Dünden bugüne tanrıça

DENİZ POYRAZ

‘Tanrıça Mitleri’, David Leeming ve Jake Page’in, dünyanın her yanından sayısız öykünün oluşturduğu ‘tanrıça masallarını’ tutarlılık ve bütünlük içerisinde okurlarına aktardığı bir çalışma. Yazarlardan biri karşılaştırmalı edebiyat ve mitoloji öğretmeni. Diğeri öncelikle doğa bilimleri alanında uzmanlaşmış bir yazar. Tanrıça mitleriyle ilgili söylencelerin sayısı tek bir kitaba sığmayacak kadar fazla. Fakat Leeming ve Page bu eserde derli toplu bir bakış sunmayı hedeflemişler. Tanrıçanın yüzyıllar boyunca süren gelişimini gözlemleyip, bu arketipin doğuşundan gelişimine, sarsılmasından başkalaşımına ve nihayet yeniden doğuşuna ilerleyen süreci bölümler halinde ele almışlar.


Kadın bedeninin gizemli üretici ve besleyip büyütücü süreçlerinde, ilahi varlıkla ilgili mecazların bulunması şaşırtıcı değil. Kadın insan hayatının kaynağı, yavruyu besleyen sütün üreticisi ve başkalarını kendi bedenine doğru cezbeden gücün de aracı olarak görüle gelmiş. En erken zamanlardan beri, tanrıçanın kendisi de bazen kuş kadın, balık kadın ve yılan kadın olarak resmedilmiş. Hayvanların tanrıçayla ilişkilendirilmesi, onun evrenselliğinin de işareti. Tanrıça gökte, denizde, karada… Avustralya’da Kunapipi, Mısır’da Nut ve Hint efsanelerindeki Devi-Şakti varlığın özü, sonsuzluğa hayat veren evrenin enerjisi. Yontma Taş Devri’nin sonlarına doğru değişen iklim ve buzulların erimesi, bugün Avrupa ve Ortadoğu olarak bilinen bölgelerdeki insanların yerleşik hayata geçmelerine ve daha kalıcı yerleşim yerleri kurmalarına önayak olur. Kutsal bakire ve kadim kocakarı biçimine ama en sık olarak da kutsal doğurucu biçimine bürünen tanrıça, bilinçli olarak inşa edilen tapınaklarda yüce varlık tahtına oturtulmuş bulunuyordu. ‘Kurumsallaşan Tanrıça’, Peru’da Nunkwi, Hindistan’da Kali, Hawaii adasında Pele, Akdeniz’de Asrtrate olarak görünüyor halka.

M.Ö. 3 binlerden itibaren Mezopotamya ve Mısır’da büyük uygarlıkların kurulduğu zamanlara kadar, tanrıça dünyada en az 25 bin yıllık üstünlüğünü korumayı başardı. Ancak insanların, erkeğin üremedeki rolünü anlaması; ayrıca tarım ve hayvancılık geliştikçe erkeklerin üstlendiği savaşçı-koruyucu rolün de artması ataerkinin tanrıçaya meydan okumaya başlamasına neden olacaktır. Bu dönemden itibaren tanrıça rolünü kıskanan tanrılara, insanları cezalandıran ve saklandığı yerlerden ortaya çıkması için tatlı sözlerle ikna edilmesi gereken tanrıçalara rastlanmaya başlanır. Öyle ki, tanrıçanın erkek gücüyle olan etkileşimi, altındaki zeminin asırlar geçtikçe kayganlaşmasına sebep olacaktır. İnanna, İsis, Kibele, Demeter ve Persefoni ile beraber tanrıçalara bir ‘erkek arkadaş’ gerekliliği kabul ettirilmiş olur bir bakıma.

Doğa ve üremeyle ilgili gizemlerin tanrıçaya bağlandığı uzun bir dönemin ardından kadınlar kötülükle ve karanlıkla ilişkilendirilir oldular. Erillik kültü, birlik ve bereket kültünün önüne geçince karanlık ışıktan ayrıldı; ölüm yaşamın bir parçası olmaktan çıkıp lanetlendi. Irza geçmeyle ilgili tutum değişti: Sümer’de yasalar ırza geçenin idamını isterken, Yahudi yasaları evli tecavüz mağdurlarının öldürülmesini hükme bağladı. Zeus’un çapkınlıklarını ve hatta tecavüzlerini mazur gösteren bir anlayışın hükümranlığında, yeni ve başka bir dünya düzeni kök verip filizlendi. Fakat yine de Hint-Avrupa tanrılarının üstün güçlü konuma yükselmesi, eşzamanlı olarak da tanrıçanın tüm kötülüklerin kaynağı sayılıp istismar edilmesi, ataerkilliğin evrene bakışında dişiye olan gereksinimi ortadan kaldırmayı başaramadı. Meryem’e mucizeler atfedildi ve kraliçe olarak Meryem’in gücü de giderek arttı. İsa’nın yaşam öyküsünü Meryem’den ayırmak imkânsızdı çünkü.

Neticede tanrıçalar modern zaman dinlerinden tutalım da psikolojide, bilimde isimleri anılan ve efsaneleri anlatılan figürler oldular. İncelikli ve anlaşılır bir dille yazılan kitap tanrıçalar üzerinden, dünden bugüne toplumların kadına bakışına dair pek çok çıkarım sunması bakımından önemli bir yerde duruyor. Eser seçme kaynakçasıyla birlikte bir başucu kitabı niteliğinde. İyi okumalar.