Seçim düğümünün çözümü öyle görülüyor ki, ekonomi ile belirlenecek. Bir tarafta CHP’nin açıkladığı ekonomi yaklaşımı diğer tarafta da iktidarın bugünlerde açıklık kazanacak uygulamaları, seçim sonuçlarını doğal olarak bire bir etkileyecek.

Bu nedenle son gelişmeleri bu çerçevede irdelemek gerekiyor.

GELECEĞE YÜRÜMEK İÇİN…

Geçen Cumartesi günü Altılı Masa muhalefetinin birinci partisi CHP’nin İstanbul’da düzenlediği “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması” bir ekonomi politikası çalışmasıydı. Küresel sermayeye açık, demokrasi, bilim ve teknoloji ağırlıklı bir ekonomi yaklaşımı sergilendi.

Bilinen bir gerçektir ki sermaye, hele yabancı sermaye “ürkektir”. CHP’nin düzenlediği sunumların “seçimlerden önce” yerlisi ve yabancısıyla sermayeye güven vermeyi amaçladığı açıktır. Sunulan bildiriler ülkeye yabancı yatırım sermayesi çekme amacına uygunluk bakımından, denilebilir ki kusursuzdu.

Sermayenin güveni konusuna olumlu yanıt vermek amacıyla olacak buluşma için “Siyaset üstü” kavramı kullanılıyor. Aslında ne danışma süreci ne de uygulanacak politikalar siyaset üstü olamaz. Siyaset üstü denilecek yerde TCMB, TÜİK gibi kurumların çalışmalarının günlük siyasetin “dışında tutulmasının” ilke edinileceği, biraz sonra AKP bağlamında belirtileceği gibi, özellikle de mal, hizmet ve para piyasalarını toplum adına düzenleyecek ve denetleyecek kurumların bağımsız olmasının mutlaka sağlanacağının çok daha açık bir biçimde de vurgulanması yoluna gidilmeliydi.

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı”sının, üç önemli eksiği daha vardı:

Birincisi, önerilen politikaların emekçi kesime yönelik getirileri dolaylı ya da daha sonra anlayışına dayandırılıyor, önce ekonomi düzelsin görüşü egemen oluyor. Oysa bu çok önemli konunun, iktidarın değişmesinden sonra gerçekleşecek olan sendikal hak ve özgürlüklerin güçlenmesiyle birlikte çözüme kavuşacağı sözü, çok açık bir biçimde verilmeliydi.

İkincisi, “çağrı” sözcüğünün kullanılması da kanımca çok yanlıştı. Çağrı, katılımcı ve eşitlikçi bir anlayışı içermediği, çağıran ve çağrılanlar ayırımına dayandığı için kullanılmamalıydı.

Hepsinden de önemli olarak üçüncüsü, “açıklamanın yapıldığı yer” her gün Cumhuriyet’in Başkenti kimliğini yitirmekte olan Ankara olmalıydı.

İKTİDARIN ASIL AÇIĞI

Kapitalist ekonomilerde piyasaları toplum adına denetleme ve düzenleme görevi güçlü kurumlar eliyle sağlanır. Bunlar kural olarak bağımsız çalışır.

AKP iktidarı bağımsız düzenleme ve denetleme kurumlarını, önceki dönemden devir aldı. Bunları anımsatalım:

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Rekabet Kurumu (RK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTİK), Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), Şeker Kurumu (ŞK), Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK), Kamu İhale Kurumu (KİK) ve Kamu Gözetimi Kurumu (KGK).

Eğer bu kurumların görevlerini tam yapmalarına olanak tanınsaydı, bir bütün olarak kamu yönetiminin, daha özelde de ekonominin işleyişi çok daha sağlıklı olabilirdi. Örneğin, “faizi Nas belirler” saçmalığı görülmez, iktidar, kamunun mal ve hizmet alımlarını istediğine ya da çağırdığına vererek “beşli çete” oluşmasına yol açılmaz; ülke ekonomisini batıran “Nebati süreci” ortaya çıkamazdı. Cemaat ve vakıfların parasal kaynakları denetlenir, bağış yoluyla dolandırıcılıklar sınırlı kalır, yolsuzluklar ve vergi kaçırmalar azalır, ülke kara para aklama üssü olmaz, kaçakçılar kol gezerken Adalet Bakanı, “Yetki ve görevimi aşıyor” deme zavallılığına düşmezdi.

Bunun kadar önemli olarak, eğer iktidar, bağımsız düzenleme ve denetleme kurumlarını hiçe sayacak yerde güçlendirseydi, bugün “Üç harfli marketlerle savaş” gibi bir ekonomi politikası saçmalığına sürüklenmezdi.

Bu satırların yazıldığı sırada iktidarın, gerek EYT, gerekse maaş ve ücret artışları konularında emekçi kesime verebilecekleri henüz açıklanmış değildir. Ancak, Başkan Erdoğan’ın “İnşallah enflasyonun belini kıracağız” sözleri, iktidarın bu konuda da çözüm bulamayacağını iyi özetliyor. İktidar, emekçi kesim için sınırlı bir iyileştirmenin ötesinde bir adım atmayacaktır.

Aşırı yoksullaşmış olan seçmen, dini duygularla da beslenen korku ve şiddet ortamı izin verdiği ölçüde, AKP’nin günübirlik geçici iyileştirmeleri ile muhalefetin daha uzun erimli ekonomi önerileri arasında bir seçim yapacaktır.