Bizim memlekette ne zaman “yapısal reform” klişesi telaffuz edilse tedirgin olurum. Çünkü bu cafcaflı sözün ardından mutlaka piyasa toplumunun çoğunlukla emek karşıtı uygulamaları salık verilir.

Dünya Bankası’ndan yapısal reform propagandası


Dünya Bankası’nın (DB) 2021 Ocak Küresel Ekonomik Beklentiler raporu dünya ekonomisinin 2020’de yüzde 4,3 küçüldükten sonra 2021’de yüzde 4 büyüyeceğini tahmin ediyor. 2020 beklentisi Haziran 2020’ye göre yüzde 0,9 daha iyimser bir noktaya çekildi. Ancak 2021’deki toparlanma öngörüsünün gerçekleşmesi halinde dahi, hâlâ pandemi öncesinin yüzde 5 altında bir küresel üretim düzeyi geçerli olacak. Bu da dünya ölçeğinde 4,7 trilyon dolarlık bir gelir kaybına denk geliyor.

2020’de ABD ekonomisinin yüzde 3,6 daralması beklenirken, bu oran Japonya’da yüzde 5,3’e, avro bölgesinde yüzde 7,4’e kadar düşebiliyor. Böylelikle gelişmiş ülkeler ortalaması yüzde 5,4 küçülmeye işaret ediyor.


Türkiye’nin de içinde bulunduğu “Yükselen piyasa ve gelişen ekonomiler” (YPGE) kategorisinde ise 2020’de küçülme yüzde 2,6 ile sınırlı kalırken, 2021’de yüzde 5 büyüme bekleniyor. Çünkü Çin’in aynı dönemde sırasıyla yüzde 2 ve yüzde 7,9 büyüyeceği tahmini, ortalamaları yukarı çekiyor. 2020’de Hindistan ekonomisinin yüzde 9,6, Meksika’nın yüzde 9, Tayland’ın yüzde 6,5, Brezilya’nın yüzde 4,5 daralması ise bu ülkelerde yoksulluğun iyice derinleşmesi anlamına geliyor.

AŞI MİLLİYETÇİLİĞİ

Tüm bu öngörüler aşının yaygınlaşması, 2021’in ikinci yarısında yaşamın büyük ölçüde normale dönmesi varsayımlarına dayanıyor. DB başkanı David Malpass aşı sevkıyatında sorunlar yaşandığını kabul etti. “Gelişmiş ekonomilerin” dağıtma kapasiterinin ötesinde sipariş vermelerinin yoksul ülkelerin aşı alımlarının önünü kestiğini dile getirdi ve yoksul ülkelere daha fazla aşı gönderilmesi çağrısında bulundu.

“Aşı milliyetçiliği“ tabir edilen olgu, aşıya erişimde parayı basanın öncelik kazandığı, mali imkânları kısıtlı ülkelerin yaya kaldığı bir manzara ortaya çıkardı. Aşı geliştiren dev ilaç şirketlerinin patent haklarını öne sürüp, aşıların hızla üretiminin önünde engel oluşturmaları arz sorunu yaratıyor. Bu darboğaz ise ölüm ve vaka sayılarının hızla artmasına neden oluyor. DB raporu enfeksiyonun yayılmaya devam etmesi ve aşı dağıtım sorunun aşılamaması halinde ise 2021 küresel büyümesinin yüzde 1,6’ya kadar inebileceği uyarısında bulunuyor.

TÜRKİYE'NİN BÜYÜME TAHMİNİ YUKARI ÇEKİLDİ

DB, Türkiye ekonomisinin 2020 tahminini yüzde 3,8 küçülmeden yüzde 0,5 büyümeye çekti. Yüzde 4,3’lük yukarı revizyon belli başlı tüm ülkeler arasında en büyük sapmaya işaret ediyor. 2021 için yüzde 4,5, 2022 için ise yüzde 5,0 büyüme öngörülüyor. Politika faizinin iki kez artırılmasına rağmen, TL’nin değer kaybının şirket bilançolarını aşındırdığının ve döngü karşıtı politikalar uygulamayı sınırlandırdığının altı çiziliyor. Burada bütçeden sosyal programlara ayrılan paranın düşük düzeyde tutulmasının kastedildiği seziliyor.

2021’e ilişkin büyüme tahmininin yüzde 0,5 aşağı çekilmesinin Covid-19 vakalarındaki hızlı artıştan, turizm gelirlerinin zayıf seyretmesinden ve yüksek faizlerin ekonomik aktiviteyi zayıflatacağı varsayımından kaynaklandığı belirtiliyor.

BORCUN DÖRDÜNCÜ DALGASI

Rapor gelişen ülkeler kategorisindeki ekonomilerin bir borç krizi ile karşılaşma tehlikesine de dikkat çekiyor. Pandemi öncesinde zaten borçluluk düzeyinde tehlikeli bir yükseliş gözlendiği vurgulanıyor. Gelişen ülkelerin toplam borçlarının GSYH’ye oranının 2019’da yüzde 176’ya çıkarken, bunun yüzde 123’ünün özel sektör borcu olduğu belirtiliyor. 2020’de sırf kamu borcunun GSYH’nin yüzde 9’u kadar sıçrama göstereceği, firmalar küresel durgunluğun sorunlarıyla cebelleşirken özel sektör borcunda da kayda değer artışlar görüleceği ifade ediliyor. Borçluluk düzeylerinde böyle ciddi ivmelenme gözlemlenen dönemlerin ardından hep borç krizleri yaşandığı hatırlatılıyor.

“Borcun dördüncü dalgası” olarak tanımlanan içinden geçtiğimiz dönemin düşük faiz ortamı ve yeni finansal enstrümanların yaygınlaşması özelliğiyle önceki dalgalarla benzerlik sergilediği söyleniyor. Ancak bu dönemin borçlanmaya rağmen zayıf yatırım ve yavaş büyüme özellikleriyle önceki dönemlerden farklılaştığının altı çiziliyor.

Önceki dönemlerde finansal krizlerin patlak vermesi, borç yeniden yapılanmalarının uzun sürmesi ve büyümenin bir 10 yıl yavaşlaması gibi süreçlerin yaşandığı uyarısıyla şimdiden önlemler alınması, kurtarma planları hazırlanması önerisinde bulunuluyor. Hatırlanırsa pandeminin patlak vermesiyle birlikte IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın borçların yeniden yapılandırılması çağrısı karşılıksız kalmış, ancak en yoksul 76 ülkeye yardım eli uzatılmıştı. Dış borçlar ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemli. İsterseniz şimdilik bu bilgilerle yetinip, bugünkü yazımızın temel eksenini oluşturan DB’nin yapısal reformlar konusu üzerinde yoğunlaşalım.

YAPISAL REFORM KLİŞESİ YENİDEN GÜNDEMDE

Öncelikle şunu vurgulayayım: bizim memlekette ne zaman “yapısal reform” klişesi telaffuz edilse tedirgin olurum. Çünkü bu cafcaflı sözün ardından mutlaka Merkez Bankası bağımsızlığı, emek piyasasının esnekleşmesi, ekonomideki düzenlemelerin gevşetilmesi, rekabet koşullarının derinleştirilmesi benzeri piyasa toplumunun çoğunlukla emek karşıtı uygulamaları salık verilir. DB bu kez de yanıltmadı, artık gına getiren ezberleri tekrarlamaktan usanmadığını gösterdi.

Güvenli ve uygulanabilir mülkiyet haklarının eksikliği, yaygın yolsuzluk ve suç ile geniş enformel sektörler özel sektörün yatırım, yenilik ve yüksek gelirli ülkelerle üretkenlik açığını kapatmakta kayda değer kısıtlamalardır. (söz konusu rapor s.140)

Sonrasında literatürde piyasa dostu kurumsal reformların daha yüksek büyüme hızları sağladığı yolunda geniş bir uzlaşma bulunduğu belirtildikten sonra, ülkeler arasındaki farklılıklara ve kurumsal düzenlemelerin optimal düzeyi üzerindeki uyuşmazlıklara değiniliyor. Böylelikle kendinden menkul bir tez ortaya atılmasının ardından, istisnalar sayılarak muhtemel itirazların önü kesiliyor.

Herkesin üzerinde fikir birliğine varacağı yolsuzluğun önlenmesi, kayıt dışılığın ortadan kaldırılması gibi önerilerin yanına, ustaca mali disiplin, fikri mülkiyet hakları, tam yerleşmiş mülkiyet hakları, rekabeti derinleştiren iş yapma ortamı, emek piyasası esnekliği, ticaret sınırlamalarının kaldırılması, müdahaleci sanayileşme politikaları gibi bildik kalıplar serpiştiriliyor.

Yönetişim reformları ve iş yapma ortamının geliştirilmesiyle yatırımların canlanacağı, insan sermayesinin niteliğinin yükseleceği, verimlilik artışları sağlanacağı tezleri inandırıcı bir nedensellik bağı kurulmadan öne sürülüyor.

Pandemi ortamında mali alanın daralmasının yani bütçe açıklarının artmasının, maliyeti düşük kurumsal reformların önemini artırdığı söyleniyor. Bir anlamda yüzsüzlük yapılıp, geniş halk kitlelerine daha yüksek ücret, daha iyi sosyal hizmet, daha düzgün altyapı talebinde bulunmayın, size rekabet, esneklik, mülkiyet hakları verelim deniyor.

Neoliberalizmin inandırıcılığının kalmadığı, kapitalist küreselleşmenin miadını doldurduğu, finansallaşmanın emekçiler dâhil geniş toplum kesimlerini tutsak aldığı bir dünyada, üstelik pandemi yaşam koşullarını daha da çekilmez hale getirmişken DB’nin dayattığı bu yapısal reform şablonuna “karnımız tok” demekten başka çare görünmüyor.