Hatırlayanlar vardır, Dünya Bankası baş ekonomisti Joseph Stiglitz, 90’ların sonunda IMF’ye sert eleştirileriyle gündeme gelmişti. Fon’un ülkelerin ekonomik ve sosyal koşullarını göz önüne almadan, adeta kurabiye kalıbı gibi bir örnek reçeteleri dağıttığını öne sürünce, hemencecik görevine son verilmişti.

O günden sonra baş ekonomistlik mevkiine, “kokmaz, bulaşmaz”, teknisyen yönü ağır basan isimlerin getirilmesi için özel bir gayret sarf edildi. “Düşük profilli” figürlerin ardından, 2016’da “içsel büyüme teorisiyle” tanınan Paul Romer baş ekonomistlik koltuğuna oturdu. Romer’in temel tezi, teknolojik atılımların dışsal bir olgu olmayıp, kurumsallaşma ve Ar-Ge’ye önem verilmesiyle dinamizm kazanan “içsel” bir nitelik taşıdığıydı.

Paul Romer iş başında

Romer göreve atanmasının üzerinden fazla geçmeden, “huysuz kişiliğiyle” varlığını hissettirmeye başladı. Önce, Dünya Bankası’nca hazırlanan raporlarda ekonomistlerin, “soyut, toplumsal yaşamdan kopuk, çok teknik ve anlaşılmaz bir dil kullandıkları” eleştirisini gündeme getirdi.

“İkinci perde” ise geçen hafta açıldı. 12 Ocak tarihli Wall Street Journal gazetesinde, dün Odatv’nin de yer verdiği ilginç bir haber yayımlandı. Paul Romer, bir “düdük çalan” (whistle blower) olarak Dünya Bankası’nın ülke sıralamalarında usulsüzlük yaptığını ifşa etti. Literatürde, “düdük çalan”, çalıştığı kurumun yaptığı yolsuzlukları, usulsüzlükleri, kanunsuzlukları kamuoyuyla paylaşan kişi anlamına geliyor. Bu zatın “baş ekonomist” gibi üst düzey bir mevkide yer alması ise, açıkça pek rastlanan bir durum değil.

Dünya Bankası’nın “İş Yapma Kolaylığı” (Doing Business) endeksi bir ülkeye yatırım yapacakların karşılaştığı güçlükleri, değerlendirme süreçlerinin uzunluğunu, formalitelerin çokluğunu vs yansıtıyor. Böylelikle, bir ülkenin sermayedarlar açısından ne ölçüde tercih edilebilir bir ortam sunduğu saptanmaya çalışılıyor. İşte bu ölçütle, Şili’nin sıralaması 2006’dan 2016’ya, 25’ten 56’ya düşüyor. Romer’e göre bunun nedeni, Şili’de yatırım yapmanın zorlaşması değil, metodolojinin sürekli değiştirilerek koşulların ülkenin aleyhine olacak biçimde değiştirilmesi.

Dünya Bankası alelacele yayımladığı bir açıklamayla, tüm ülkelerin eşit değerlendirildiğini, adil ve şeffaf bir süreç izlendiğini iddia ediyor. Ama Romer’in iddialarının “dış denetim” yoluyla gözden geçirileceğini belirtiyor. Bu düzeyde bir kurumun kendi baş ekonomistiyle kamuoyunun önünde polemiğe girmesi de muhtemelen ilk defa yaşanıyor.

Lopez-Claros Kim?

İşin en ilginç yönü ise, Dünya Bankası adına değerlendirmeleri yapan çalışma grubunun başında, Şili Üniversitesi’nden gelen Augusto Lopez-Claros’un bulunması. Hatırlanacağı gibi, Salvador Allende’nin seçimle gelmiş sol hükümetine, general Augusto Pinochet’in yaptığı darbe sonrası Şili neoliberalizmin laboratuvarı haline getirilmişti. Chicago Üniversitesi’nden Milton Friedman’ın “Chicago Oğlanları” (Chicago Boys) diye adlandırılan Şilili öğrencileri aşırı piyasacı, emek karşıtı-sermaye yanlışı politikaları uygulamaya sokmuştu.

Lopez-Claros, 2011-16 arasında Dünya Bankası Küresel Göstergeler Bölümü’nün başında bulundu. Sık sık Davos forumunun davetli konuşmacıları arasında yer alan, sermaye çevrelerinde prestiji yüksek Şilili profesörün kariyerinde dikkat çekici bir nokta daha var. 1992-95 döneminde, Rusya’da kamu mallarının talan edildiği, servetin “oligarklar” elinde toplandığı dağılma sürecinde IMF’nin Moskova temsilcisi sıfatıyla neoliberal “acı reçetenin” uygulanmasında baş sorumluluk sahibi yine Lopez-Claros’du.

2017 Şili Seçimleri

Şili’de 2017 Aralık seçimlerinde ülkenin en zengin üçüncü kişisi, aşırı sağ Chile Vamos koalisyonu tarafından desteklenen Sebastian Pinera tekrar başkanlık koltuğuna oturdu. Önceki başkan Michelle Bachelet’in Sosyal Demokrat partisinden gazeteci Alejandro Guillier ise yenilgiye uğradı. Bachelet yönetimine piyasacı eksenden çıkmadığı, emekçi taleplerine cevap vermediği için ciddi bir tepki söz konusuydu. Şili’de parasız eğitimi savunan güçlü bir öğrenci hareketi bulunuyor. Bachelet’in bakır işçileri grevini bastırmak, öğrenci mücadelesini zayıflatmak yolundaki sert uygulamaları da “soldan” tepkilere neden oldu.

Nitekim seçimlerin ilk turunda, Guillier oyların yüzde 22,6’sını alırken, radikal sol Geniş Cephe (Frento Amplio) büyük başarı göstererek yüzde 20,3 oranına ulaştı. Sonra Pinera’ya destek verecek olan, açıkça Pinochet diktatörlüğünü savunan faşist Antonio Kast da yüzde 8 oy topladı.

Seçime giderken Şili ekonomisi yüzde 2,2 büyüme, yüzde 6,5 işsizlikle vasat denebilecek bir performans sergiliyordu. Bachelet’in politikaları yetersiz de bulunsa, eğitim ve sağlık standartlarının Latin Amerika ölçüsünde tatminkâr düzeyde olduğu açıktı. Hepsinden önemlisi, “sol” etiketli bir hükümet, uluslararası sermaye çevrelerinin, emperyalist stratejilerin hedefi olmaya devam ediyordu.

Dünya Bankası’nın bir endeksinde Şili’nin kasıtlı olarak dibe çekilmesinin, tek başına seçimlerde fazlaca etki yapması beklenemez. Ama sadece Şili’yle sınırlı kalmayan; Brezilya ve Arjantin’den başlamak üzere, tüm Latin Amerika’daki sol iktidarlara karşı sürdürülen ABD kaynaklı bir kampanyanın parçası olarak düşünüldüğünde, “Dünya Bankası skandalı” sembolik öneme sahip.

Pembe dalganın sonu mu?

Latin Amerika’da “pembe dalga” diye nitelenen sol-popülist iktidarların geri çekilme aşamasında bulunduğu açık. Genel anlamda bu yönetimleri, emtia piyasalarının yükselme döneminde bütçeden sosyal programları desteklemekle yetinip, mülkiyet ilişkilerine de uzanan radikal programlar uygulamadıkları için eleştirebiliriz. Ama sağ dalgaya, acımasız neoliberal politikalar uygulamaya dönük manipülasyonlar karşısında da, onlara sahip çıkmak bütün solun görevi.

Bu anlamda Dünya Bankası’ndaki tartışmalar, “bu pilav daha çok su kaldırır” izlenimini veriyor. Açıkçası Paul Romer sol radikal biri sayılmaz. Gelgelelim kolayca pes etmeyecek, “doğrucu Davut”, “çetin ceviz” bir kişilik olarak dikkat çekiyor…