Sahilde geçen olayları merkezde tutan film devasa bir politik meseleyi arka plana itiyor. Filmin içine dahil etmedikleri sayesinde Nolan her şeyi bireysel kahramanlıktan kolektivizme çekmiş oluyor. Hem sağcı hem solcu fanatikler tarafından yuhalanmayı göze alacak riskli bir filme imza atıyor

Dunkirk: Savaş filmi değil savaşın filmi

Dunkirk olağanüstü bir film. İlk saniyesinden itibaren sizi savaşın içine sokuyor ve o anın gerçekliği dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyor. Teknik ve görsel anlamda kutsal bir seviyeyi gösteren film farklı hikâye anlatımıyla müthiş bir deneyim yaşatmayı başarıyor. Bu filmi klasik bir İkinci Dünya Savaşı filmi gibi düşünmemek gerek. Çünkü Dunkirk bir savaş filmi değil, savaşın filmi.

Anlaşılmayan eleştiriler
Christopher Nolan’ın büyük merakla beklenen filmi Dunkirk Oscar sezonunu erken açtı ve dünya genelinde çok beğenilerek yabancı eleştirmenlerden hakkıyla en yüksek puanları kaptı. Gel gör ki film bizim topraklarda pek övgüyle karşılanmadı ve bir garip tartışmadır yaşanmaya başladı. Beğenmeyen beğeneni ikna edemiyor, beğenen de beğenmeyeni. Benim filme dair fikrim yukarıda söylediğim gibi sabit ve net. Beğenmeyenlerin ve burun kıvırarak beğenenlerin filmde eleştirdikleri noktalara baktığımda şunları gördüm; filmde karakter gelişimi yok, nereye varacağı tahmin edilebiliyor, hikâyesi ve senaryosu yok ve film özellikle finali dolayısıyla İngiliz propagandası yaparak milliyetçi bir tutum sergiliyor.

Gelenek dışı film
Dunkirk’ün hikâyesi ve senaryosu elbette var ama farkı bunu geleneksel film anlatım mantığı dışında yapıyor olması. Filmde evet karakterler hakkında pek bir şey öğrenmiyoruz, isimlerini dahi öğrenmiyoruz. Çünkü isimler alakasız ve konu dışı.

Rütbeler, hayatta kalmaya çalışan askerler var sadece. Bu birisinin hikâyesi değil, Ryan isimli bir erle ilgili değil, fedakâr bir hemşirenin kahraman bir asker aşkı ile ilgili de değil, veya John isimli bir asker soluklanmak için kıyıya oturup efkârlı bir şekilde denize bakarken yanındaki arkadaşına ‘senin bir bekleyenin var mı?’ diye elbette sormuyor. Ve tam da bunlar olmadığı için sadece o anın içinde olabiliyoruz. Filmin güzelliği tam da yönetmenin bu zor ve riskli seçiminden kaynaklanıyor.

Bu bir deneyim
Filmde evet elbette neler olacağı tahmin edilebiliyor, adı üstünde. Bu gerçek hikâye insanlık tarihindeki en garip anlardan birine ait. Neredeyse İngiliz ordusunun hepsinin yer aldığı müttefikler grubu Fransa’da bir sahilde kapana kısılıyor. İngiltere yani ev sadece 41 kilometre uzaklarında ve gözle görülebiliyor. Tamamen kapana kısılmış, kaçabilecekleri hiçbir yer olmayan ve düşmanın an be an yaklaştığı kâbus bir an. Sürekli duyduğumuz bu hikâyeyi kendi hissizliğinden çıkararak aslında gerçeğin insan bazında nasıl yoğun bir deneyim olduğunu bu filmi izleyince anlıyorsunuz. Gerçek ve bu kadar bilindik bir hikâyeyi bu kadar hissedilir kılmak ve bu yoğun deneyimi seyirciye geçirmek zaten asıl mesele.

Zirvede bir başarı
Nolan adeta organik 3D film çekmiş. İnsanın her duyusuna her duygusuna dokunan filmi izlemiyor adeta filmin içine giriyorsunuz. Filmde vücudum heyecandan o kadar çok adrenalin salgıladı ki kalbimin hızla çarpmasına engel olamadım. Teknik anlamda mükemmel olan filmin çoğunluğu IMAX formatında devasa kameralarla çekildi. Film IMAX’in şu anda geldiği en zirve noktayı temsil ediyor. Spitfire (tek pilotlu İngiliz avcı uçağı) sahnelerinin devasa kameralarla çekilmesi için verilen çabanın bile akıl almaz olduğunu düşünüyorum; o kameraların küçük kokpitlere giremeyeceği için özel düzenekler icat edilmiş. Üç farklı zaman dilimine çılgınca eşlik eden Hans Zimmer’in müzikleri ise kamera kullanımı ile birleşince kaosu, sıkışmışlığı, heyecanı tam randıman besleyerek kalbinizin hızlı atması için her şeyi yapıyor.

Propaganda yapmıyor
Filmin son dakikalarının yorumlama açısından muğlakta kalacak bir damarı olduğuna katılıyorum. Daha evvelden de politik duruşu sebebiyle kripto-sağcı olarak dahi eleştirilmiş olan Nolan bu finalle kafaları bulandırmış oldu... (spoiler başladı) Bir asker tarafından diğer bir askere Churcill’in gazeteden okunan metninden yola çıkarak film şovenizmle propaganda yapmakla suçlanıyor. Nolan’ın 20. yüzyılın en önemli konuşmalarından biri olan Churchill’in bu sözlerini bu denli görkemsiz bir sahneyle vermeyi tercih etmesi ve bu metni okuyan, dinleyen askerlerin tepkisizliğini sahneyi ve dolayısıyla filmi yorumlarken hesaptan çıkarmamak gerek.(spoiler bitti...) Nolan, bıktığımız Amerikancı anti-nazi propagandasını yapmadığı gibi İngiliz propagandası da yapmıyor. Tam tersi yönetmen aslında büyük cesaret göstererek; çünkü Nazisiz, Churchillsiz, propagandasız bir Dunkirk hikâyesi anlatmak neredeyse imkânsızı başarmak gibi, bir kez daha evrensel mesaj vermeye çalışıyor. Yani film çoğulculuktan ve birlik beraberlikten yana duruyor. (Bu açıdan filmin Brexit-sonrası ayrı bir okumaya ihtiyacı da var.) Yüzbinlerce askeri kurtaranlar fedakar ve cesur siviller. Ve film askeri bir zaferle bitmiyor, film hayatta kalarak bitiyor. Faşizme karşı savaşın devam ettiğini ve başarmak için birlikteliğe gerek olduğunu vurgulayarak. Toparlarsak; sahilde geçen olayları merkezde tutan film devasa bir politik meseleyi arka plana itiyor. Filmin içine dahil etmedikleri sayesinde Nolan her şeyi bireysel kahramanlıktan kolektivizme çekmiş oluyor. Hem sağcı hem solcu fanatikler tarafından yuhalanmayı göze alacak bir finale de imza atıyor.

Filmin duygusal damarı bazılarına az gelebilir. Karakteri sevmeye alışık seyirciye film soğuk gelebilir. Ama bu gelenek dışıcılığa bir şans verin çünkü bu tarz bir film belki de kendinizde başka duyguları keşfetmenizi sağlamasına fırsat verin.