AYŞEGÜL TÖZEREN Özgürlüğün, Emil Michel Cioran’ın dilindeki tanımı, farklılık hakkıdır. Edebiyatta farklılık hakkını cesaretle kullanan Füruzanların, Sevgilerin, Leylaların, Tomrislerin, Latifelerin gözü karalığı eline kalemi, kâğıdı ya da kitaplarını almaya niyetlenen kadınlar için yaşamın çatlaklarından sızan bir çığlık ya da fısıltı olagelmiştir. Aslı Erdoğan’ın, Sema Kaygusuz’un, Mine Söğüt’ün metinlerine kulak kabarttığınızda erkin aklının evinin kapısını çarpıp, […]

Dudaklarım özgürdür ve özgür kalacaktır yoldaşlar!
AYŞEGÜL TÖZEREN

Özgürlüğün, Emil Michel Cioran’ın dilindeki tanımı, farklılık hakkıdır. Edebiyatta farklılık hakkını cesaretle kullanan Füruzanların, Sevgilerin, Leylaların, Tomrislerin, Latifelerin gözü karalığı eline kalemi, kâğıdı ya da kitaplarını almaya niyetlenen kadınlar için yaşamın çatlaklarından sızan bir çığlık ya da fısıltı olagelmiştir. Aslı Erdoğan’ın, Sema Kaygusuz’un, Mine Söğüt’ün metinlerine kulak kabarttığınızda erkin aklının evinin kapısını çarpıp, çıkarsınız. Tomrisçe konuşursunuz, patlıcanları kim kızartırsa kızartsın artık!

Sessizliğe bırakmak

Bu isimlerden Latife Tekin, geçen aylarda iki novella ile okuruyla buluştu: Manves City ve Sürüklenme. Direniş imkânlarını sızdıran çatlaklarından, gecekondulardan, miting meydanlarına, sendika kongrelerine, sokağa doğru akan metinleri farklı seslerin birleştiği diliyle ören ‘illegalitenin masal yazıcısı’ Tekin’in Sürüklenme isimli metninin, 1986’da yayımlanan Gece Dersleri ile yakın tonlara sahip olması dikkati çekiyor. Wittgenstein, “Hakkında konuşamayacağımız şey neyse onu sessizliğe bırakmalıyız” der. Ancak, suskunun da bir dili vardır. Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm isimli ilk romanından beri bu dili incelikli bir biçimde kurabilen yazarlardan. Fısıltıyı bir dile dönüştürerek, Gece Dersleri’nde de, Sürüklenme’de de, metnin kaotik yapısını oluşturan uğultulu içkin bir koroyu konuşturuyor.

Sürüklenme’nin açılışında, yazar, farklı bir metne okurunu çağırıyor. Bir trans-metne. Latife Tekin’in novellasında giriş bölümünü ‘trans-metin’ olarak ifade etmemin nedeni, seslerin iç içe geçişi ve bir yok oluşa doğru ilerlerken, işaretlerle metni okumaya başlamamız; karakterler varlıkla yokluk arasında hayalet olarak görünürken, mekân olarak da havalimanından çıkışın seçilmiş olması. İç ile dış, yeryüzü ile gök arasında havalimanının koridorlarında bir mülteci ile bir kadın arasındaki, terminalden çıkışın ardından da Arabacı ile diyaloglardan kurulu dil, rüyadaki söylenişe çok yakın. Latife Tekin dil ile bildirmiyor, gösteriyor. Dilin sınırları karakterler arasında geçirgen bir özellik gösteriyor, üçlü yol alırken uğultulu bir koroya dönüşüyor. Doğayla ilişkisi zayıf kalan kent insanının aksine, Arabacı doğayı tanımakta, onunla bütünleşebilmektedir. Ayın döngüsünü, buna hayvanların nasıl ayak uydurduğunu, kervanların geçiş yollarını bilir. Oysa Misal ya da Davut ismini kullanan erkek mülteci doğayla bütünleşemez. O yersiz yurtsuz bir avcıdır. Latife Tekin, Sartre’dan ödünç bir ifadeyle, dünyayı yıkar ve cümle cümle yeniden kurar. Tekin, aynı zamanda dili bozarak, tekrar kristalleştirir: “Ağaçlar dışarıdadır, kuşlar dışarıdadır, bulutlar dışarıdadır; babanız içeridedir, babanızın karısı içeridedir, yatağınız dışarıda olsun!”

Karşı dili yaratmak

Latife Tekin, Gece Dersleri’nden Sürüklenme’ye uzanan yazın serüveninde politik olana dokunmadan, onu sorgulamaktan ve parçalamaktan kaçınmamıştır, dilin ötesine geçip, bölünmüşlüğün birliğini kurmaktan da. Bu yüzden dil, ele avuca sığmaz ve akışkandır. Susku ve uğultu, onun dilinde kristalleşmiştir. İhab Hassan, “Orpheus’un Parçalanışı” adlı incelemesinde, sessizlik, “karşı dilleri yaratır, bu diller semantik varlığını yokluğa dönüştürür ve bilincin dil bilgisini gevşetir, ortak toplumsal söylemi suçlar” der. Gece Dersleri’nde devrimin erkek tanrıları arasında bir kadına ses veren Tekin, Hassan’ın ifadesinin karşılığını bulabilmiştir, o annesinin bilinciyle konuşur: “Bugünden tezi yok, tek gözle ağlamayı öğren.”

“Bilinç getirdim” diyen erkin dünyasında “Dudaklarım özgürdür ve özgür kalacaktır, yoldaşlar!” cümlesini kurabilmektedir. Latife Tekin’in dilinin sihri suya sabuna dokunan hikâyeleri anlatırken, toplumsal ve bireysel boyutlarını ayırmamasındadır. İktisadi akla da erkin aklına da ilgisini yitirerek, ‘olağan’ kabul edilenin, genel geçer olanın sesini susturur, edebi mekânda kaos ya da uğultu hâkim olur. Düş gerçeğin yerine geçer. Gece Dersleri’nde “Ah, hayatım, hiç benim olmadın” sözcükleri tekrarlanır ve bu yazarın eleştirel gözünün momentini oluşturur.

‘Mutlu örgüt yoktur’

Latife Tekin

Latife Tekin’in kurduğu masal dili okuyanı rüya dünyasına çağırsa da, bu rüya bir gündüz düşüdür, Tekin, okurunu tek gözle rüya görmeye çağırır. Onun masalları uzlaşımsal hikâyelere dönüşmez, her dem itiraz içerir. Gece Dersleri’nden beri, Gülfidanlar illegalitenin masal yazıcısıdır. Kadınlar, dünyanın yeraltından konuşur, anlatır, gerçek ile düş birbirine içkin ve geçirgendir, ancak gerçekliğin de düşün de içinde hakikat arayışı sürer. Sürüklenme’de, geçmişte bir ütopyanın peşindeki ‘şef erkekler’ yıllar sonra bir örgüt kurmak istediklerinde, aslında bunun bir örgüt olmayabileceğini, düpedüz kâr amaçlı şirket olabileceği gerçeğiyle de yüzleştirir okuru. Bir başka deyişle, Gece Dersleri’nde başlayan hesaplaşma Sürüklenme’de de sürmektedir. O rüya ile gerçek arasında kaygan bir zeminde dilini kurarken, anlamı yeniden kurar, sözcüklere başka semantik değerler atfeder. Ancak böyle ‘anlam kaydırma çetesi’ni anlatabilir, ya da daha doğru bir ifadeyle ifşa edebilir. Latife Tekin ideal karakterler çizmez, çünkü has edebiyatın yaşamın çelişkilerinde olduğunu bilir. Dahası ütopyanın zaferini arzulayan örgütlerin de çelişkilerini anlatır. Onun için ‘mutlu örgüt yoktur.’

Sürüklenme’de örgütsel ve bireysel ilişkiler birlikte anlatılırken, çelişkiler gün yüzündedir. Örgütün kayıp paraları aranırken, örgüte ilişkin geçmişte kalan gizler ortaya çıkar. Anlatıcı olan kadın karakter kayıp paraların peşinde yolculuklar yaparken, bunun ölmüş olan kardeşiyle ve onun eşiyle ilişkilerinde bir iç yolculuğa da dönüşmesi dikkat çekicidir. Tekin, iç yolculukları mektupla yapar, anlatıcı o mektupların gölgesinde yaşar, mektupları yazmayı bırakabilse, zihninde sükûnetin krallığını kurabilecektir. Yolculuklarında yersiz yurtsuz ve yoksul genç erkeklerin hikâyeleriyle karşılaşır, onların hikâyelerini doğanın içinde kurulan küçük bir iktisadi yapıda birleştirir. Aslında, şef erkeklerde bulunan bitmez tükenmez örgütleme güdüsünün anlatıcı olan kadın karakterde de var olduğunu gösterir. Genç erkeklerin hikâyesini doğanın içinde birleştirerek, onlara yoksulluğun ötesinde bir yaşam kazandırma çabası metnin ‘yaratma neşesi’ni doğurur, ‘hayat kurtarma gücü’nden ileri gelir, ancak her ikisinin gizil gücü olarak her zaman bir sandukada ‘kaçma cesareti’ bulunmalıdır. Hikâyeden de kaçma cesareti. Novellada, ‘kaçma cesareti, yaratma neşesi, hayat kurtarma gücü’yle metin boyunca karşılaşılmaktadır. Bu yüzden metin, İhab Hassan’ın belirttiği gibi ‘romantik ironi’ de, ‘modernist parodi’ de taşımaktadır.

‘Gitmek istemediği yerlerin arzusu’ndaki anlatıcı, kaçma cesaretini bavulunda taşıyarak yolculuklara çıkar, firari duygu sadece kentlerden değil, aynı zamanda içinde bulunduğu ilişki ağındandır. Yaşamındaki tüm hikâyelere ‘kavakiri’ yapma arzusu içindedir. Kavakiri, sükût sanatıdır, aslında hikâyelere ilgisiz kalma sanatı. Belli ki en zoru budur, ilişkilerin bilinçte yarattığı kelepçe etkisinden kurtulmak, iç yolculuklara çıkaran mektupları yırtmak. Belki, asıl ütopya, sürüklenmeyi sonlandıracak olan sonsuz sükût, içrek sonsuz konuşma.