Bundan sadece on gün önce IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn (DSK), dünyayı yöneten bürokratların başında geliyordu.

Bundan sadece on gün önce IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn (DSK), dünyayı yöneten bürokratların başında geliyordu. Fransız kamuoyu, DSK’nın ABD’de zengin bir arkadaşının lüks arabasından inerken çekilmiş fotoğraflarıyla patlak veren “Porsche olayı”nı daha henüz kapatıyordu. Ne de olsa Sosyalist Parti’nin en olası Cumhurbaşkanı adayının “Sarkozyvari” bir lüks merakı olduğunu ve sol elitlerin bu kadar halktan kopuk yaşadıklarını teşhir etmeleri yakışık almıyordu. Ama 14 Mayıs sabahı New York’ta bir otelde meydana gelenler, bu “ayrıntıyı” ebediyen unutturacaktı. DSK Paris’e dönmek üzere bindiği uçaktan indirilip, New York emniyetinde tecavüze teşebbüs ve zorla alıkoyma ile suçlanarak gözaltına alınıyordu. Ve Sarkozy’nin yerini alması büyük oranda beklenen DSK’nın kabus gibi düşüşü başlıyordu. Üstelik zanlı dünyanın en yüksek maaşlı bürokratı, kurt politikacı DSK, kurban ise yoksul otel temizlikçisi, Afrikalı, Müslüman Nafissatou Diallo olunca işler karışıyordu...

Dünya basını, ABD’nin “eşitlikçi hukuk anlayışı” ilkeleri doğrultusunda, DSK’yı derhal kelepçeleyen Amerikan emniyetinin içinden aldığı “tüyo” ile perişan bir adamın fotoğraflarını kapışıyordu. Çeşitli ülkelerin bulvar basını daha suçu ispat edilmemiş bu adamı yerden yere çalacak başlık bulmak için yarışıyordu. Henüz yargılanmadan, DSK medyanın yardımıyla evrenin en istenmeyen adamlarından biri ilan ediliyordu. Söz konusu adamın geçmişinde “cinsel güdülerine hakim olamama” olayları bol olunca, Fransız kamuoyu bile kesin komplo olasılığından “acaba olabilir mi?” sorusuna doğru kayıyordu.

İşin acı tarafı daha önce de yazdığımız gibi, önümüzdeki seçimleri kazanmak için tüm koşulları sağlamış Fransız solu, DSK olayı ile büyük bir darbe alıyor. Tam projeden, toplumsal değişimden söz edecekken, üretilebilecek en karanlık senaryoyu bile katlayan bir kabusun içinden çıkmaya çalışıyor. Kamuoyu yoklamalarında Sarkozy karşısında % 61 oy alarak Cumhurbaşkanlığına yerleşeceği ümit edilen DSK, Sosyalistlerin cumhurbaşkanlığı aday adayları arasında şahsen tercihim değildi. Ancak solun 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kesin kazanması için gerekli popülerlik oranına sahip tek siyasetçisiydi. Belki de bu yüzden yandaşlarından çok bozuk sesler yükseldi.

Eski Kültür Bakanı Jack Lang “ne var bunda, sonuçta kimse ölmemiş ya” diyebiliyor, Marianne dergisinin kurucusu gazeteci Jean-François Kahn ise olayı “hizmetçi düzme geleneğinin bir sınıf kavgası öyküsü” olmasıyla açıklıyordu. “Kadınları sevmek hata mı?”, “Afrikalı göçmen olduğuna göre, sömürgeciliktir” gibi yorumlar da cabası. Haklı olarak isyan eden feministler, Le Monde gazetesinde bir bildiri yayınladılar. Osez le Féminisme, La Barbe et Paroles de femmes adlı üç dernek ortak bildiride “Ardarda sıralanmakta olan gerici ve cinsiyetçi yorumların belli bir kesim ‘seçkin’den çıkmış olması çok üzücü. Dehşet düşmüş, infial içindeyiz, öfkeliyiz. Kadına tecavüzü azımsayan bu söylem, bu tür ‘dil sürçmelerini’ kabul edilir kılmakta ve komplekssizce cinsiyetçilik yapılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu ortaçağ zihniyeti ise tüm kadınlara hakarettir” diyordu. Ve Fransa’da aile içi şiddet sonucu  günaşırı bir kadın hayatını kaybediyor ve ülke çapında yılda 75 000 kadına tecavüz edildiğini hatırlatıyordu.

Bu yazı henüz tamamlanmamışken, Amerikan televizyon kanalları merakla beklenen DNA testlerinin gayrı resmi sonuçlarını açıklıyor ve DSK’nın oral sekse zorladığı iddia edilen kadının gömleğindeki lekelerin gerçekten de IMF eski başkanına ait olduğu belirtiyordu. Bu iddialar doğrulanırsa—ki artık bu ciddiye alınabilir bir olasılık—Fransız solu gelecek darbelere ve suçlamalara karşı hazırlıklı olmak zorunda. Sosyalist Parti’den herkesin DSK’nın arkasında durmuş olmasını kamuoyu affetmekte zorlanacaktır. 24 Mayıs’ta sonuçları açıklanan kamuoyu yoklamasında Fransızların % 57’si hala solun zaferini arzu ediyorsa, parti ve ileri gelenleri, toplumun ahlaki değerlerini sarsan bu olayı soğukkanlılıkla kabullenip, adaletin dokunulmazlığını DSK olayında kurbanın yanında durarak savunmalıdır. Bu nedenle de daha önceleri DSK’nın yer alacağı bir adaylık yarışına girmek istemeyen parti genel sekreteri Martine Aubry’nin arkasında durmak zorundadır. Öncelikle kadın olması, DSK skandalının Sosyalistlerin (ve genel olarak solun) saygınlığında yarattığı ciddi hasarı gidermek için inandırıcı olacaktır. Ayrıca dürüst ve tutarlı siyasi çizgisini koruyan Martine Aubry, Sosyalistleri sola kaydırabilecek, Fransız toplumundaki gerekli değişimlerin sorumluluğunu alabilecektir. Tabii DSK’nun suçu tespit edilirse, “kurbanı” başka yerde aramamak şartıyla...