Geçen yüzyılın ilk büyük savaşı, bugünün savaşlarına benzemiyordu…

Henüz hedefe kilitlenen roketler icat edilmemişti…

Canlı bomba eylemleri kanıksanmamıştı…

Sivillere yönelik saldırılar, alışıldık bir şey haline gelmemişti…

Savaş esirlerinin hakları vardı; kafaları canice kesilmezdi.

Genellikle nerede, hangi esir kampında oldukları bilinir, o kamplar uluslararası barışçı kurumların denetimine ve izlemesine açık tutulurdu…

• • •

İlk büyük savaşta, Doğu Cephesi’nde on binlerce Osmanlı askeri esir düştü…

O günün esir kamplarındaki yaşam koşullarının günümüzdekilerle bir karşılaştırmasını yapmak, Krasnoyarsk’tan Auschwitz’e, Auschwitz’ten Guantanamo’ya, Guantanoma’dan IŞİD’in kamplarına, esaret hukukunun nasıl bir ilerleme kaydettiğini görmek ilginç olacaktır.

• • •

1918 tarihli bir belge…

Rusya’da devrim olmuş; çarlık yıkılmış… Ancak devrim henüz Rusya’nın iç organlarına ulaşmamış…

31 Temmuz 1918 tarihli Kızılhaç raporunda, Rusya’da çalıştırılan esirlerin bir dökümü yapılmış… Esirlerin çalıştırılması bile o günlerde yadırganıyormuş…

Cemiyeti Akvam öncesinin ilgili kurumları, devletlerin bu hukuk dışı davranışlarını izliyorlarmış…

• • •

Her şey kayıt altındaymış…

Örneğin Nargin Adası’nda tutulan subayların barakaları ve içme suları temizmiş…

Kızılay, 13 Ocak 1918’de, merkezi Rusya’daki esirlerin durumunu incelemek, aynî ve nakdî yardımda bulunmak için Yusuf Akçora’yı Rusya’ya göndermiş…

Geçen yüzyılın başında savaşlar bu kadar temizmiş…

• • •

Krasnoyarsk Kampı’ndaki esir subaylar, eski garnizonların Rus subay barakalarında kalıyorlarmış… Çevre köylere gidip gelebiliyorlarmış. İlişkileri engellenmiyormuş…

• • •

Krasnoyarsk Kampı en etkin kamplardan biriymiş…

Subaylar bu kampta yabancı dil öğreniyorlarmış…

Satranç kulüpleri varmış… Müzik grupları varmış… Konserler ve oyunlar, duvarları İstanbul resimleriyle süslü, temizlenmiş bir ahırda sahneye konuyormuş.

İsveç Kızılhaçı’nın kurduğu bir kütüphane varmış. Kitaplar Almancaymış. Almanca bilenler okuyabiliyorlarmış…

Osmanlılar daha çok Macarların, Avusturyalıların takımlarında oynarlarmış.

Krasnoyarsk’da futbol maçları pazar akşamları oynanır ve tüm Osmanlılar takımı desteklemek için maça gelirlermiş.

İbadet için Ruslar her türlü izni verirmiş...

Ölenlerin gömülmesi İslamî esaslara göre yapılırmış.

Yerli halk esirlere para toplamak için komiteler kurarmış. Müslüman olmayan bölgelerdeki kamplarda Cuma namazları Rusların büyük ilgisini çekermiş. Dostça, ahbapça gelip Cuma namazlarını izlerlermiş…

Krasnoyarsk’ta kamp içinde esirler tarafından bir şehit abidesi yapılmış. Türk, Alman ve Avusturyalı subaylar için…

Ayrıca bir de şüheda kabristanı varmış…

İçkiciler kendi içkilerini yaparlarmış...

İsveç Kızılhaçı daha çok Alman ve Avusturyalıları korurmuş. Fakat Türklerden talep geldiğinde de yardımlarını esirgemezlermiş.

Kimse kimsenin kafasını kesmezmiş.

Geçen yüzyılın ilk büyük savaşında, esir hukuku işte bu durumdaymış…

• • •

Bazen, ilerlemenin neresindeyiz diye düşünüyorum…

Biz nereye doğru ilerledik?

Hangi ülkeye, hangi coğrafyaya, hangi zamana?

Esirlerin hukukunda ilerleyemiyorsanız, geriliyorsanız, her yerde geriliyorsunuz demektir…

Bir devlet yetkilisi çıkıp kafa kesmeyi çabuk ve acısız ölümle ilişkilendirebiliyorsa, o devletin tıyneti batmış demektir…

İlerlemenin bu çeşidinden medet umanlar utanmalıdır.

Koca koca adamlar, gravatlı adamlar, her bir boku bilen adamlar…

Utanmalıdır…

Suruçluları akraba ilan edenler, Kürtleri kendi yurtlarında misafir ilan edenler utanmalıdır…

• • •

Nereye ilerledik?

Ortadoğu’daki esir sayısının belirsizliğine mi?

Savaş hukukunda esirlerin kafasını kesmeye mi?

Hukuksuzluğa mı ilerledik?

İslamî projeniz buysa utanın!

Utanmakla kalmayın!

Bir yüzyıl öncesine dönün ve insan olmayı öğrenin!

Hatta önce biraz Rus olmayı öğrenin!