve bu anlamda şanslıydı. Fakat, önderle yardımcıları arasındaki bariz fark ise örgütün şanssızlığını simgeliyordu. İbrahim'i bizlerden kopardılar. Büyük boşluk oluştu, kapatamadık. Yeniler devraldı, boşluk büyüyerek sürdü... Otuzdörtyıl devrildi, koca boşluk yerinde duruyor.

Bıkmamacasına okumak, eleştirel öğrenmek, araştırmayla sentezlere varmak İbrahim'in belirgin tarzıydı. Ardıllarına ışık tutsun!
ALİ TAŞYAPAN