Gezi Direnişi’nin demokratik hak ve ifade özgürlüğü çerçevesinde son derece meşru ve anayasal bir zeminde gerçekleştiği hakikatin ta kendisi.

'Düne, bugüne ve geleceğe dair müşterek sözümüz'

İllüstrasyon: Esra Gürel

BirGün PAZAR

Mücella Yapıcı, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın Gezi davasında yaptıkları ortak savunmanın tam metnini yayımlıyoruz:

"Niyetinizi ve korkularınızı biliyor, bu beyhude çabalarınızı reddediyoruz! Çünkü Gezi’yi yaşadık, biliyoruz!

Gezi Direnişi; bu ülke tarihinin en demokratik, yaratıcı, eşitlikçi ve en kapsayıcı barışçıl kitlesel hareketi. Hep birlikte konuşup karar vermenin, fikri ve hayatı paylaşmanın, yaşama her boyutu ile sahip çıkmanın duvar yazısı olmuş hali. Ölümcül polis şiddetine karşı her şehirde yankılanan barışçıl ve haklı tepkinin adıdır Gezi.


İddia makamı çaresizce ve defalarca iddia etse de içeriden veya dışarıdan bir şefi, reisi, talimat vereni, tepe örgütü, finansörü yoktur! Olamaz da. Bu iddia, tüm olayların akışına, mantığın sınırlarına ters. Milyonlarca insanı haftalarca sokağa dökebilecek tek güç ancak halkın kendi iradesi olabilir.
Hayali senaryolara dayanan suçlamalar, terör, darbe, dış güçlerin oyunu gibi asılsız ithamlar ve tarafsızlığı çoktan tartışmalı hale gelmiş yargısal zorlamalar Gezi Direnişi’nin tarihsel gerçekliğini değiştiremez. Zira bu iddianameler ve ithamlar bir zümrenin eseriyken, o gerçekliğin şahidi milyonlardır.
Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürme çabası hiçbir delile, tanıklığa ya da başkaca bir somut gerçekliğe dayanmıyor. Sadece temelsiz bir yorumdan ibaret. Siz de biliyorsunuz çünkü dersini gördüğünüz hukukun kabul edebileceği tek bir delil, ispat bulamadınız, yaratamadınız da.

Gezi Direnişi’nin demokratik hak ve ifade özgürlüğü çerçevesinde son derece meşru ve anayasal bir zeminde gerçekleştiği hakikatin ta kendisi.
Tüm bu gerçekliğe karşı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Türk Ceza Kanunu’nun “Anayasal Düzene Karşı Suçlar” bölümünde yer alan TCK’nin 312’nci maddesi uyarınca cezalandırılmamızı istiyor.

İddia makamı bu suçlamaya ilişkin hukuksal bir dayanak, suça ilişkin bir delil bulunması ya da “illiyet bağı kurulması” gibi ceza yargılamasının asgari gerekliliklerden kendini muaf tutuyor.

İddia makamı, yurttaşların haklarından değil sadece yükümlülüklerinden söz edilmesini istiyor.

O hakları yok sayıp yükümlülüklerin de çerçevesini kendisi çiziyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası’nın da; İstanbul’un kent merkezinde kalan son müşterek, kamusal, yeşil ve afet sonrası toplanma alanının AVM’leştirilmesine ilişkin söz söyleme görevi vardır. Yok saydığınız, suç saydığınız bu görev; Anayasa’da yer alan “yürütme” ifadesinin (tümel ve tikel) bütünlüğü ilkesidir.

Tüm bu hukuksuzluk deryası içinde biz yine hukuktan; haklardan söz etmekte ısrar ediyoruz: Anayasal düzen ifadesi salt “yürütmenin fonksiyonlarını” değil, başta devletin temel amaç ve görevleri olmak üzere düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını, konut hakkını, haklara ve özgürlüklere ilişkin kamu idaresinin/yürütmenin bu ve diğer yükümlülüklerini işaret eder.

A. Mücella Yapıcı, Ş. Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın haklarını kullanması ve anayasal görevlerini yerine getirmesi Türk Ceza Kanunu’nun 312’nci maddesi uyarınca “hükümete karşı suç” olarak nitelenemez!

Herkes tarafından bilinmektedir ki; Gezi’yi büyüten ve kitleselleştiren; Taksim Dayanışması veya bireysel katılımcıların sosyal medyadan yaptığı destek çağrıları değil, toplumsal gerilimi artıran polis şiddeti ve dönemin hükümetinin bu gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamalarıydı.

Eğer objektif olarak olayların gelişimi incelenirse, sürecin son derece spontane, anlık ve kendiliğinden evrildiği açıktır. Bunca belirsizlik ve bilinmezlik içinde, bırakın öncesinden planlamayı, toplumun anlık reaksiyonunu ne ön görmek ne de organize etmek mümkün olabilirdi. Şu açıktır ki; Gezi Parkı eylemlerinin tasarlanmış bir komplo olduğu iddiasını öne sürmek gerçek dışıdır.

Bu nedenle, bir kez daha burada Gezi Direnişi’ni karalamak için oluşturulan zorlama senaryoya karşı yaşananları ve Taksim Dayanışması’nı tekrar anlatma zorunluluğunu hissediyoruz.

Taksim Dayanışması meslek kuruluşları, sendikalar, dernekler ve siyasi partilerin askıya çıkan plana karşı oluşturduğu hiyerarşisi olmayan bir yapı. Gezi Direnişi sırasında sesini duyurmak isteyenlerin hislerine tercüman oldu ve sözlerini kamuoyu ile paylaştı.

Taksim Dayanışması, TMMOB Mimarlar Odası ve TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın çağrısı ile Taksim Cumhuriyet ve Emek Meydanı’nın yok edilmesi ve Taksim Gezisi’nin betonlaştırılmasına ilişkin (17 Ocak 2012 onanlı) imar planının askıdan 14 Şubat 2012 salı günü inmesinden hemen bir gün sonra yapılan toplantının ardından, bu toplantıya katılan kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, dernekler ve siyasi partilerin müşterek iradesi ile kuruldu.

Taksim Dayanışması bir araya geldikten sonra, hem anılan imar planlarına ilişkin dava açma hazırlığı sürdürdü hem de kamuoyu oluşturmak ve halkı bilgilendirmek üzere basın açıklamaları, imza kampanyaları, insan zinciri ve cumartesi günleri yapılan sembolik nöbetler gibi tamamı anayasal demokratik hakların kullanımı niteliğinde çalışmalar yaptı.

Taksim Dayanışması’nın sekretaryasını oluşturan iki meslek odası; TMMOB Mimarlar Odası ve TMMOB Şehir Plancıları Odası ile genişletilmiş sekretaryasını oluşturan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), DİSK, KESK ve İstanbul Tabip Odası gibi kurumlar, bu süreçte bir koordinasyon değil sadece tercüman rolü üstlendi. Sekretarya, söz konusu açık tartışma ve toplantılarda bileşen temsilcilerinin ve diğer katılımcıların düşüncelerini tek bir duyuru altında toplayarak kamuoyu ile paylaştı.

11 Mayıs 2012 tarihinde açılan davanın yargılama konusu işlemin şehircilik ve koruma ilkelerine, planlama tekniğine ve kamu yararına aykırı olduğunu açık biçimde ortaya koyan bilirkişi raporu 15 Mayıs 2013 tarihinde tarafımıza tebliğ edildi. Bundan hemen sonra; anılan imar planının iptaline ilişkin kararını beklemeye başladığımız anda, 27 Mayıs 2013 gece yarısına doğru bizim itiraz ettiğimiz ve dava açtığımız adı “yayalaştırma” olan plan ve projede dahi yer almayan bir yaya yolunun açılacağı iddiasıyla ağaçların hukuksuzca sökülmesi üzerine yurttaşlar itiraz etmeye başladı.

Tümü ile barışçıl yöntemlerle kaçak inşaata itiraz eden yurttaşlara ilk önce kimliği bugün dahi bilinmeyen sivil kişilerce saldırıldı; bu saldırının hemen ardından Fetullahçı polis şeflerinin sevk ve idaresiyle haksız, izansız ve provokatif polis şiddeti başladı. Bundan sonrası aslında çok sade ve net: insanların demokratik itirazlarına karşı, provokatif polis şiddeti itirazı büyüttü. En sonunda polisin şiddetine ve siyasal iktidarın nobran diline karşı tüm itirazlar, Gezi’deki ağaçlar vesilesiyle bir araya geldi.

15 Haziran 2013 günü gerçekleşen polis müdahalesine kadar, insanlar Taksim Gezi Parkı’nda ve ülkenin diğer tüm parklarında nöbetlerine devam etti ve Gezi Parkı’nı korumaya çalışanların gördüğü şiddete karşı destek verdi. Amansız polis şiddetine karşı yurttaşlar gerek sokağa çıkarak, gerekse evlerinden, iş yerlerinden tencere tava çalarak seslerini duyurmaya çalıştı ve tepkilerini gösterdiler. Bu kısa süre içerisinde Gezi Parkı’nda bir araya gelen her dil, din, ırk ve dünya görüşünden insan barışçıl bir şekilde parkı korumak üzere nöbete devam ettiler. Polis şiddeti ardından ülkenin 80 ilinde protestolar gerçekleştirildi ve insanlar vicdanlarına sığmayan bu şiddet karşısında, hükümet tarafından yapılan açıklamaların da tetiklemesi ile kitlesel bir itiraz yükselttiler.

Taksim Dayanışması bu süreçte tüm yetkililere yurttaşların talep ve beklentilerini iletmek ve kamu idaresine yükümlülüklerini hatırlatmak üzere diyalog kurmaya çabaladı. Burada bir temsil heyetinden çok, talep ve beklentilerini yansıtma görevini üstlendi.

Gezi Direnişi süresince Taksim Dayanışması aracılığı ile defaten dile getirilen hükümete yönelik:

(1) Gezi Parkı, park olarak kalmalıdır ve Topçu Kışlası projesinin iptal edildiği açıklanmalıdır,

(2) halkın demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan, yüzlerce insanın yaralanmasına neden olan sorumlular, başta İstanbul Valisi, Emniyet Genel Müdürü olmak üzere derhal istifa etmelidir,

(3) Gaz bombası kullanılması yasaklanmalıdır,

(4) Haksız yere gözaltına alınan vatandaşlar serbest bırakılmalıdır,

(5) Taksim başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarında, kamusal alanlarda toplantı, eylem yasaklarına son verilmelidir” talepleri son derece konuya özgü, barışçıl ve makul olup Türkiye Cumhuriyeti merkezi hükümeti ve yerel yetkililerinin rahatlıkla kabul ederek olaylara son verebileceği basitlikteydi.
İstanbul Valisinden Büyükşehir Belediye Başkanı’na, Başbakan Yardımcısı’ndan Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na kadar tüm yetkililere bu talepler iletilirken; demokratik kamuoyu yaratmak amacıyla kararlı, ısrarlı ama her zaman barışçıl etkinliklere çağrı yapıldı.

Tekrarlıyoruz; Taksim Dayanışması, bileşenleri, talepleri, basın açıklamaları, etkinlikleri belli, bilinen, aleni, meşru, yasal ve demokratik bir yurttaş ve kurum dayanışmasıdır. Dayanışmamızın bileşenleri anayasal hak ve ödevlerini yerine getirir. Etkinliklerimiz ve çağrılarımız bütünüyle yasal, meşru ve barışçıldır.
Taksim Dayanışması tarafından alınan kararların hiçbiri kapalı kapılar ardında alınmadı, alınmaz da. Gezi süresince hiçbir şekilde fon kullanılmadı; hiçbirimizin kursağından beş kuruş fon geçmedi.

Gezi Direnişi fon ile para ile açıklanamaz; Gezi süresince tüm ihtiyaçlar imece usulü karşılandı.

Hiçbir menfaat gütmeden paylaşmanın, dayanışmanın insanı sağaltan bir yanı, insani bir hazzı vardır.

Belki şimdilerde siz anlayamaz oldunuz ama rantı değil ekmeği bölüşmenin insana onur veren bir yanı vardır. Yemekten değil yedirmekten, sahip olmaktan değil paylaşmaktan mutlu olan bir kültür var bu topraklarda. İmece kelimesinin başka dillerde karşılığı yok. Emekliler evden yoğurt kapları içerisinde börekler getirdi, ucuzluk marketlerinden öğrenci harçlıklarıyla alınmış meyve suları servis edildi. Gezi’de toplumun huzuru o kadar gözetilmişti ki yapılan halka açık forumlarda yüksek ses çıkmaması için alkış yerine el sallanıyordu, düzenli olarak çöpler Gezi’deki yurttaşlar tarafından toplanıyordu.

Bu kadar benzemezin, farklı dünya görüşünün ve çoğulcu talebin bir araya gelmesini sağlayan Taksim Dayanışması veya bu üç kişi değil; siyasal iktidar.

Orantısız güç kullanımı provokasyonun ta kendisiydi. O provokatif müdahalelere kolluğu sevk ve idare eden tüm şeflerin, müdürlerinin Fethullahçı Çete mensubu olduğunu daha sonra hep birlikte öğrenmedik mi? Tepkilerin sadece Taksim’de değil, tüm Türkiye’de büyümesinin nedeni anılan provokasyonun birinci elden sorumlusunun; polis şefleri, onları bu görevlere getirenler ve “Emri ben verdim” diyenler olduğu açık.

Hukuk tanımaz polis şiddetinin yaşamlarımızı nasıl kararttığını unutmadık. Onlarca arkadaşımızın gözlerini kaybetmesinin, binlercesinin yaralanmasının, bunun ardından faillerin ve azmettiricilerin cezasız bırakılmasının böylesi bir hukuk tanımazlıktan beslendiğine şahit olduk. Ethem Sarısülük ile Medeni Yıldırım’ı öldüren polis ve jandarma kurşunlarının, Ali İsmail’e yönelen ölümcül tekmelerin sahiplerinin, Abdullah Cömert’i, Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı yaşamdan koparan biber gazı fişeklerinin, Hasan Ferit’i vuran mafya bozuntularının ve Mehmet Ayvalıtaş’ı bizden alan pervasızlığın bu hukuksuzluktan güç aldığını biliyoruz.

Biz bu davayı reddediyoruz!

Biz, amansızca bu ölümlere ve yaralanmalara neden olanların adil bir şekilde yargılandığı günleri de göreceğiz.

Gezi’nin emekten yana, yoksuldan yana, doğadan yana, ezilmişten yana, ötekileştirilenden yana, kadından yana, barıştan yana her direnişin içinde yer alacağı, direnen herkesin dilinden düşürmeyeceği bir şarkı olduğunu unutturmak istediğinizin farkındayız. Ülke tarihinde bir onur sayfası olarak yer alan Gezi Direnişi’ni, bu ülkenin geleceğine sahip çıkan demokrasi ve özgürlük çığlığını karalama çabanız beyhude.

Bu ülkeye gelecek olan demokrasi, onca baskı ve şiddete rağmen kısamadığınız seslerin Gezi’deki yankısından güç alıyor. Çünkü zeytinlerin, derelerin, doktorların, gazetecilerin, avukatların, öğrencilerin, emeği ile geçinen yurttaşların, akademisyenlerin, kadın hareketinin, LGBTİ+’ların yanında hep birlikte kol kola girip baskılara karşı direnmeye devam etmenin yolu, kısacası demokrasinin yolu Gezi’nin gerçek tarihine sahip çıkmaktan geçiyor. Gezi, bu ülkede toplumsal barışın en gözle görüldüğü, elle tutulduğu yerdi.

Bu iddianame ve esas hakkında mütalaa akla, vicdana sığmıyor, adalet barındırmıyor, bilime dayanmıyor, insan olmanın gereklerine saygı duymuyor.
Gezi Parkı protestolarına katılan milyonlarca insan, yurttaşlık haklarını savunuyordu. Bu, her bir yurttaşın sorumluluğudur, biz sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz için yargılanıyoruz.

İddia makamının kurmaya çalıştığı komplo teorisi ve şahsen karşı karşıya olduğumuz ağır ceza tehditleri karşısında tekrar söylüyoruz:

Biliyoruz ve inanıyoruz ki; Gezi eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi için bu ülkenin sönmeyecek umududur."