İletişim ve ifade özgürlüğüne yönelik tehdit ve baskılar sürüyor. En yeni örnekler, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi adlı bir teşkilatın kuruluşu ve Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü’nün gösterimlerinin yasaklanması.

Dünden bugüne sansür mücadelesi
Bertolucci’nin 1900 adlı filminden bir kare

Geçen hafta, ülkemizdeki sansür uygulamalarının tarihine kısaca değinmiş, bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yayınlanan kitaptan söz etmeyi bu haftaya bırakmıştık. Ülkemizin sanat tarihinin Osmanlı’dan bugüne sansürcü zihniyetten yakasını kurtaramadığını vurguladığımız bu yazı yayımlanalı daha bir hafta dolmadan yeni örnek karşımıza çıkıverdi. İlki, iletişim özgürlüğünü sınırlamak amacıyla oluşturulduğu besbelli olan yeni bir kurum: bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile CB İletişim Başkanlığı’na bağlı olarak kurulan ‘Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’. Açıklanan amaç, kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesini önlemek… Elbette, izleyicilerin yanlış bilgilendirilmesini kimse istemez. Ama, kim karar verecek hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış olduğuna? Yanıtı biliyorsunuz, yinelememe gerek yok herhalde. Kitle iletişim kurumlarında yanlış bilgilerin yer alması konusunda başka ülkelerde önlem alınmıyor mu? Elbette, alınıyor; bu sorun yayın kuruluşları ve meslek örgütlerinin özdenetimi ile çözümleniyor. Tabi ki, siyasi erkin her alanda borusunu öttürdüğü, otoriter yönetimlerin iktidarda olduğu ülkeleri kastetmiyorum...

Evet, nur topu gibi bir sansür kurulumuz daha var artık. Medyamız, her gün yeni örneklerini gördüğümüz erişim engelleri, web sitesi kapatmaları ve zaten bir sansür kurumu gibi çalışan RTÜK yetmezmiş gibi şimdi de yeni bir kurumla dizginlenmeye çalışılacak… Haftanın ikinci bombası Boğaziçi Üniversitesi’nden geldi. Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü’nün düzenlediği açık hava film gösterimleri programında yer alan dört film, rektörlük yazısıyla yasaklanıyor. Öğrenciler, bu gösterimleri yapmakta direnince, Sinema Kulübü’nün etkinlikleri bir ay süreyle yasaklanıyor ve kulübün yöneticileri görevden alınıyor. Ülkemiz sinemalarında gösterilen filmler neden bir üniversitemizde gösterilemiyor? Bir rektörün, hoşuna gitmediği filmin gösterimini yasaklama yetkisi olabilir mi? Neymiş bu sakıncalı filmler diye baktığımızda, ikisinin (“Benim Çocuğum” ve “Duvarlar-Mauern- Walls”) rektör kararıyla okuldan uzaklaştırılan öğretim üyesi-yönetmen Can Candan’ın imzasını taşıdığını, “Laurence Anyways”in LBGTI teması içerdiğini görüyoruz. Doug Liman’ın kült filmi “Go” ya nasıl bir kılıf bulunduğunu bilemiyorum.

SANSÜRÜN ADI YOK

Özgür düşüncenin yuvası olması gereken üniversitelerimiz artık birer sansür kurumu gibi çalışıyor. Buyrun bir örnek daha: değerli soprano Pervin Çakar’ın Mardin Artuklu Üniversitesi’nde vereceği konserin repertuvarında Kürtçe eserler de bulunduğu için, salon tahsisinden vazgeçilmiş. Yayıncılık alanında da, bir zamanlar serbest olan Kürtçe yayınların engellerle karşılaştığını, çocuk kitaplarının Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı ‘Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun bilimselliği ‘kendinden menkul’ kararları ile yasaklandığını görüyoruz. İktidar partilerinin egemen olduğu belediyelerde de, sansürcü zihniyet varlığını göstermekten geri durmuyor. Daha geçen gün, Eceabat Belediyesi’nin açtığı ‘Ece Ayhan Öykü ve Şiir Yarışması’nda katılım koşulları içinde eserlerin “milli ve manevi değerlere, genel ve evrensel ahlak ile insanlık ilkelerine” uygunluğunun arandığını gördük. Sanatçıyı, otosansüre yönelten bu ölçütler, ifade özgürlüğü ile ne kadar bağdaşıyor?
Evet, ülkemizde sansürün adı yok artık, Kültür ve Turizm Bakanlığımız bununla övünüyor. Hatta, “Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi” adlı üç ciltlik bir yayın çıkarıyor… Ama, sansür türlü türlü adlarla gene hayatımızın baş köşesinde. Bu kitabı yayınlayarak çok iyi bir iş yapan Kültür ve Turizm Bakanlığımızın, Beyoğlu’nda açtığı ‘Sinema Müzesi’nde sinemamızın iki ustasına, Yılmaz Güney’e ve Şerif Gören’e yer verilmemesini nasıl açıklayacağını merak ediyorum doğrusu…

Neyse, biz gene kitaplara dönelim. Bakanlığın Telif Hakları Genel Müdürlüğü yetkililerini bu çalışmadan ötürü kutlamak istiyorum. Ellerinde bulunan, önemli bir kısmı Emniyet Genel Müdürlüğü’nden teslim alınan ‘Sansür Karar Defterleri’nin yayınlanması için çaba gösterdikleri, defterleri bir üniversitemizin akademisyenlerinin incelemesine sundukları için. Gazi Üniversitesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Ali Karadoğan ile Prof. Dr. Semire Ruken Öztürk, gerçekten de zorlu bir işin altından çıkmışlar, 96 cildi tarayarak. Sunuş yazısında karşılaştıkları sorunlardan söz eden iki yazar, Karar defterlerinin 1932 yılından itibaren tutulduğu bilgisine ulaştıklarını, ama kendilerine verilen defterlerin 1947 yılından başladığını belirtiyorlar. Gene de, birinci kitabın ilk bölümünde farklı kaynaklardan derledikleri bilgilerle 1947 yılına kadarki sansürlere ilişkin bilgileri aktarıyorlar. Kim bilir, belki de, bu bulunamayan defterler bir resmi kurumun tozlu raflarında beklemektedirler hâlâ… Beni asıl meraklandıran husus, üç kitabın herhangi bir yerinde, incelemenin neden 1988 tarihi ile sınırlandığına ilişkin bir bilgi yer almaması. 1988 sonrası sansür kalkmış falan değil. Yalnızca, adı kibarlaştı: Sansür yerine Denetim Kurulu denerek! Kuşkusuz yıllar içinde, sansür olgusuna ilişkin önemli düzenlemeler yapıldı, önce senaryo sansürü kaldırıldı, daha yakın bir zamanda ‘Denetim Kurulu’nun filmleri yaş kategorileri açısından sınıflandırması yöntemi temel alınarak, filmlerin sansür kurulunca kesilip, biçilmesi, hatta yeni sahne ısmarlanması saçmalığından vazgeçilmesi, ifade özgürlüğümüz açısından önemli adımlardı. Ama gene de, halen geçerli olan tüzükte Sınıflandırma ve Denetim Kurulu’nun filmi tümden yasaklama yetkisi bulunuyor. Bu konuyu da, gelecek iktidarlar çözebilir belki…

GÜLERİZ AĞLANACAK HALİMİZE

Gelelim defterlerde yer alan kararlara. Kitapları hazırlayan akademisyenler, yasaklama ve kesinti zorunluluğu getiren kararların dayandığı gerekçeleri farklı kategorilerde toplamışlar: umumi terbiye ve ahlak / müstehcenlik ve argo / güvenlikle ilgili konular (asker, jandarma, polis, vb), eğitim, ekonomik konular-yoksulluk, zenginlik, sınıfsal farklılıklar / milli hisler, etnik konular, millet ve devlet, başka ülkeler ve milletlere ilişkin konular / Mustafa Kemal Atatürk / Osmanlı / Kürt / işçiler / meslekler, dinlerle ilgili konular / suç, şiddet / cinsel kimlikler / ideoloji ve siyaset: komünizm propagandası / senaryoya uygunluk ve filmin yapısıyla ilgili konular… Anlayacağınız, yaşamımızın herhangi bir anı yok ki sansüre konu olmasın.

Yıllar içinde tekrar tekrar sansüre giren, her seferinde sansüre takılan pek çok film var. “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” bunlardan biri. “Yapılan tadillerin filmin umumi tesir ve atmosferinde tebeddül yapmadığı ve menfi ve komünist propagandasının baki kaldığı anlaşıldığından…” 1948’de ilk kez yasaklanan film 50’li yıllarda yasaklı kalmış. 1953 yılında, Metin Erksan’ın “Aşık Veysel’in Hayatı - Karanlık Dünya” filminin adından ‘Karanlık Dünya’ sözcüklerinin, 1954’te Losey’in “The Prowler” adlı filminde “avukatlar rüşvet alır”, “patronlar vergi kaçakçılığı yapar”, “polisler tabanca kullanır” cümleleri, 1955 yılında “Kadın Severse” filminde “Doktor Ferit ile Nevin’in günah işledikten sonra yan yana göründükleri sahne”, 1960 yılında “Gecelerin Ötesi” filminde “evdeki üç can her şeyden önce ekmek ister”, “Kırık Çanaklar” filminde “patron kesesini dolduracak diye bizi harcıyor”, “Bazıları Sıcak Sever” filminde “Tony Curtis’in Marilyn Monroe’ya söylediği fakir halk tabakaları bütün kazançlarını bize yatırırlar”, “Sonbahar Yaprakları” filminde “iş bulamıyorum, arkadaşım hasta” gibi sözcüklerin/sahnelerin çıkartılmasına karar verilmiş, pek çok filmde “polisin daha etken gösterilmesi” istenmiş. Wajda’nın “Kanal”ı, Kalatazov’un “Leylekler Geçerken”, Louis Malle’ın “Aşıkları” gibi önemli filmler de sansürün kurbanları arasında yer almıştır.

61 Anayasasının görece bir özgürlük ortamı yaratmasına karşın, sansür olgusu yerli yerinde duruyor. 60’lı yıllarda yasaklanan filmler arasında Eisenstein’ın pek çok filmi, Truffaut’nun “Jules ve Jim”, Dos Santos’un “Kuru Hayatlar”, Shindo’nun “Hiroşima Çocukları”, Jancso’nun “Umutsuzlar”ı, Bertolucci’nin ”Devrimden Önce”, Bunuel’in “Viridiana” gibi başyapıtları yer almış, bazı filmlere ‘yalnızca Sinematek üyelerine gösterilmek şartıyla onay verilmiş (80’li yıllarda festivallerde gösterilen yabancı filmlerin sansürden muaf tutulmasının ilk örneği), “Bitmeyen Yol”, “Hudutların Kanunu”, “Otobüs Yolcuları”, “Üç Tekerlekli Bisiklet” gibi önemli yerli filmlerin yurt dışına çıkartılması sakıncalı bulunmuştur. Filmlerin önce senaryoları sansüre gönderildiğinden, birçok filmde bazı sözcükler yerine farklı sözcükler önerilmiş, hatta yeni sahneler çekilmesi istenmiştir.

71 yılında “Bir Talebenin Hatıraları” adlı senaryoda “boykot” yerine “tatil” sözcüğünün kullanılması, 72 yılında Ömer Kavur’un “Yatık Emine” filminin senaryosunda “Teğmenin Yatık Emine’ye karşı duyduğu cinsel alakanın tamamen çıkarılması; Y. Emine’nin feci akıbetine resmi makamların sebebiyet verdiği intibaının uyandırılmaması”, 73 yılında “Pir Sultan Abdal” filminde “askerin köyleri yaktığı sahnelerin, 74 yılında Ergin Orbey’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” filminde devlet memurlarının görevlerini yapmadığı intibasını veren sahnelerin çıkartılması, Yılmaz Güney’in “Arkadaş” filminde “Sınıf açısından bak olaylara” sözlerinin çıkartılması kararlaştırılmıştır. 76’da Tunç Okan’ın “Otobüs”ü, 79’da Erden Kıral’ın “Kanal”, Yavuz Özkan’ın “Demiryol”, Yavuz Pağda’nın “Yolcular”, “Şili Üzerinde Karanlık”, 80’de “Che!”, “Talihli Amele”, 81’de Yılmaz Güney’in “Dağ” senaryosu, Ökten’in “Sürü” filmi denetim engelini aşamamış, 82’de “Köşeyi Dönen Adam” ve Bertolucci’nin “La Luna”sı, 83 ‘de Kıral’ın “Hakkari’de Bir Mevsim”i, Güney’in tüm filmleri (‘teknik sorunlar nedeniyle’), 85 yılında Ustinov’un “İnce Memed”i, Bertolucci’nin “1900”ü, 86’da Solanas’ın “Tangolar”ı yasaklanmış; bazı filmlerin lobilerinde bile değişiklik istenmiş (örneğin “Kibar Feyzo” lobilerindeki ‘faşo ağa’ sözcüğünün çıkartılması), Kürt sözcüğü her görüldüğü yerde yasaklanmıştır. Hangi dönemde olursa olsun… Bazen oybirliği ile, bazen oy çokluğu ile… ’Alt komisyon’u, üstü ve yükseği ile tüm sansür kurullarında yer alan bakanlıklar temsilcilerinin isimlerinin bu incelemede belirtilmesini isterdi gönlüm. İbret olsun diye! Çünkü benzerleri her zaman her yerde karşımıza çıkabilir…